Hz. Şeddad bin Evs (ra)’den nakledildiğine göre Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah her şeyde güzelliği yazmış; farz kılmıştır. O halde öldürdüğünüz zaman öldürmeyi güzel yapın. Hayvan kurban ettiğiniz zaman da kurban etmeyi güzel yapın. Bu durumda sizden biriniz bıçağını iyice keskinleştirsin ve kurbanını rahatlatsın.”[1]
Bir toplum düşünün. Vahşette sınır tanımayan… Hayvanları ok talimlerinde canlı hedef olarak kullanan… Acıkınca, üzerine bindiği devenin etinden koparıp yemeyi normal sayan… Zavallı hayvanın çektiği ıstıraba ve akan kanlara aldırmadan…
Bir toplum düşünün. İnsanların bir hiç yüzünden öldürüldüğü… Minicik yavruların diri diri toprağa gömüldüğü… Ölülere bile saygı göstermeyen bir toplum: Öldürdüğü insanın burnunu, kulağını kesip boynuna kolye yapan insanlar… İşte böyle bir toplumda bir kişi çıktı ortaya ve haykırdı İslâm’ı… Yani iyiliği, doğruluğu, güzelliği, adaleti ve insanlığı… Tevhid nuruyla dağıttı kopkoyu cahiliye karanlıklarını. İnsanları şirk, rezalet ve vahşet bataklığından çıkarıp; tevhidin, güzel ahlakın ve merhametin ufuklarına yükseltti. Allah’ın izniyle öyle bir seviyeye yükseltti ki onları, artık hep iyiyi ve güzeli arar oldular. İşte o zaman onlara ilan etti: “Allah her şeyde ihsanı; yani iyiliği ve güzelliği emretmiştir. O halde öldürdüğünüz zaman bile güzel öldürün. Havyan kurban edeceğiniz zaman bunu güzel yapın…” Biraz sonra öldürülecek bir hayvanı bile düşünen bir ruh inceliği, vicdan temizliği… İşte bu İslâm’dır. Sevginin, adaletin, iyiliğin ve güzelliğin dini İslâm…
İslâm, yürüdükçe geçtiği her yeri yeşillendiren; adeta, arkasından çektiği yemyeşil bahar örtüsüyle kupkuru toprakları Allah’ın izniyle canlandıran Hızır aleyhisselam gibidir.
Bu din, her alanda iyilik ve güzellik arayışının adını “ihsan” koymuştur. Kur’ân-ı Kerim’de, uyulacak her bir hayrın ve uzak durulması gereken her bir şerrin dile getirildiği en kapsamlı âyet olarak bildirilen Nahl sûresi 90. âyette Yüce Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder. Çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden (münkerden) ve zorbalıklardan (bağydan) sakındırır. Size öğüt vermektedir. Umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz.” Bu âyette, bizi hayrın tamamına doğru kanatlandıracak emirler arasında adaletin hemen ardından “ihsan” gelmektedir. Evet, Allah her şeyde ihsanı emretti. Maddi, manevî, ferdî, ictimâî… Öyle ki, İslâm’ın güzelliğinden nasip almamış hiçbir nokta kalmasın. Hayat tamamen Allah’ın rengine boyansın. Genel olarak, iyilik ve lütufta bulunmak, bir işi en güzel şekilde yapmak, Allah’a ihlâsla kulluk etmek gibi anlamlara gelen ihsan kavramını, İslâm’ı en güzel şekilde yaşamak ve Allah ve Resûlü’nün istediği gibi bir Müslüman olmak olarak da tanımlayabiliriz.
İslâm dini daha işin başında, insanlığa yaptığı çağrısında güzelliğini ortaya koyar. Şöyle ki, “Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğruluk, sapıklıktan iyice ayrılmıştır…” Zaten zorla güzellik de olmaz. Öyleyse kimse bu dini kabul etmesi için zorlanamaz. İslâm’ın insanlığa yaptığı kurtuluş davetinde, körü körüne bir kabulleniş de istenmez. Bilakis İslâm, insanların akıl ve gönül gözlerine basiret nurlarını saçarak, en sağlam aklî ve vicdanî delillerle onları ikna etmek ister. Yüce Allah şöyle buyurur: “(Habibim!) de ki: İşte Benim yolum. Ben Allah’a basiretle davet ederim. Ben de Bana uyanlar da (böyleyiz). Allah’ı tesbih ederim. Ben müşriklerden değilim.”
