Allah Teâlâ’nın yüce kudretiyle yarattığı kâinattaki eşsiz ahenk ve mükemmel nizam, O’nun varlığına ve birliğine şahitlik etmektedir. İnsanoğlu, kendisine bahş edilmiş akıl ve duyu organları vasıtasıyla kâinatta yazılı hakikati kavrayıp Hakk’ı bulabilir. Eğer bir kalp sağır olup paslanmamış, taş kesilip mühürlenmemişse bu hakikati bulmakta ve idrakte zorlanmayacaktır.
“(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”[1]
Allah Teâlâ bütün insanları razı olduğu İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. Fıtrat yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm’a en müsait hüviyettedir. Bu fıtrat, şeytanın vesveselerine kulak verdikçe bozulmaya başlar. Kendisine, iyiliğe de kötülüğe de yönelme ilham edilmiş insan[2], şeytanın tesirinde kalarak iyilikten nefret eder, kötülüğü benimser duruma gelebilir. Kur’an ve sünneti hayat ölçüsü kabul etmeyen insan, küfrün karanlıkları içerisinde debelenir ve mahvolup gider.
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”[3]
İslamiyet öncesi Arap toplumunun sosyal yapısını bir tür kast sistemi oluşturmaktaydı. Toplumda kendini üstün görenler ve onlara tabi olanlar anlayışının doğal sonucu olarak kendini merkeze alan ve sahip olduğu güç kaynaklarını kutsayan insanlar ve bunu kabullenenler şeklinde sınıflar oluştu. Yaşanan bu psikolojik atmosfer, yeni gelişen olay ve düşünceleri değerlendirmede acziyet, körü körüne bağlanma veya şiddetle reddetme gibi eğilimlerin ortaya çıkmasına sebep teşkil ediyordu.
Müşrik, çok değer verdiği bir eşyasını, sahip olduğu makam ve mevkisini kaybedip aklı başından giden kimseye benzer. Çünkü bu hâldeki bir kimse mantığını bir tarafa bırakıp duygularıyla hareket etmeye başlar. Bu duruma düşmüş birine hakikati anlatmak, sırat-ı müstakimi göstermek son derece zordur. Hz. Peygamber’in tebliğine karşı çıkan ve şeytanın yanında saf tutan insanlar, aklî melekeleri kaybolmuş insanlar değildir. Özellikle Mele’ grubunu oluşturan müşrikler, toplumu yönlendirme zekâ ve kabiliyetine sahip insanlardı.
Ancak müşriğe musallat olan şirk hastalığı, zeki diye bilinen bu insanları bir an gelir bir putun karşısına sürükleyip secde ettirebilir. Kendi eliyle helvadan yaptığı putun önünde secdeye kapanmakta, aynı putu acıkınca yiyebilmektedir. Hayatın önünde başıboş bir şeklide savrulup gitmektedir. “Allah’ın birliğini onaylayan kimseler olunuz, O’na ortak koşmayınız. Kim Allah’a ortak koşarsa sanki gökten yere düşmüş de kuşlara yem olmuş ya da rüzgâr tarafından sürüklenerek ıssız bir köşeye atılmış gibi olur.” [4]
O, Allah Teâlâ’nın bir ve tek olduğunu anlatma çabanıza delillik gözüyle bakabilir. Mantıkî bir karşılık bulamayınca da şiddeti kendisi için çıkış yolu olarak seçebilir. Kişi, yaşantısını idame ettirirken ruhsal bir takım dalgalanmalar geçirmekte, farkında olarak veya olmayarak bunların etkisi altına girmektedir. Eliyle yaptığı 360 putu hiçe sayıp gözleriyle göremeyeceği, elleriyle tutamayacağı, akıl ve zekâsıyla kuşatamayacağı, tek olan Allah Teâlâ’dan bahsederseniz aklınıza bile gülebilir.
Şirkin birçok türü vardır. Müşriklerin; kimi cinleri, kimi melekleri, kimi ataları, kimi yöneticileri, kimi papazları ve hahamları, kimi ağaçları-taşları, kimi gezegen ve yıldızları, kimi ateşi, kimi geceyi-gündüzü, kimi sahte değer yargıları ve arzuları Allah’a ortak koşarlar. Müşrikler bedbaht ve karamsar bir ruh hâline sahiptirler. Şirk koştukları için sıkıntılar, belalar, zorluklar, terslikler peşlerini bırakmaz. Buna rağmen “Allah adına olduğunu öne sürdükleri” dinlerinden de vazgeçmezler. Çünkü yaşam tarzlarını, aile yapılarını, çevrelerini, sosyal ve ticarî ilişkilerini bu batıl dinlerin üzerine kurmuşlardır. Bu düzeni terk etmek kolay kolay işlerine gelmez.
