Siyer-i Nebi Dersleri-5: Bu Ayrılık Sevgidendir

Bir anne için çocuğu, dünyanın en güzel ve en önemli varlığı, Allah’ın kendisine bahşettiği en tatlı armağanıdır. Aylar süren sıkıntılar ve dayanılmaz sancılardan sonra doğum yapan bir kadının, yavrusunu kucağına aldığında yaşadığı mutluluğu tarif etmek herhalde mümkün değildir. Doğumdan sonra başlayan ve çok daha uzun süren, çocuğun yetişme dönemi ise anne için pek çok fedakârlığı, uykusuz geceleri ve sayısız endişeleri beraberinde getirir; ancak hiçbir anne yaşadığı onca sıkıntıya rağmen yavrusunu terk etmeyi, ona olan ilgisini ve sevgisini azaltmayı hatırına dahi getirmez. Zira AllahCelle, annelere sınırsız bir sevgi ve merhamet vermiştir.

Hz. Âmine

Anneler içinde Âmine’nin yeri bambaşkadır. Zira Efendimiz, Âmine’nin yalnızca çocuğu değil, aynı zamanda genç yaşta vefat eden kocası Abdullah’ın aziz bir hatırası, onu hayata bağlayan, hayatı onun için anlamlı kılan yegâne varlığıdır. Henüz on yedi-on sekiz yaşlarında dul kalan ve yeniden evlenmeyi düşünmeyen genç kadının varı yoğu sevgili yavrusudur. Ancak o günkü şartlar Âmine’yi çocuğundan ayrılmaya, yalnız ve tesellisiz kalmaya, yıllar boyu bambaşka diyarlarda başka insanların arasında yaşayacak olan yavrusunun hasretiyle yanmaya mecbur eder. Ayrılık Âmine için dayanılması pek güç bir fedakârlık, sabredilmesi imkânsız gibi gözüken derin bir acıdır.

Çölde Yetişen Bir Gül

Cahiliyye devrinde Mekke’nin önde gelenleri, yeni doğan çocuklarını çölde yaşayan sütannelere verirler. Zira Mekke’nin havası oldukça ağır olup yeni doğan çocuklar için elverişli değildir. Çöl ise hem daha temiz hem daha sağlıklıdır. Çölde büyüyen çocuklar, çok daha sağlam ve güçlü bir bünyeye sahip olurlar. Ayrıca Arapçayı en saf ve en güzel şekilde konuşanlar, çöldeki bedevîlerdir. Özellikle Hevazinli Beni Sa’d kabilesi mensupları Arapçanın bütün lehçelerini en güzel şekilde kullanırlar. Onların arasında konuşmaya başlayan bir çocuk, saf ve düzgün bir dile sahip olur. Şehrin bunaltıcı ortamı yerine uçsuz bucaksız çöllerde yetişen çocuklar, hayata daha özgür ve daha sağlıklı bir şekilde bakarlar.

Âmine bütün bu sebeplerle yavrusunu sütanneye vermek ve O’nu en güzel bir şekilde geleceğe hazırlamak ister. Onun, Efendimizden ayrılığı, O’na olan sınırsız sevgi ve şefkatindendir. Sevgi bazen fedakârlığı bazen de ayrılığı gerektirir; zira ayrılmayı göze alacak kadar sevenler, sevmenin hakkını verenlerdir. Bir anne için, biricik yavrusunu O’nun geleceği için terk etmek, günümüz insanının anlayamayacağı bir fedakârlık tablosudur.

Süveybe

Annesi, Efendimizi sadece birkaç gün emzirmiştir. Âmine’den sonra Peygamberimizi, amcası Ebû Leheb’in cariyesi olan Süveybe Hatun kısa bir süre emzirir. Süveybe ayrıca Efendimizin amcası Hamza’yı ve ileride ashâbının önde gelenlerinden biri olacak olan Ebû Seleme’yi de emzirmiştir. Bu münasebetle Peygamberimiz, amcası Hz. Hamza ve Ebû Seleme ile sütkardeşi olmuştur.[1]

Peygamber Efendimiz, Süveybe Hatun’u ömrü boyunca unutmamış, ona derin bir vefa göstermiştir. Süveybe’ye hediyeler sunmuş, harçlıklar vermiş, Medine’ye göç ettikten sonra dahi onu ihmal etmemiş, kimsesiz bırakmamıştır. Hayber Savaşı’ndan döndüğü sırada Süveybe’nin öldüğünü öğrenince gözleri yaşarmış, oğlu Mesruh’un da vefat ettiğini söylediklerinde kalan akraba ve yakınlarını araştırmıştır.[2]

Yalnızca birkaç gün kendisini emziren bir kadına ömrü boyunca vefa gösteren Peygamberimizin bu hali, yıllar boyu kendilerine hizmet eden annelerine dönüp bakmayan, onlara sıcak bir tebessüm dahi göstermeyen biz Müslümanlara çok şey anlatmaktadır. 