İslâm’ın güzelliğinin en belirgin olarak yansıdığı üç ayna, İslâm’ın inanç, ibadet ve ahlak sistemleridir. Güzellikleri, orijinalliklerindedir… İslâm inancı, tevhid akidesi üzerine kuruludur. Tevhid, Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğinin en saf, en duru ve en mükemmel tarzda ifadesidir. Yaratan, yaşatan ve yöneten olarak yegâne hakiki ilahı; yani Allah’ı kabul etmek… Sahte ilahların boyunduruğundan, kula kul olma zilletinden kurtuluşa ermek… Sırf Allah’a kul olmanın izzetiyle yücelmek… İşte bu tevhiddir. İnsan onuruna yakışan, onu yücelten tek inanış, tek yöneliş, tek adanış budur. İslâm inancı rehberimiz, örneğimiz, önderimiz Hz. Muhammed aleyhisselam’ın bildirdiği en doğru, en sağlam ve en tutarlı esaslarıyla insanın manevî açlığını doyuran rakipsiz bir inanç sistemidir. İnançta ihsan ve kemal ise her zaman ve her yerde Allah’ın gözetiminde olduğumuz şuuruyla yaşamaktır. Sevgili Peygamberimiz (sas), “İmanın en üstünü, nerede olursan ol, Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.” buyurur.
İslâm’da ibadet, yokluktan varlık sahnesine çıkarılmamızın biricik sebebidir. O, batıl dinlerde olduğu gibi birtakım ayinlerle, törenlerle sınırlandırılmaz; ruhban sınıfı gibi belli bir zümrenin tekeline de bırakılmaz. Bilakis Allah’a ibadet, Müslümanların fert ve toplum olarak bütün varlıklarıyla ve hayatın her noktasında Allah’a yönelmeleri, O’nun (cc) emir ve yasaklarıyla rızasını gözetmeleriyle gerçekleşir. Sevgili Peygamberimizin (sas) bu manada olmak üzere, “Yapılan her iyilik sadakadır.” hadis-i şerifi vardır. Yine O (as), “…Sizden birinizin hanımıyla evlilik ilişkisinde bulunması bile sadakadır.” Buyurmuş, bunun nefsanî bir arzunun tatmini olduğu halde nasıl sevap kazandıracağını soran sahabîlerine ise “Peki bunu haram olan tarzda; yani zina ederek yerine getirmesi halinde ona günah yazılmıyor mu? İşte aynen onun gibi helal bir şekilde yaptığı zaman da ona sevap vardır.” diye cevap vermiştir. Bu hadislerde Sevgili Peygamberimiz (as), bizlere İslâm’da ibadet anlayışının nasıl olması gerektiğini öğretmektedir. Buna göre, namaz, oruç, hac ve zekât gibi temel ibadetlerin yanı sıra, özellikle “sadaka” kavramıyla ilişkilendirilerek bütün bir hayata yayılan ibadet, Müslümanın Allah rızasını hedef alarak yaptığı her iyiliği ve harama düşmeden gerçekleştirdiği her insanî ve tabiî eylemi içine alır. Böylece fert ve toplum hayatı bütünüyle Allah’ın boyasıyla boyanır. Yani en güzel renge… Zaten Allah’tan daha güzel boyası olan kim vardır ki?.. İbadette arzulanan en üstün mertebe, ihsan mertebesidir. Buradaki ihsan mertebesi, Efendimiz (as) tarafından şöyle açıklanır: “İhsan, Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu (cc) görmüyorsan da, O (cc) seni görmektedir.” Yapılan her eylem ihsan şuuruyla yapılırsa, hayat baştanbaşa ibadet olur. Hem de en üstün ibadet…