İslam’ın ortaya koyduğu ilkeler, putperestlerin o güne kadar alışık olmadıkları ve menfaatlerine tamamen ters düştüğünü düşündükleri bir niteliktedir. Bu sebeple Mekke müşriklerinin İslam’ı kabul etmesi kolay olmamıştır. Şirk, bir insanın kendine olan güvenini yok eder, aklını başından alır. Bu yüzden müşrik, kendini korumaktan âciz olan yaratıkların eşiğine yüz sürer.
Esfel-i sâfilîn derecesine düşmüş ve şirke batmış bir kişinin, karakter ve psikolojisini tanımak önemlidir. Müşrik kişiliğin temel vasıflarından bazılarını şu şekilde saymak mümkündür:
1- Şüphecidir. Hud 11/ 62
2- Korkaktır. Âl-i İmran 3/151
3- Kıskançtır. Bakara 2/105
4- Düşmanlık hisleriyle doludur. Maide 5/ 82
5- Kesin hükümlere değil tahminlere göre hareket eder. Enam 6 /148.
6-Peşin hükümlü davranır. Şuara 26/136
7-Heva ve nefislerine tabi olur. Furkan 25 /43-44; Maide 5/ 75.
8-Müşriklerde kibir ve gurur ön plandadır. Şuara 26/ 23.
9- İman etmemek için çeşitli bahanelere sığınır. Furkan 25/ 7.
10- Genellikle aklıselimden uzaktır. Enfal 8/55.
11- Müşriklerde baskı ve zulüm egemendir. Şuara 26/29; Araf 7/ 123-124.
12-Çoğu kez fırsatçı bir düşünceye sahip olur. Zuhruf 43/ 30-31.
13-Tevhidî mesaj verenlere imtihancı bir tavır takınır. İsra 17/ 90-93.
14- Dünyaya aşırı bağlıdırlar. Bakara 2/96
15-Müminlerin tevazu ve sadeliklerini görünce daha da inatçı bir psikoloji sergiler. Şuara 26/ 106-115.
16-Put haline getirdiği kişi, nesne veya kavramlara aşırı tazim gösterir. Bakara 2/ 165.[5]
Kur’an ve O’nun hayata aktarılmış şekli sünneti kendilerine hayat nizamı olarak kabul eden insanlar ideal kişilik ve karaktere sahip olabilirler. Bu iki kaynağı hayat ölçüsü kabul eden ve ona göre yaşam süren müminlerin psikolojik yapıları itidal, hayat çizgileri de sırat-ı müstakim üzeredir. Tüm insanlığın huzur ve saadete ulaşması ancak bu şahsiyetteki insanlarla olabilir. Aksi durumda toplumlarda her türlü fesad görülür.
Bir Müşrik Portresi:
Aciz ve Soysuz
“Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. Onlar istediler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık; herkesi kınayan, söz götürüp getiren; hayra engel olan, saldırgan, günahkâr; kaba, sonra da soysuz, alçak; mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış). Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: `Eskilerin masalları’ dedi. Biz yakında onun burnuna damga vuracağız.”(Kalem 68/10-16)
Bu ayetlerde nitelikleri anlatılan kişinin, müşriklerin önde gelenlerinden birisi olduğu rivayet edilir. Fakat bu kişinin kim olduğu hakkında farklı görüşler vardır:
Şabî, es-Süddî ve İbn İshak’ın görüşüne göre el-Ahnes b. Şerîk kastedilmektedir. el-Esved b. Abdi Yağûs yahut Abdurrahman b. el-Esved de denilmiştir. Bu da Mücahid’in görüşüdür. İbn Abbas’a göre kastedilen kişi Ebû Cehil b. Hişam’dır.
Bu kişinin Velid b. Muğire olduğu rivayeti de vardır. Nitekim o, Peygamber’e (s.a.s) bir miktar mal teklif etmiş ve dininden döndüğü takdirde bu malı ona vereceğine dair yemin etmiştir. Bu açıklamayı da Mukatil yapmıştır. Velid b. Muğire’nin, Peygamber Efendimize çeşitli komplolar kurması, İslam davetinin karşısına dikilmesi, insanları Allah’ın yolundan alıkoyması ile ilgili birçok rivayet vardır. Yine Müddessir suresindeki 11-26. ayetlerin onun hakkında indiği söylenmektedir.
