Üzülme!


Peygamber Efendimizin (sas) İslâm daveti insanlar tarafından kılıç sesleri ile karşılanınca ve Müslümanlar çeşitli işkencelerle yurtlarından ayrılmaya zorlanınca, Yüce Allah tüm inananlara Darü’l Emân (güven yurdu, barış beldesi) olan Medine’nin kapılarını açtı. Bu sayede inananlar yavaş yavaş Medine’ye hicret etmeye başladılar. Efendimiz (sas) ise bu kutlu belde Mekke’den ayrılmak için Allah’ın emrini bekliyordu.

Ebû Cehil’in önderliğini yaptığı, aralarında Hakim b. Ebi’l-As, Ukbe b. Ebî Muayt, Nadr b. Haris gibi pek çok ismin bulunduğu bir grup müşrik, Hz. Muhammed (sas)’in de Medine’ye hicret edeceğinden kaygılanıp, buna engel olmak amacıyla, Daru’n-Nedve’de bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Ebû Cehil’in önerisi ile şu karar alındı: Her kabileden güçlü kuvvetli cellât bir genç alınacak ve bu gençler Efendimiz (sas)’in evinin çevresini sarıp, uygun bir zamanda O’nu öldüreceklerdi ki Haşimoğulları bu kadar fazla kabileye kan davası gütmeye güç yetiremezdi. Müşrikler, eğer Peygamberaleyhisselam’ın gitmesine izin verirlerse, gittiği yerde güçlenip kendilerine savaş açmasından ve İslâm’ın yayılmasından endişe ediyorlardı. Bu yüzden O’nu öldürmeyi kafalarına koymuşlardı. Ama bilmiyorlardı ki Allah, onların tuzaklarından haberdardı ve tuzak kuranların karşısındaydı. Allah’ı karşılarına alan bu müşrikler ne büyük bir hüsrandaydı…

Allah Celle, Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla elçisine durumu vahyetti ve Efendimiz (sas) hicret için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Hiç âdeti olmadığı bir saatte, öğle vakti, Hz. Ebû Bekir’in evini ziyarete gitti. O sıddıklar sıddıkı ne kadim bir dosttur ki bu gelişte olağanüstü bir durumun olduğunu hemen kavradı. Yoksa onlar için de yolculuk vakti gelip çatmış mıydı? Bu yolculukta Efendimize (sas) yoldaş olabilmek, onun için ne büyük bir mutluluk kaynağıydı. Hz. Ebû Bekir, O’nun can yoldaşı olacağını duyunca kendini tutamayıp ağlıyordu; kızı Aişe, sevinçten gözyaşlarına boğulan babasını görünce ilk defa bir erkeğin sevinçten ağladığına şahit olduğunu dile getiriyordu. Yolculuk konusunda gerekli konuşmayı yapan Peygamberimiz (sas) gece yarısı tekrar geri dönmek üzere, dostunun evinden ayrılıp kendi evine geri döndü.

Gece olduğunda müşrikler, evin etrafını sarmış Efendimizi (sas) öldürmek için uygun anın gelmesini bekliyorlardı. Allah Resûlü (sas) ise evin etrafındaki cellâtları düşünmeyi bir kenara bırakmış, elli üç senesini geçirdiği şu dört duvara bakıp hüzünleniyordu. Belki de bugüne kadar yaşadığı tüm hatıraları bir bir gözünün önünden geçiyordu; çocukluğu, evliliği, çocukları… Veda anıydı ya hep bir burukluk olurdu. Peki ya Kâbe? O çok sevdiği Mekke’den ayrılmak zorunda kalmak, her şeyi, bilhassa Kâbe’yi arkasında bırakıp yurdundan bir suçlu gibi gizlice kaçmak, zoruna gidiyordu. Ah Mekke! Oysa Allah Resûlü için sen ne kadar değerli idin.  Çıkarılmak zorunda kalmasa terk eder miydi hiç Nebi seni? Ama madem Allah emretti, elbet vardı bir bildiği. Muhakkak ki bu gidiş, muhteşem bir dönüşe gebe idi…

Peygamberimiz (sas), Hz. Ali’yi yanına çağırmış kendi yerine yatağında yatması için onu tembihliyordu. Nasıl bir emin kişidir ki belki de kapının önündeki müşriklere ait emanetlerin de bulunduğu birçok emaneti, sahiplerine ulaştırması hususunda, Hz. Ali’ye talimat vermeyi unutmuyordu. İşte O, böyle bir insandı müşrikler için! Elinden, dilinden ve gözünden emin olunan bir düşman…