İslâm’ın ahlak nizamı da iyilik ve güzelliklerin yansıdığı bir diğer aynadır. İslâm’da fert ve toplum hayatı bütünüyle güzel ahlak prensipleri üzerinde yükselir. Tek tek fertlerden güzel ahlaklı olmaları beklenirken, İslâm toplumunu yöneten siyasi, sosyal, ekonomik, hukuki ve diğer bütün kanunlarla uygulayıcıların da güzel ahlak esaslarına bağlı olmaları istenir. Aslında güzel ahlakı hayata hâkim kılmak, İslâm çağrısının özünde olan en önemli gayelerdendir. Sevgili Peygamberimiz (as): “Şüphesiz ki Ben ahlakî güzellikleri tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. İslâm’ın bütün emir ve yasaklarını yirmi üç yıllık risâleti boyunca talim ve tatbik eden Efendimiz (as), böylece şirki ezip sırf Allah’a kulluğu gerçekleştirmekten sonra gelen en önemli gayesine de adım adım ulaşmış oluyordu. İslâm sarayını tuğla tuğla örerken aynı zamanda güzel ahlak binasını da yükseltmiş oluyor; fert ve toplum hayatını güzel ahlakla yüceltiyordu. Sevgili Peygamberimiz (as), “İman yönünden müminlerin en olgunu, ahlakı en güzel olanları ve ailelerine en güzel davrananlarıdır.” buyururken de “Mümin, güzel ahlakı sayesinde (gündüzleri devamlı) oruç tutan, (geceleri de sürekli) namaz kılanların derecesine ulaşır.” ve “Kıyamet gününde müminin (sevap ve günahlarının tartıldığı) mizanında (sevap olarak) güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur.” buyururken de ümmetini hep güzel ahlak idealiyle yetiştirmek istemiştir. İslâm toplumunun güzel ahlak eğitimi, felsefî ahlak disiplinlerinde olduğu gibi sırça köşklerden bilgece öğütler verme şeklinde olmamıştır. Yine O, hayat realitesinin dışında kişisel tercihlere ve dar bir çevreye mahkûm edilmiş de değildir. İslâm ahlakı, ahlakı Kur’ân olan ilk öğreticisinin hayat sahnesinin her noktasındaki pratik rehberliğiyle Müslüman gönüllerde kök salmış ve onların her işine damgasını vurmuştur. İslâm dininde temel ibadetler bile kulluğu ve şükrü gerçekleştirme amaçlarının yanı sıra müminleri güzel ahlakla yetiştirme hedefine yönelmiştir. “Yüce Allah, şüphesiz ki namaz, çirkin utanmazlıklardan (fahşa) ve kötülüklerden (münker) alıkoyar.” buyurarak namazın yöneldiği ahlaki gayeyi açıklamıştır. Yüce Rabbimiz zekâtı Müslümanların manevî temizliğine vesile kılmıştır. Zekâtla sosyal tabakalar arasında merhamet ve sevgi köprüleri kurulduğu da aşikardır. Orucun yöneldiği ahlakî gâye günahlardan korunmaktır. Hac, günah ve kavgadan uzak durmadan kabul olunmaz. İşte bu temel ibadetler, belli aralıklarla sürekli tekrarlanarak Müslümanı hayata hazırlar. Bu ibadetlerin hakkı verildiğinde güzel ahlaklı sağlam bir Müslüman şahsiyeti ortaya çıkar. Burada ibadetler, tıpkı spor takımlarının, çıkacakları müsabakalarda başarılı olabilmek için belli aralıklarla tekrarladıkları antrenmanlar gibidir.