Kalem suresindeki ayetlerde Velid b. Muğire’nin kötülenen vasıfları şu şekilde sıralanır:
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.
Ey Muhammed! Allah’ın yüceliğini hafife alarak, hak ve batıl adına alabildiğine çokça yemin eden, herkesle iyi geçinmeye çalışan, herkesi idare etmeye çalışan Velid b. Muğire gibi yalancı, aciz, şerli, adî, hakir, zelil, alçak, değersiz, karaktersiz kafirlere asla uyma!
Aşırı yemincidir. İnsanların kendisini yalanlayacaklarının, kendisine güvenmeyeceklerinin farkında olan yalancı insanlardan başkası sık sık yemine başvurmaz. Bundan dolayı insan kesin olarak bildiği konuda dahi çok çok yemin etmekten sakınmalıdır. Zira düşüncesizce yemin eden, yalan yere yemin etmeye de alışır. Doğruya eğriye yemin etmeye alışmış olanlarda ise kötü niteliklerin hepsi bulunabilir.
Aşağılıktır, onursuzdur. Alçak, düşüncesi bayağı, kendini küçük düşüren, yalancı, değersiz, her kalıba dökülen, her fenalığa sürüklenen.[6] Kendisine saygısı yoktur. Bu yüzden insanlar sözlerine saygı göstermezler. Onun aşağılık oluşunun delili de yemine ihtiyaç duymasıdır, hem kendisinin hem de insanların kendisine güvenmemesidir. Aşağılık kompleksi psikolojik bir niteliktir. Bir kişi azgın, zorba ve kudretli dahi olsa bu niteliğe sahip olabilir.
Herkesi kınayan, söz götürüp getiren.
Sürekli başkasını çekiştirir. Başkasını çekiştirmek Kur’an’da kınanan davranışlar arasındadır. Sözle ve işaretle başkasını gerek yüzüne gerekse arkasından çekiştirir, ayıplar. İnsanları ayıplayıp kusur bularak çekiştirenler hakkında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay hâline!”(Hümeze 104/1)
İnsanlar arasında söz götürüp getirir: İnsanlar arasında kalplerini bozacak, ilişkilerini koparacak, sevgilerini giderecek sözler götürüp getirir. Nemime hem dedikodu, hem de koğuculuk anlamlarına gelmektedir. Kötü bir sözü insanların birisinden diğerine onların aralarını bozmak, ifsad etmek için nakletmektir. Rasûlullah (s.a.s) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: “Koğuculuk yapan cennete giremez.”[7]
Peygamber Efendimiz(s.a.s), herhangi bir arkadaşına yönelik iyi duygularını değiştirecek nitelikte sözlerin kendisine aktarılmasını yasaklamıştı. Şöyle diyordu: “Hiç kimse arkadaşlarından biri hakkında bana herhangi bir şey ulaştırmasın. Çünkü ben karşınıza iyi duygularla dolu, rahat bir kalp ile çıkmak isterim.”[8]
Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr.
İyiliğe karşıdır ve her zaman iyiliğin karşısına dikilendir. Haddini aşan ve çok günahkâr olan, insanları iman, infak ve salih amel gibi hayırlardan engelleyen Velid b. Muğire’nin on oğlu vardı. Onlara ve yakınlarına şöyle derdi: “Eğer sizden herhangi bir kimse Muhammed’in dinine uyacak olursa, ebediyen ona en ufak bir faydam dokunmayacaktır.” Böylece onların Müslüman olmalarını engellemişti. İşte onları işlemekten alıkoyduğu hayır bu olmuştu.
Ayette “Mennâin-lil-hayr” tabiri geçmektedir. “Hayr”: Arap dilinde hem mal için ve hem de iyilik için kullanılır. Burada mal için kullanıldığını farz edersek o zaman bunun manası şöyle olur: “O çok cimri bir insandır, kimseye zerre kadar bir hayırda bulunmaz.” Eğer iyilik anlamında kullanıldığını düşünürsek o zaman “Her iyi işe karşı çıkar ve diğer insanların İslâm’a girmelerini önlemek için tüm çabasını sarf eder.” anlamına gelir.[9]
Saldırgandır. Hak, adalet nedir gözetmez. Velid b. Muğire çeşitli zamanlarda Peygamber Efendimize ve tebliğine, Müslümanlara saldırmış, insanların İslamla tanışmasını engellemeye çalışmıştır. Taberi’ye göre ayette geçen “Mu’tedin” kelimesi “İnsanların üzerine saldıran ve Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyerek haramlara düşen” demektir.[10]
Sürekli günah işler. Taberi’ye göre ayette geçen “Esîm” kelimesi “Rabbine karşı günah işleyen ve haram yiyen” demektir.[11]
Kaba sonra da soysuz, alçak.