Süveybe’nin, Efendimizi emzirdiği günlerde Abdülmuttalib, sevgili torunu için sütanne aramakta, çölün bahtiyar kadını ise Muhammed’e ulaşmak için macera dolu bir yolculuktan sonra Mekke’ye girmektedir.

Hz. Halime

O yıl, Sa’d b. Bekiroğulları’nın yurdu şiddetli bir kıtlığa ve kuraklığa maruz kalır. İnsanlar bir damla yağmurun hasretiyle yanar. Fakirlik dayanılmaz bir boyuta vardığında, kabilenin yeni doğum yapmış kadınları eşleriyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Bu kabilenin kadınları yılda iki kez Mekke’ye gelir ve yeni doğan çocuklara sütannelik yapmak için kendi yurtlarına götürürler. Mekke’nin asil bir ailesinin çocuğunu emziren kadın, hem belli bir ücret almayı hem de Kureyş’in varlıklı bir ailesine akraba olmayı hak eder. Sonraki yıllarda Kureyş’in zengin ve itibarlı bir liderinin sütannesi olmak çölde yaşayan bir kadın için oldukça önemlidir.

Halime bint Ebî Züeyb, emzirecek zengin bir çocuk bulma hayaliyle yola çıkan on kadından birisi ve en çilelisidir. Zira bindiği zayıf ve çelimsiz hayvan çok ağır hareket etmekte, yanlarında götürdükleri yaşlı dişi deve ise âdeta hiç süt vermemektedir. Karnını doyuramayan Halime’nin sütü, oğlu Abdullah’a yetmeyince, kadıncağız çocuğunun açlığına ve ağlamasına çare bulamaz. Halime, kafilenin hızla ilerleyişini ve gözden kayboluşunu acıyla izler. Kocası ve yavrusuyla yolda yalnız kalan kadın, arkadaşlarının zengin ailelerin çocuklarını paylaşacaklarını ve kendisinin belki de eli boş bir şekilde evine döneceğini düşünür. Üzüntüsü bir kat daha artan Halime yine de yoluna devam eder.

Benî Sa’d b. Bekir kabilesinin kadınları, Allah’ın sevgilisi ve Âmine’nin yetimini emzirmeyi, O’na annelik etmeyi kabul etmezler. Babası olmayan bir çocuğun fakir annesi ya da dedesi onlara ne verebilir? Henüz doğmadan evvel babasını kaybeden, babasıyla birlikte – cahiliye devri anlayışına göre- geleceğini de yitiren bir çocuk sütannesine ve ailesine ne kazandırabilir? Matem rüzgârlarının üzerine üzerine estiği bir yetimin yanında durmak akıl kârı değildir.

Hüzün Dolu Bir Kadın

Kureyş’in bilge lideri, yaşlı ve heybetli önderi Abdülmuttalib, sevgili yavrusuna, biricik torununa sütanne bulamamanın üzüntüsüyle Mekke sokaklarında yürürken, yüzü hüzünle dolu bir hanımefendiyle, Halime ile karşılaşır. Gün boyu emzirebileceği bir bebek arayan kadın, akşam olduğunda hiç çocuk kalmadığını anlamış, umutları suya düşmüştür.

Abdülmuttalib torununu kabul etmesini Halime’ye teklif ettiğinde Halime tereddüt eder. O buraya kıtlığın, fakirliğin pençesinden kurtulmak, zengin bir ailenin himayesinde rahat bir nefes almak için gelmiştir. Bu çocuğu alıp götürdüğünde bu durumun ne kendisine ne de karnını doyurabileceğine kanaat getirebildiği yetime faydası olacaktır. Abdülmuttalib’e kesin bir cevap veremez. Durumu kocası Hâris’e anlatır. Köyüne eli boş dönüp alay konusu olmaktansa bu yetimi götürmek istediğini söyler. Hâris, hanımına destek olur. Belki de bu yetim sayesinde evlerine, yuvalarına bereket ihsan olunur. Halime, Abdülmuttalib’e gider, teklifini kabul ettiğini, çocuğa sütannelik yapacağını söyler. Yaşlı dede sevinç içerisinde, Halime’yi Âmine’nin evine, Muhammed’i görmeye götürür.        