Sevgili Peygamberimizin (as) tertemiz sünneti ve sîreti, İslâm’ın her noktadaki güzellik arayışına en güzel delildir. O güzeller güzeli (as), “Güzelin en güzeli, güzel ahlaktır.” buyurur. Yine O (as), “..Allah güzeldir, güzelliği sever..” buyurarak Müslümanın, her işinde yöneleceği yönü belirler. Peygamber Efendimiz (as), Şüphesiz ki Allah, sizin yüzlerinizin (güzelliğine veya çirkinliğine), mallarınızın (azlığına veya çokluğuna) bakmaz. Gönüllerinize ve amellerinize bakar.” buyurarak doğuştan getirilen cismani güzelliğin değil; tertemiz yürek pınarından fışkırıp ihsan denizine dökülen bilinçli davranış güzelliklerinin önemli olduğunu hatırlatır.
İslâm, insanlar arası ilişkilerde ideal davranış modeli olarak kötülüğü bile en güzel bir şekilde karşılamayı teklif eder. Bu, düşmanlıkları sımsıcak dostluklara çevirecek tılsımlı bir güzelliktir. İnsanları Rabbimizin yoluna davet ederken de bunu kabalık ve katı yüreklilikle değil; hikmetle ve güzel öğütle yapmamız istenir. Bu yolda, tartışma ve mücadelemiz bile en güzel tarzda olmalıdır. Tebliğde yumuşak ve anlayışlı davranış esastır. Yüce Allah, bir âyette Elçisine hitaben şöyle buyurur: “Allah’ın rahmeti sayesinde Sen onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba ve katı yürekli olsaydın onlar etrafından dağılıp giderlerdi…” Sevgili Peygamberimiz (as), davetçi ve eğitimci vasfıyla hep ihsanla hareket etmiştir. O’nun (as) eğitimci vasfıyla önümüze serdiği güzellikler dillere destan olmuştur. O (as), gün olmuş mescide küçük abdestini bozan bedevîyi azarlamadan güzellikle eğitmiş; gün olmuş, “Ey Allah’ın Peygamberi (as) zina etmeme izin ver!” diyen genci en güzel tarzda vazgeçirip yola getirmiştir. Efendimiz (as), o genci yanına yaklaştırıp oturtmuş, sonra da ona, başkalarının onun annesiyle, kızıyla, kız kardeşiyle, halasıyla ve teyzesiyle zina etmesinden hoşlanıp hoşlanmayacağını ayrı ayrı sormuştur. Genç her defasında, “Hayır, vallahi hoşlanmam!” diye cevap vermiştir. Efendimiz aleyhisselam da her seferinde, diğer insanların da yakınlarıyla zina edilmesinden hoşlanmayacağını ifade etmiştir. Konuşmanın sonunda O Eşsiz Eğitimci (as), elini gencin omzuna koyarak onun bağışlanması ve iffetli olması için dua etmiştir. Bu hâdiseden sonra o gencin bir daha böyle şeylere iltifat etmeyip iffetli yaşadığı bildirilmiştir. İşte en güzel Eğitimci! İşte en güzel eğitim! Böyle sayısız örnekler hadis ve siyer kitaplarını süslemektedir.
Allah her şeyde ihsanı emretmiştir. Savaşta bile! Günümüzde uluslararası kuruluşlara ve anlaşmalara rağmen savaş suçları, insanı insanlığından utandıracak derecede artmışken İslâm bin dört yüz yıl evvelinden bugünün insanına fazilet dersi vermeye devam etmektedir. Peygamber Efendimiz (as) savaşta kadınların, çocukların ve din adamlarının öldürülmesini, gereksiz yere ağaçların yok edilip hayvanların telef edilmesini, esirlere ve hatta düşman ölülerine bile kötü muamele ve işkence edilmesini yasaklamıştır. Bu prensipler İslâm devirleri boyunca, Müslümanların Batı medeniyetiyle kıyas kabul etmeyecek derecede güçlü olan dinlerine ve Peygamberlerine bağlılıkları nispetinde; ayrıca İslâm kanunlarının gözetiminde uygulana gelmiştir. İslâm’da ihsan, sadece Müslümanlara karşı değil, Müslüman olmayanlara ve hatta bitki ve hayvanlara karşı muamelede bile kendini göstermiştir. Sevgili Peygamberimiz (as), bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkmış, kendisine onun bir Yahudi olduğunu hatırlatanlara, “O da bir insan değil mi?” diye karşılık vermiştir. İslâm toplumlarında gayr-i müslim unsurlar, şahsiyetleri ve inançlarıyla hep var olagelmişlerdir.
