Uhud Savaşı
“Uhud öyle bir dağdır ki biz Onu severiz, O da bizi sever.”[1]Uhud bizim canımız, Uhud cananımızdır. Uhud’da dişleri kırılmış, yüzünden kanlar akan yaralı bir Peygamber ve Uhud’un bağrında yatan nice sevdiklerimiz vardır.
Enes b. Nadr vardı hani. Allah Rasûlünün yanında, Onun terbiyesi altında büyüyen Enes b. Mâlik’in amcasıydı.[2] Küçük Enes adını amcasından almıştı.[3] Enes b. Nadr, Sevgili Efendimizin, “Allah’ın kullarından öylesi var ki şöyle olacak diye yemin etse Allah onun yeminini kesinlikle yerine getirir.” diyerek övdüğü bahtiyar bir sahâbîydi.[4]
Bedir Savaşı’na katılamayan Enes b. Nadr bu duruma çok üzülüyor, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: “Allah yolunda cihad için bir fırsat daha çıkarsa nasıl savaştığımı herkes görecek.”[5] diyordu.
Nihayet Uhud Savaşı gelip çattı. Allah’ın nurunu söndürmek isteyen tam teçhizatlı üç bin müşriğin karşısında yedi yüz inanmış mücahit vardı. Savaş başlamadan hemen önce Efendimiz aleyhisselam, Hâlid b. Velîd komutasındaki düşman süvarilerini gördü. Bu süvariler, savaş esnasında İslâm ordusunun ardına geçebilir, Müslümanlar çok zor bir duruma düşebilirdi. Buna fırsat vermemek amacıyla Abdullah b. Cübeyr radıyallahu anh liderliğindeki elli okçuyu Ayneyn Tepesi’ne yerleştirdi ve onlara şu kesin talimatı verdi:
“Her ne olursa olsun yerinizden ayrılmayın. Savaşı kazandığımızı ya da kaybedip de akbabaların cesetlerimizi yediğini görseniz dahi, ben emretmedikçe yerinizi terk etmeyin.”[6]
Savaş başladığında Müslümanlar, Mekkelilerin üzerine yıldırım gibi düştü. Düşman sancaktarları bir bir öldürülüyor, mücahidler Mekkelilerin karargâhını ele geçiriyor, müşrikler arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. Yeni ve daha büyük bir zafer kazanılmak üzereydi. İşte tam bu sırada AyneynTepesi’ndeki okçular mevzilerini terk ettiler.
Düşman Toparlanıyor
Düşman ordusu dağılmış, Müslümanlar ganimet topluyorlardı. Artık bu tepede kalmanın okçular için pek bir önemi yoktu. Zira savaş bitmişti. Abdullah b. Cübeyr radıyallahu anh’ın çabaları yetmemiş, askerler yerini terk etmiş, geride sadece sekiz mücahit kalmıştı.
Savaşın o anına kadar hiçbir şey yapamayan Hâlid b. Velîd, okçuların bu hatasını görür görmez saldırıya geçti. Tepede kalan sekiz mücahidi şehid ettikten sonra İslâm ordusunu arkadan çevirdi.
Müslümanlar hiç beklemedikleri bu saldırı karşısında şaşkına dönmüş, panik içerisinde birbirlerine kılıç sallıyorlardı. Öyleki Hz. Huzeyfe b. Yemân’ın yaşlı babasını müşrik zannederek öldürmüşlerdi.[7] Huzeyfe radıyallahu anh babasına saldıranlara engel olmaya çalışmış fakat başaramamıştı. İslâm ordusundaki karışıklığı ve Hâlid’in şiddetli hücumunu gören müşrik ordusu da geri dönmüş, Müslümanlar fena hâlde sıkıntıya düşmüşlerdi. Müşriklerden bir grup kendi aralarında sözleşmiş, Efendimizi öldüreceklerine dair yemin ediyorlardı. Bunlardan birisi olan Abdullah b. Kamîe İslâm ordusunun sancaktarı Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh'ı şehid etti. Mus’ab, Peygamberimize çok benziyordu. Efendimizi öldürdüğünü düşünen İbn Kamîe bir kayanın üzerine çıkmış bağırıyordu:
“Muhammed’i öldürdüm, Muhammed öldü!”[8] O an her şey durdu. Uhud sustu, kılıçlar kalkmaz oldu. Onunla var olanlar Onsuz ne yapacaklardı? Onları kendinden ayırmayan, bir baba şefkatiyle seven ve candan ziyade sevilen Nebinin şehadet haberi Müslümanları derinden sarstı. O öldükten sonra savaşmanın ne anlamı vardı?