Bu adam bütün bunların yanı sıra “kaba”dır. Bu söz vurgusu ile oluşturulan hava; birçok sıfatı, karakteristik özelliği anlatıyor. Bu kelimenin, aşırı derecede kaba, çok yiyip içen obur, aç gözlü anlamına geldiği söylenmektedir. Bu adam kaba karakterli, iğrenç huylu ve insanlar arası ilişkilerde çirkin tutumludur.
Ayrıca bu adam, soysuzdur, alçaktır. İşte İslam düşmanlarından birinin kişiliğinde toplanan çirkin, iğrenç sıfatların sonuncusu budur. Zaten bu tür iğrenç karakterlere sahip insanlardan başkası İslam’a düşman olmaz, düşmanlığında ısrar etmez. “Zenim” kelimesinin anlamlarından biri, “aralarında soy birliği olmadığı halde bir kavme bağlanan veya o kavmin içinde soyu belirsiz olan kimse”dir. Bu kelimenin anlamlarından biri de “insanlar arasında iğrençliği, pisliği, aşırı derecede kötülüğü ile ün salmış kimse”dir. Bu kelimenin ifade ettiği ikinci anlam Velid b. Muğire’nin durumuna daha uygundur.
Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış)
Bir insanın Yüce Allah’ın kendisine bahşettiği mal ve evlat nimetlerine karşılık, Allah’ın ayetlerini ve Peygamberini alaya alması çirkin bir davranıştır. Yüce Allah onun ruhundaki büyüklük kompleksinin, mal ve evlatla övünmenin kaynaklandığı noktaya temas ediyor.
Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: “Eskilerin masalları” dedi.
Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği ayetlere “eskilerin masalları” deyip geçerler. Gerçeği akıl ve irfan ile öğrenmeye yanaşmazlar. Çoğu duygusunun esiridir. O bakımdan güvenilmezler.
Biz yakında onun burnuna damga vuracağız.
Ayetin orijinalinde geçen “hortum” kelimesinin anlamlarından biri kara domuzun burnunun bir tarafıdır. Arap dilinde burun büyüklüğü onurluluğu sembolize eder. Onun burnunun damgalanması ile tehdit edilmesi iki tür aşağılanmayı, horlanmayı ifade eder. Birincisi, bir köle gibi damgalanması. İkincisi burnunun domuz burnu olarak nitelendirilmesi.[12]
Mekke’de bu çirkin alâmetleri birer süs ve büyüklük sayıp durmadan ortalığı karıştıran ve İslâm aleyhine akla gelmedik iftira ve çirkin yakıştırmalarda bulunanların başında Ebû Cehil, Velîd b. Muğîre, Ebû Leheb, Utbe ve benzeri azgınlar bulunuyordu. Cenâb-ı Hakk, 16. ayetle bu mağrur sahtekârların yakın gelecekte burunlarının kırılacağını haber vermekte ve eninde sonunda Hz. Muhammed’in (s.a.s) başarıya erişeceğini müjdelemektedir. Nitekim öyle oldu: Bedir Savaşında bu azgınların çoğu İslâm mücahitlerinin kılıç darbeleri altında can verdiler ve lanet damgasını yiyerek tarih sahifelerine öylece yazıldılar.
[1] -Rum 30/30.
[2] -Şems 91/7-8.
[3] -Buhârî, Cenâiz 92; Tirmizî, Kader 5.
[4] -Hacc 22/31.
[5]- Bkz.Bedri Katipoğlu, Din Psikolojisi Açısından Kişilik ve Karakter Analizi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2012, Cilt:5, Sayı:23- sayfa346-347
[6] – Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: 8/269
[7] -Buhari, Edeb 49, 50; Müslim, İman 168, 169, 170. Ayrıca bk. Ebû Davud, Edeb 33; Tirmizi, Birr 79.
[8]- Ebû Dâvûd, Edeb,33/4860.
[9] -Mevdudi,Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: VI/393.
[10] İbn Cerir et-Taberi, Câmiu’l-Beyân fi Tefsiri’l-Kur’ân, Hisar Yayınları: VIII/388.
[11] -a.g.e
[12] -Seyyid Kutub, Fi Zilâlil Kur’an, X/134-135.
Add new comment