“Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu savaştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)
Onlar bizim önderlerimiz. Onlar, Allah ve Rasûlünün razı olduğu, imanlarını amelleriyle ispatlamış, imanın hakikatine ermiş güzel insanlar… Bize İslam’ı ulaştıran, imanımıza vesile olan, bizi cennete taşımak için dünyalarından vazgeçmiş fedakârlık tabloları. Onlar bizim kahramanlarımız, hatırladıkça gururlandığımız, örnek almaya çalıştığımız şerefli geçmişimiz. Rasûlün yüzünü güldüren yüce erler…
Onlar Allah’ın dostu, yüce Rasûlün kardeşleridir. Henüz İslâm’ın ilk günlerinde Hakk’a iman eden, Allah’ın salih ve sadık kulunun yol arkadaşlarıdır.
Zalimler baskı ve şiddetle onları dinlerinden vazgeçmeye zorladıklarında, işkencelere boyun eğmeyen; koca kayaların altında ezilirken, kızgın kumların üzerinde eziyet çekerken, ateşler içinde kavrulurken dahi “Allah birdir.” diye haykıran ve davalarına sadık kalanlardır.
Kâfirlerin yıllarca uyguladığı acımasız boykot günlerinde bîçare kalan, açlıktan ölen çocukları için gözyaşı döken ama yine de Rasûlü terk etmeyen, aç-susuz kalmaktan değil inançsız kalmaktan korkan, imanlarına ölesiye sahip çıkanlardır.
Onlar, imanları uğruna yurtlarını terk eden, önce Habeşistan’a sonra Medine’ye göç eden muhacirlerdir. Bütün sevdiklerinden, eşlerinden, dostlarından Gerçek Sevgili için ayrılmış, Allah ve Rasûlüne hicret etmişlerdir.
Onlar Akabe’de biat eden, ölünceye kadar Rasûlün yanında olacağına söz veren ve sözünün eri olanlardır. Daha düne kadar hiç görmedikleri muhacirlerle, yerlerini-yurtlarını ve hatta bir dilim ekmeklerini paylaşanlar; kendileri muhtaç olsalar dahi din kardeşlerini kendilerine tercih edenlerdir.
Onlar Bedir’de küfrün belini kıran, Uhud’da Efendimizin önünde canlarını feda eden, Rasûle gelen oklara, mızraklara, taşlara vücutlarını siper edenlerdir. Muhammed aleyhisselâm şehit olduktan sonra yaşamanın ne anlamı var, diyerek düşmanın içine dalan, son nefesinde bile Efendimizin sağlığını düşünen, yakınlarına Peygamberlerini korumayı vasiyet edenlerdir.
Hendeğin karşısındaki koca ordudan korkmayan, kaçmayan ve mazeret üretmeyenlerdir onlar… Dağları sarsan düşmanın çokluğu, yalnızca imanlarını artırmıştır. Onlar, ölümle burun buruna geldiklerinde “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” diyenlerdir.
Onlar, Rıdvan ağacının altında biat eden, ölünceye kadar savaşacağına, düşmandan kaçmayacağına söz veren, ellerinin üzerinde Allah’ın eli olan müminlerdir.
Onlar Mekke’yi fetheden muzaffer komutanın şan ve şeref sahibi askerleri, Kâbe’yi şirkin pisliğinden temizleyen, putları kıran tevhid erleridir.
Tebük seferinde Bizans İmparatorluğuna ve bütün dünyaya meydan okuyan, Mute destanını yazanlardır onlar… Onlar Rasûl’e vefa gösterenler, Yemame’de, Yermük’te, Kadisiye’de Allah ve Rasûlü için, Allah’ın adının yücelmesi için şehadete erenlerdir.
Onlar müminlere karşı merhametli, kâfirlere karşı şiddetlidir. Allah yolunda cihad eden, Hak yolda kınayanın kınamasından korkmayanlardır. Onlar insanlar içerisinden çıkarılmış, Hakk’a çağıran, iyiliği emreden kötülüğü nehyeden en hayırlı ümmettir. Yüzlerinde nur, alınlarında secde izleri vardır. Onlar insanlık tarihinin en hayırlı nesli, cehennemin yakmayacağı saadet ehlidir.
İşte onlar Muhammed aleyhisselâm’ın yüce ashâbıdır. Onlar bizim rehberlerimiz, karanlıklarımızı aydınlatan yıldızlarımız, nur yüzlü kandillerimizdir.
Onları sevmek Allah ve Rasûlünü sevmektir. Zira Allah onlardan ve onlara güzellikle uyanlardan razı olmuş; onlar için ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
“Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı yolunda sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer eyle! ” (Âl-i İmrân 3/147)
Onların duası bizim de duamızdır. Nasıl her peygamberin ayrı bir özelliği, güzelliği ve üstünlüğü var da bütün bu güzellikler bir araya gelmiş ve Muhammed aleyhisselâm’da toplanmışsa, ümmetlerin de bütün üstün vasıfları ve faziletleri Ashâb-ı Kirâm’da vücut bulmuştur. Sözler, onların hakkını verip de layıkıyla övemez, ancak onları anlatmakla sözlerin bir kıymeti olur. Salât ve selam hak davanın önderine, ailesine ve ashabına olsun.
Siyer-i Nebi Dergisi 25. Sayı / Ocak-Şubat 2014
Add new comment