Muhammed beyaz bir kumaşa sarılmış uyumaktadır. Altında yeşil ipek bir örtü vardır. Halime, yeryüzünün en güzel bebeğini gördüğünde yüreği duracak gibi olur. Arkadaşlarının görmek istemediği, kendisinin de zoraki kabul ettiği çocuk bu mudur? Âlemlerin en büyük hazinesi, dünyanın en güzel şeyi Halime’nin kucağındadır. İki kaşının ortasından öptüğünde Muhammed’in gözleri açılır, Halime’ye bakar ve tebessüm eder. Halime kocasının yanına Muhammed Mustafa ile döner.

Bu böyledir.  Üç beş kuruşa pazarlarda satılan Yusuf, Mısır’a hükümdar olur. Zavallı kadınların tenezzül etmediği Muhammed, âlemlere rahmet olur.

Misafirlerin En Yücesi

Halime Muhammed’i emzirmek istediğinde göğsünün sütle dolu olduğunu hisseder. Hem Muhammed hem de oğlu Abdullah doyasıya süt emmiş, karınlarını doyurmuş ve uyumuşlardır. Kocası Hâris yaşlı ve cılız deveyi bir başka görür o gece. Deveden sağılan süt, Hâris’in de Halime’nin de karnını doyurur. O gece ilk defa mutlu ve huzurlu bir uyku çekerler. Gecenin son sözü Hâris’in dudaklarından dökülür: “Vallahi ey Halime, bu çocuk yuvamıza hayır ve bereket getirmiştir.”[3]

Bütün çocuklar güzel, bütün çocuklar hayırlı ve bereketlidir. Mesele çocuğa sevgi ve merhamet nazarıyla bakmak, o çocuğun yüce Allah’ın değerli bir emaneti olduğunu bilmektir. Yeryüzünün en ücra köşesinde anasız babasız büyüyen siyah renkli çocuk, aslında yetim bir Peygamberin ümmetine bıraktığı ve üzerine titrediği sevgili mirasıdır. Muhammed’e muhabbet besleyenler, yetimleri kendi çocukları gibi beslemek ve büyütmek zorundadır. O zaman Halime’nin yuvasına bereket veren Rabbimiz bizim hanelerimize de hayır ve bereket ihsan edecektir.

Sabah olduğunda Halime ve ailesi kutsal emanetleri olan Muhammed’i de yanlarına alarak yola çıkarlar. Halime’nin Mekke’ye gelirken güçlükle hareket eden merkebi o kadar hızlı gitmektedir ki kendilerinden önce yola çıkan Hevazin kafilesini geride bırakırlar. Arkadaşları, “bu merkep Mekke’ye gelirken bindiğin çelimsiz hayvan değil mi?” diye sorduklarında Halime: “Evet, bu odur fakat ben çok hayırlı ve bereketli bir çocuk aldım,” cevabını verir. Amine’nin yetimine iltifat etmeyenler çoktan pişman olmuştur.

Halime’nin ifadesine göre Beni Sa’d kabilesinin yaşadığı arazi yeryüzünün en verimsiz ve en çorak bölgesidir. Âlemlere rahmet olan Nebi’nin teşrifiyle Halime’nin yuvasına bereket yağar. Halime’nin sürüsünün karnı tok ve sütü boldur. İnsanlar içecek bir damla süt bulamadıklarında Halime’nin ailesi süte doyurulur. Komşular çobanlarını, Halime’nin sürüsü nerede otluyorsa siz de hayvanlarınızı orada otlatın diye teşvik ederler fakat keramet sürünün otladığı otlakta değil, eve gelen mübarek misafirdedir.[1]

Küçük çocuklar eve bereket, mutluluk ve saadet getirirler. Görünüşte sofraya bir kaşık daha eklenir ama tüm aileyi geçindiren, besleyen ve sevindiren belki de ailenin yeni üyesinin rızkıdır.  Muhammed, ölü toprağı serpilmiş umutsuz aileye yeni bir heyecan vermiştir.

Mekke’nin Havası Muhammed’e Zarar, Âmine’ye Hüzün Verir

Halime, Efendimizi iki yıl emzirdikten sonra sütten keser ve Mekke’ye annesi Amine’nin yanına götürür. Âmine sevdiğine, biricik yavrusuna kavuşmuş, sıkı sıkı sarılmıştır. Ama Halime, Muhammed’i bırakmak, rahmet ve bereket sebebini terk etmek istemez. Mekke’nin vebasını ve bunun çocuğa verebileceği zararları anlatır. Âmine önce öfkelenir, bu sözleri duymak dahi istemez. Hasretiyle yandığı, vuslatının heyecanıyla titrediği ve nihayet kavuştuğu yavrusunu nasıl terk edebilir? Ama ne çare ki Halime’nin sözleri doğrudur. Bu şehrin havası yavrusu için iyi değildir. Bağrına taş basacak ve gözyaşları içerisinde çocuğundan ayrılacaktır. Halime,  Muhammed ile birlikte köyüne dönerken sevinç içindedir.[4]