Ölümden Bile Acı Bir Ses
Vücutları paramparça eden kılıç ve mızrak darbeleri, nereden geldiği belli olmayan ve kanları fışkırtan oklar, savaş öncesi kazılmış ve o karmaşada fark edilemeyen çukurlar, çevredeki yaralıların acı dolu feryatları ve yardım çağrıları, birkaç adım ötede cansız bir şekilde yere yığılmış arkadaşların, komşuların belki de kardeşlerin cesetleri!.. Bütün bunlar Uhud Savaşı’nın kahraman mücahidlerini yollarından çeviremedi. Onları savaş meydanına atılmaktan, canlarını hiçe saymaktan alıkoyamadı. Ama İbn Kamîe’nin “Muhammed’i öldürdüm, O öldü!” diyerek Uhud meydanını çınlatan haykırışı var ya işte bu, savaşın bitmesine, müminlerin mücadeleyi terk etmesine sebep oldu.
Müslümanların idealleri, hedefleri kalmamış, her biri ne yapacağını bilmez bir vaziyette darmadağın olmuştu. Bazıları Medine’ye dönmeye çalışıyor, bazıları Ebû Süfyân’a teslim olmak istiyor, bir kısmı da şoka girmiş ya ağlıyor ya da şaşkın şaşkın bekliyordu. Evin direği yıkılmış, yuva dağılmış, çocuklar perişan bir halde kalmış gibiydiler. Allah Rasûlüyle yaşanan muhteşem bir rüya, çok acı bir felaketle sona ermişti. Savaş bitmiş, düşman açık bir zafer kazanmıştı.
O Öldükten Sonra Yaşamanın Ne Anlamı Var?
Enes b. Nadr radıyallahu anh, işte tam bu sırada ortaya çıktı. Taşlara tapan müşrikler kazanamaz, Allah için savaşan müminler kaybedemezdi. Bir şeyler yapmalı, bu felaketi durdurmalıydı.
Allah Celle’ye yöneldi ve şöyle dedi: “Ya Rabbi! Şu müminlerin hâlinden, dağınıklığından ötürü Senden af diliyorum. Şu müşriklerin yaptıklarından da Sana sığınıyorum.”[9] Sonra müşriklerin üzerine doğru yürümeye başladı. Yolda gördüğü arkadaşlarına sesleniyor, onları direnmeye davet ediyordu:
“Allah Rasûlü öldüyse, Allah bâkidir. Haydi! Allah yolunda savaşalım, biz de şehid olalım.” Az sonra Hz. Ömer’i gördü. Hz. Ömer bir kayanın üzerine oturmuş ağlıyordu. Sordu:
- Ömer niçin savaşmıyorsun?
- Allah Rasûlü ölmüş, bilmiyor musun?
- O öldükten sonra yaşamanın ne anlamı var? Haydi! Onun uğruna şehid olduğu dava yolunda biz de savaşalım, haydi, biz de şehid olalım![10]
Yürümeye devam etti. Yavaş yavaş Uhud’a yeni bir canlılık geliyor, meydanın ruhu değişiyordu. “Rasûlullah öldükten sonra savaşmanın ne önemi var!” fikri yok oluyor, “Efendimizden sonra yaşamanın ne anlamı var!” düşüncesi dalga dalga yayılıyordu. Sahi savaşmanın, mücadele etmenin amacı, Medine’den kalkıp buraya kadar gelmenin sebebi Allah’ın rızasını kazanmak değil miydi?
Uhud’un Ardında Cennet Var
Enes yürüyordu. Bir ara Medine’nin kahraman yiğidi Sa’d b. Muâz’ı gördü, yanına gitti.