Kapıdan çıkarken Yasin sûresinin ilk dokuz âyetini okuyarak adımlarını attı. O esnada Ebû Cehil, Efendiler Efendisinin sözlerini taklit ederek O’nunla ve söyledikleriyle dalga geçiyordu: “Muhammed’in iddiasına göre siz, O’na uyup Müslüman olursanız, bütün Araplara ve Arap olmayanlara hâkim olacakmışsınız. Öldükten sonra diriltilecek, Ürdün bahçeleri gibi bahçelere sahip olacakmışsınız. Eğer O’nun dediğini yapmaz da Müslüman olmazsanız, öldükten sonra sizin için hazırlanmış olan cehennemde diri diri yanacakmışsınız.” Bu sözlere şahit olan Nebi, “Evet, bunu Ben söylüyorum.” diyerek, elindeki toprağı başlarının üzerine savurdu ve o anda Allah, onların gözlerine perde indirdi. Resûl, şu dualar dudaklarından dökülerek evini terk etti: “Hiçbir şey değilken beni yaratan Allah’a hamdolsun. Allah’ım! Dünyanın zorluklarına, zamanın felaketlerine ve gecelerle gündüzlerin musibetlerine karşı Bana yardım et. Allah’ım! Bu yolculuğumda Benimle beraber ol, arkada kalan ailemi kolla. Rızkımı bereketli kıl. Beni kendine itaatkâr et. İyi ahlak üzerine Beni güçlü kıl. Beni kendine sevdir. Beni insanların eline bırakma! Sen, güçsüzlerin Rabbisin. Benim Rabbimsin. Göklerle yeri nurlandırıp karanlıkları aydınlatan, öncekilerle sonrakilerin, herkesin işini düzene sokan şerefli varlığına sığınıyorum ki, öfke ve kızgınlığın üzerime inmesin. Nimetlerinin yok olmasından, gazabının ansızın gelmesinden, verdiğin afiyetin kaybolmasından Sana sığınıyorum. Şikâyetim Sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı Bendedir. Beni kötülüklerden alıkoyacak, güç ve iyilikleri yapmamı sağlayacak kuvvet, ancak Sendedir!

İşte böylece Rabbinin emrine ve rızasını uygun olarak, O’nun yardımı ile bu tehlikeli yolculuğa başlamış oldu. Dostunu da yanına alarak, Medine’nin zıddı bir yöne, Sevr mağarasına doğru gizlice yol almaya başladılar. Ebû Bekir O’nun başına bir felaket gelmesinden o kadar çok endişeleniyordu ki müşriklerin onları arkadan takip ettiklerini düşünüp, Efendimizin (sas) arkasından geliyor, önden gözetleyebilecekleri aklına gelince de önüne geçiyordu. O’nu koruma içgüdüsüyle etrafında dört dönüyordu. O, bu korumacılığı ile ne güzel bir yoldaş oluyordu.

Son kez Kâbe’ye bakan Nebi, üzüntüsünü şöyle dile getiriyordu: “Allah’ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer Sensin. Eğer buranın halkı Beni zorla çıkarmasaydı, Ben kendiliğimden çıkmazdım.”

İki dost mağaraya vardıklarında, mağaranın içinde yırtıcı hayvan ya da yılan olup olmadığına bakmak için Ebû Bekir önden girip orayı kontrol etmeye başladı. Allah elçisinin başına herhangi bir zarar gelmemeliydi. Mağaranın içinde pek çok yılan deliğine rastlayan Ebû Bekir bu delikleri kapamak için kıyafetinden parçalar yırtıp delikleri tıkadı. Yalnız iki delik açık kalmıştı. Onu da ayakları ile kapadı ve Nebi’nin, güvenliğinden emin olduğu bu mağaraya girmesine müsaade etti. Fakat müşrikler tüm tedbirlere rağmen kısa zamanda onların izlerine ulaşmayı başarmışlar ve mağaranın kapısına dayanmışlardı. Efendimiz (sas) o sırada namaz kılıyor, dışarıdan müşriklerin sesleri işitiliyordu. Kafalarını eğip baksalar onları görmeleri an meselesiydi. Ama Allah yardımını göndermekte gecikmedi. Hemen mağaranın ağzına bir örümcek ağ yapıvermiş, içe doğru da güvercin yuvasını kurmuştu. Allah istediği vakit işte böyle tüm kâinat seferber oluyor, uzaktan bakıldığında mağara uzun süredir girilmemiş izlenimi veriyordu. Ama Ebû Bekir endişelenmekten kendini alamıyordu. Hassasiyeti uç noktalarda idi. Kendi canını bırakın, ‘annem babam Sana feda olsun’ dediği, her şeyden çok sevdiği Habibullah’ın başına bir iş gelseydi yaşayabilir miydi? Hz. Ömer gıptayla baktığı Ebû Bekir için, yıllar sonra: “Mağaradaki o gecesine bütün amelimi verirdim.” diyecekti.

Sırtından soğuk terler boşalan Ebû Bekir, mağaranın önünde müşriklerin ayaklarını görünce Efendimize (sas): “Ya Resûlullah! Şayet birisi eğilip de ayağının hizasından içeriye bakıverse, ayaklarının dibinden bizi rahatlıkla görecekler!” dedi. “Sen benim kardeşimsin.” dediği mağara arkadaşını teselli yine Allah Resûlü’ne düştü: “Üzülme! Elbette Allah bizimle beraberdir. Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında niye endişeleniyorsun ki ya Ebâ Bekir?” Bunu söyleyen Allah Resûlü idi. Allah Teâlâ O’na, insanlardan gelecek zararlara karşı O’nu bizzat koruyacağını bildirmişti. Muhakkak ki Allah, vaktiyle tüm elçilerine yardım ettiği gibi, son Nebisine de yardımını gönderecekti. Efendimiz bunun bilincinde rahat ve Rabbinden emin idi. Ama ya Ebû Bekir? O da biliyordu elbette Allah’ın, gözlerin göremeyeceği ordularla onları destekleyeceğini… Ama bilmek, olayların bütün sıcaklığı ile yaşandığı anda karşılaşılan endişeleri gidermeye yetmiyordu. Kendisi için değildi tabii ki endişesi, bütün insanlığın kurtarıcısı, geleceği, umudu, Sevgililer Sevgilisi içindi…

Allah Teâlâ bize, Efendimize (sas) karşı Ebû Bekir’in muhabbeti gibi bir muhabbet nasip etsin. O’nu En Sevgili yapabilmek, önce yüreğimize, sonra tüm yüreklere sevgisini koyabilmek gayemiz olsun…

Selam ve dua ile…

Add new comment

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.