Muhammed aleyhisselam hayatının ilk yıllarını Beni Sa’d yurdunda sütkardeşleri Abdullah, Üneyse ve Şeyma ile birlikte geçirir. Halime hanımın evi yeryüzünün en mutlu ve en güzel yuvası olur. Ancak hadis ve siyer kaynaklarında zikredilen ve Halime’nin yurdunda yaşandığı bildirilen Şakku’s- sadr (Efendimizin göğsünün yarılması) hadisesi Halime ve Haris’i derin bir endişeye sokar. Peygamber Efendimiz sütkardeşleriyle dışarıda olduğu bir sırada, insan kılığında yanına gelen vahiy meleği Cebrail tarafından göğsü açılarak kalbi yerinden çıkarılır, zemzem suyu ile temizlendikten sonra tekrar yerine konulur. Bu olaya şahit olan kardeşleri durumu Halime’ye haber verir ve Kureyşli kardeşimiz Muhammed öldürüldü, derler. Halime ve kocası panik içerisinde dışarı çıktıklarında Efendimizin yaşadığını ancak yüzünün renginin solmuş olduğunu görürler.[5] Efendimizin başına kötü bir şey gelmesinden endişelenen Halime ve kocası, Muhammed’i Mekke’ye götürmeye ve annesine teslim etmeye karar verirler.

Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib’im

Halime, Efendimizle birlikte yola çıkıp Mekke’nin yukarısına geldiğinde bir kalabalık görür. Bir ihtiyacı için biraz uzaklaşır. Döndüğünde Peygamberimizi bulamaz. Ne kadar aradıysa da bir sonuç elde edemez. Gözyaşlarına boğulur. Nihayet durumu Efendimizin dedesi Abdülmuttalib’e anlatır. Abdülmuttalib torununu bulmak amacıyla tüm kavmini harekete geçirir. Saatler sonra bizzat kendisi, bir ağacın altında duran ve ağacın yapraklarıyla oynayan bir çocuk görür. Yaklaşır ve sorar: “Yavrucuğum, sen kimsin?” Çocuk başını kaldırır ve: “Ben, Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib’im,” der. Yaşlı adam çocuğu kucaklayıp, bağrına basar, sevinç gözyaşları içerisinde: “Oğlum, ben Senin deden Abdülmuttalib’im,” der ve Efendimizi Mekke’ye götürerek annesi Amine’ye teslim eder.[6]

Bir Annenin Hatırına

Allah Resûlü ilerleyen yıllarda sütannesi Halime’yi hiç unutmaz. Onu her gördüğünde “anneciğim, anneciğim”diye seslenir. Yıllar sonra Halime, Muhammed aleyhisselam’ın kapısını çalar. Beni Sa’d yurdunda kıtlık ve kuraklık yaşanmakta, Halime’nin hayvanları telef olmaktadır. Elde avuçta bir şey kalmayınca sütoğlunun yanına gelir ve yardım ister. Allah Resûlü ve hanımı Hz. Hatice, Halime’ye kırk koyun ve binmesi için bir deve ile pek çok hediye verirler.[7]Efendimiz, Halime’yi her gördüğünde ayağa kalkar ve oturması için ridasını çıkarıp yere serer.

Efendimiz aleyhisselam’ın Hevazin’de yaşayan sütannesi ve eşi ile bütün sütkardeşleri, Muhammedaleyhisselam’a iman ederek Müslüman olur.[8] Huneyn savaşında esir alınan Hevazinli altı bin insan, Hevazinli sütannenin ve kardeşlerin hatırına serbest bırakılır.[9] Bir annenin hatırına bir şehir bağışlanır. Annelerimizin hatırını kırmamak ümidiyle…

 


[1] İbn Sa’d,I,108, Belâzurî, Ensâb,I,103.

 

[2] İbn Sa’d,I,108.

[3] İbn Hişâm, I,163; Halebî,I,147.

[4] İbn Sa’d,I,112.

[5] Müslim, İman 162; Halebî,I,153-4.

[6] İbn Hişâm,I,167; Halebî,I,154.

[7] İbn Sa’d,I,114; İbnü’l-Cevzî,I,114.

[8] İbn Abdilber,IV,270; Asri Çubukçu, Halime,DİA,XV,338.

[9] İbn Sa’d, I,115.

Yazar: 

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.