İslâm’da bitki ve hayvanların da içinde olduğu doğal çevrenin korunup geliştirilmesi; gereksiz yere bitki ve hayvanlara zarar verilmemesi birçok âyet ve hadiste emredilen hususlardır. Efendimiz aleyhisselam, “Kıyamet koparken birinizin elinde bir fidan bulunsa, kıyamet kopmadan dikebilecekse diksin onu! Bunda kendisi için mükâfat vardır.” buyurarak İslâm’da çevreciliğin ulaştığı boyutun nerelere vardığını çok mükemmel bir tarzda ifade eder. Yine O (as), yolu üzerindeki susamış bir köpeği, başörtüsüne bağladığı ayakkabısıyla kuyudan çıkardığı suyla sulayan kötü yola düşmüş bir kadının bu hareketi sebebiyle affedildiğini; kedisini hapsederek açlıktan ölmesine sebep olan kadının ise cehennemde bir kedi tarafından tırmalanarak azaba uğratılacağını bildirmiştir.
İslâm, her alanda manevî güzelliği yüceltirken dini gayelere hizmet eden ve günah olmayan maddi güzellikleri de teşvik etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, namaz için Allah’ın huzuruna her varışımızda güzel elbiselerimizi giymemiz tavsiye edilir. Efendimiz (as): “Allah, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever.” buyurmuştur. Buna göre, Müslümanın harama düşmeden güzel giyinmesi teşvik edilmiştir. Hadislerde, Müslümanın en azından yedi günde bir başını ve vücudunu yıkaması Allah’ın ve bedenin üzerimizdeki hakkı olarak emredilir. Yine Efendimiz (as), “Sizden birinizin saçı varsa ona ikramda bulunsun.” buyurur. Saçı başı dağınık bir adam için, “Şeytan gibi” ifadesini kullanan Allah Resûlü (as), başka bir seferinde de böyle birisi hakkında, “bu adam saçını düzeltecek bir şey bulamıyor mu?” buyurmuştur. Allah Elçisinin (as) ihsan ve güzelliğe verdiği önem, en hüzünlü anlarında ve en dikkatlerden uzak yerlerde bile kaybolmamıştır. Sevgili oğlu İbrahim henüz on altı aylık bir bebekken vefat edince hüzne boğulan Efendimiz aleyhisselam, oğlunun mezarı kazılırken kabrin kenarında gördüğü bir taştan ve çıkıntıdan rahatsız olmuş ve bizzat elleriyle orayı düzelttikten sonra, “Şüphesiz ki o ölüye zarar da vermez, fayda da.. Fakat (böyle düzgün olması) dirinin gözüne ferahlık verir.” buyurmuştur. Yine oracıkta mezarcıya hitaben: “Sizden biriniz bir iş yaptığında onu sağlam ve güzel yapsın. Çünkü bu musibete uğrayanın nefsini teselli eder.” demiştir. Allah’ın Elçisi (as), hangi iş olursa olsun, Müslümanın işini sağlam, düzgün ve güzelce yapmasını Allah’ın sevdiği bir davranış olarak bildirmiştir. Efendimiz aleyhisselam bizlere böyle bir ideal aşılamaya çalışırken, günümüzde Müslümanlarının durumunu Prof. Dr. Muhammed Kutup şöyle anlatır: “Şüphesiz biz, iş sahasında samimiyet ve sağlamlık manasında ihsana inanılan bir asırda yaşıyoruz. İslâm âlemi her ne kadar bu prensipleri Peygamberimizden devraldı ise de, maalesef bu ruhtan çok çok uzaklarda!..”
Güzelliğin ve mutluluğun resmi çizilebilseydi şüphesiz o İslâm olurdu. Yeter ki İslâm doğru anlaşılsın ve doğru yaşansın.
Add new comment