- Haydi, savaşalım, vallahi ey Sa’d, Uhud’un ardında cennet var, cennetin kokusunu alıyorum, dedi[11] ve düşmanın tam ortasına daldı. Kanının son damlasına kadar savaştı ve şehid oldu. Enes’i müşriklerden Süfyân b. Uveyfşehid etmişti.[12] Savaşın sonunda Sa’d b. Muâz radıyallahu anh onun gibi olamadığını, peşinden gidemediğini Allah Rasûlüne üzüntüyle anlatacaktı.[13]
Enes son nefesini verirken, Medineli şair Ka’b bin Mâlik’in sesi duyuldu: “Rasûlullah ölmedi, O yaşıyor, Efendimiz savaşıyor!”[14]
Enes’in duyduğu son sözler belki de bunlar oldu. Belki de bir melek geldi ve ona Rasûlullahın yaşadığını, her şeyin henüz bitmediğini müjdeledi. Müslümanlar toparlanıyor, Efendimizin yanına koşuyor, İslâm ordusu yeni bir zaferin heyecanını yaşıyordu.
Savaş bittiğinde Müslümanlar yaralılarıyla ilgilenmeye, şehidlerini defnetmeye başladılar. Medine halkı Uhud’a gelmiş, şehidlerinin başında gözyaşı döküyor, ancak Rasûlullaha bir şey olmadığı için Allah’a şükrediyordu.
Öyle Yiğitler Var ki
Meydanın ortasında, çevresine nur saçan bir şehid vardı. Vücudunun seksen yerinde kılıç ve mızrak darbesi bulunuyor[15]; vahşi müşrik kadınların cesedini parçalaması sebebi ile kim olduğu anlaşılamıyordu.[16] Sonra Rübeyy adlı bir kadın geldi ve şehidin ayak parmaklarına bakıp ağlamaya başladı. Kardeşini ancak parmağındaki bir işaretten tanımıştı. Bu şehid Enes b. Nadr radıyallahu anh'tan başkası değildi.[17]
Uhud’un bu yüce kahramanını, savaşın en şiddetli anında ortaya çıkan mücahidi ve onun arkadaşlarını Allah Celle Kitabı’nda şöyle anlattı: “Müminler içinde öyle yiğitler var ki onlar Allah’a verdiği sözü tutmuşlardır.”[18]
Enes ve arkadaşları Uhud meydanında kahramanca savaşıp toprağa düştüler. Dinlerini dünyalarına sermaye edinen, sevgi ve fedakârlığı sözlerinden öteye taşıyamayan kimselerden olmadılar. Onlar Allah ve Rasûlüne olan sevgilerini canlarını feda ederek gösterdiler. Rabbim bizleri de verdiği sözün şuuruyla yaşayan, sözüne en güzel şekilde sahip çıkan ve sözünün eri olan kullarından eylesin. Âmin.
[2]İbn Hişâm, es-Sîre, III, 88; İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,300;İbn Abdülber,el-İstî’âb,I,108; İbn Hacer,el-İsâbe,I,262.
[4]Buhârî, “Sulh” 8; Müslim, “Kasâme” 24; İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,301; İbn Hacer,el-İsâbe, XIII, 378.
[5]Buhârî, “Cihâd” 12; Müslim, “İmâre” 148; İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,300;Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ,I,121.
[9]Buhârî, “Cihâd” 12; Müslim, “İmâre” 148; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,III,201; İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,300.
[10]İbn Hişâm, es-Sîre,III, 88; Vâkıdî, el-Meğâzi,I,280; İbn Sa’d,et-Tabakât,IV,329; Hz. Ömer’inEnes hakkında şöyle dediği rivayet edilir: Allah’ın onu kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak dirilteceğini umuyorum. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî,I, 280.
[11]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,III,253; İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,300-301; İbn Hacer,el-İsâbe,I,263.
[13]Buhârî, “Cihad” 12; Müslim, “İmâre” 148;İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,301; İbn Hacer,el-İsâbe,I,263.
[15]İbnü’l Esîr,Üsdü’l-ğâbe,I,301; Ebû Nuaym,Hilyetü’l-Evliyâ,I,121; İbn Abdülber,el-İstî’âb,I, 109; M. Asım Köksal,İslam Tarihi,IV,176-178.
[16]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,III,201; İbnü’l Esîr, Üsdü’l-ğâbe,I,301;Beğavî, Mu’cemu’s-sahâbe,I,27.
Add new comment