Maveradan Beslenen Yürek veya Sadakat Ankası


Asr-ı saadet, bizim için yaşanan tabloların günümüze aktarılabileceği, böylece bizim de asrımızın saadetini yakalayabileceğimiz müstesna ve mutena bir iklimdir. O döneme ait her şey gönlümüzün süzgecinden geçirilmiş parlak hatıralar olarak göz kırpar bize. Ancak bu ışıltıyı yakalamak için hisseden kalbe ve ağlayan göze sahip olmak gerekir.

Dünyanın en merhametli insanının yaşadığı, gönderilme sebebi olarak rahmetin gösterildiği o çağ, ömrümüzde ikide bir çiçeklenip meyvelerini veren bir bahçe, ruhumuza Yezdan’ın ulviliğini üfleyen bir musiki, bütün hengâmelerin meczolup bir ahenge kavuştuğu esrarengiz bir senfonidir.

Kutlu Çağ’ın tabloları içinde Efendimizin hemen yanında bir sima belirir. Sanki cennetten dünyaya inmiş, işini bitirince oraya yükselecek bir melek hissini verir. Cehaletin, bütün karanlıkları geride bırakan kesif karanlığı içinde paçalarına hiçbir şey bulaştırmadan hayatına devam etmiş, ruhunun taşıdığı ışıltılarla kanatlanarak insanlığın medar-ı iftiharına  yol arkadaşı olmuş dostluk abidesi…

Dostlarımızla ilişkilerimizde her “ama”dan sonra sen hatırımıza gelirsin ve yüzümüz kızarıverir. Şartsız vermenin, insanlığı diriltmenin ve haysiyeti korumanın adısın sen. Gönülden gönüle kurduğun sadakat köprüsü çağları çağlara kavuşturan merdivenlerimiz oldu. Kuşlara benzeyen kelimelerim odama doluştuğunda seni tarif eden ve Anka kuşu olan kelime şüphesiz sadakattir. Miraç’ta sadakat, hicrette sadakat, savaşta sadakat, ölümde sadakat, hilafette sadakat…

Zalimlerin öfkeleri altında inleyen köleler seninle kanatlanmıştı. Prangalarla bağlı yürekler senin tebliğinle kırmıştı zincirlerini. Dışı kara içi bembeyaz Bilal’i ezen o kaskatı taş seninle kalkmıştı ve Bilal’in davudi sesi gürleşerek seninle yayılmıştı cihana.

Kâinatı yaratan,”kün” emriyle varlığı vücuda getiren,  “Vehhâb” isminin tecellisi için yaratmıştı seni sanki. O ki her şeyi karşılıksız hibe eden, minnet borcu beklemeyen… İşte sen de adeta bu esmanın tecelligâhı olmak için hayatın boyunca gayret ettin. Yüreğinin yumuşaklığıyla Hz. İbrahim’i çağına taşıyan, kulağına çalınan her iniltiye yel olup koşan, küfrün kızıl alevleri içinden gül derleyen ve “halîm” sıfatını taşımaya en layık olanlardansın şüphesiz.

Kaç faniye nasip olmuştur övülen özelliklerle Kitap’ta anılmak. Mağarada iki kişiden biri olmak. Rasûlullah’ın telkinleriyle örümceği ve ağını, güvercini ve sıcak yumurtasını tam da olması gereken zamanda yaratanın güvenli alanına adım attın ve oradan da bir daha hiç ayrılmadın.

Hz. Musa’yı kardeşiyle destekleyen Allah, son peygamberini seninle desteklemiş ve arkasını kuvvetlendirmişti. Bütün sevdikleri bir bir ayrılırken Efendimizin yanından sen bütün varlığınla ona ve davasına adamıştın kendini. Tam bir adanmışlıktı seninki bütün kayıtlardan azade.

Çöl ikliminde bereketli vahalar gibi varlığın. Rahmeti içine çekip önce kendi dirilip sonra da üzerinde bin bir koku ve renkte çiçekler bitiren topraklar gibisin. Elçiyle beraber çıkmak için bir zorlu sefere geride kalanları sahiplerine emanet ederek gitmeyi, elinde olanın tamamını verip evdekilere Allah ve Râsûlü’nü bırakmayı sende gördük ve senden öğrendik.

Saçlarından yakalayabilseydim zamanı ve tırmanabilseydim zamanın sarp kalesine karşıma merhametin şekillendirdiği o naif çehren çıkardı. Teslim olmayı sözle değil hayatıyla gösteren, varlığını O’nun ve elçisinin varlığına adayan “anam babam sana feda olsun ya Rasâllallah” ifadesinin ağzına en çok yakıştığı peygamber dostu.

Keşke bir şair olsaydım, diyorum. Kelimeleri en hassas ritimle yakalamak ve mısralara dönüştürerek seni anlatmak için. Çünkü kelime iz bırakır ve letafetini ancak mısralar taşıyabilir.

Sonra eğildi sevgilinin yüzüne

Sürdü bulutlanmış gözlerini

O güzellikler ülkesine / Baktı ve dedi:

-Hayatında güzeldin

Ölümünde güzelsin

Öldün

Bir daha ölmeyeceksin! 

(Erdem BAYAZIT)

Yazar: 

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.