Allah hak ve adaleti ayakta tutarak kendinden başka tanrı olmadığını bildirdi(olmadığına şahitlik etti); melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler. (Evet) O’ndan başka tanrı yoktur; O mutlak güç ve hikmet sahibidir.(Âl-i İmran, 3/18)
Pek çok güzelliğine şahit olduğum, bende şahit olacağı güzelliklere muhtaç bulunduğum sevgili yarenim merhaba.
İçimizi yakan haberler alıyoruz bu günlerde. Şehit cenazeleriyle sarsılıyor ülke. Her gün fidanlar toprağa verilirken,namazlarını kıldıran imamların okuduğu ayetlerin izini sürüyorum.
Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin! Hayır onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz. (Bakara, 2/154)
Nedir ‘ şehadet’ yârenim, kimdir şehid?
Peygamberlerle sıddiklerle birlikte ahirette yüce makamların sahibi olacağı müjdelenen bu mübarek kullar, ‘ölü’ hitabından Yüce Kitap tarafından sakındırıldığımız kutlu ruhlar, neye şahit oluyorlar ki ölüm acısı duymadan göçüyorlar? Göçtükleri yerde neyi müşahede ediyorlar ki yüce elçinin bildirdiği gibi‘dünyaya dönüp tekrar tekrar can vermeyi’ diliyorlar?
Şehadet; ‘görmek, bilmek, bildiğini bildirmek’ lügatte.‘Allah yolunda savaşırken öldürülmek’ ıstılahta.
Alimlerce, Allah’ın esması arasında zikri, kalbî ibadetlerin en yücesi sayılanlardan… Merhum müfessirimizin ‘Ben yoktum sen var ettin, varlığından haberdar ettin… Şaşırtma beni doğruyu söylet, neşeni duyur hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam’ yakarışında, ilticasında pek de anlamına yaraşır bir vaziyet alan... Tefsirlerde:‘Âlemde ne kadar tanık ve tanıklık ne kadar ilim ve istidlal varsa hepsi Hak Teâla’nın kendini bilmesine ve bildirmesine, yani şahitliğine dayalıdır; gerçek şahit Allah Teâla’dır. Hak Teâla’dan başka hiçbir bilen, ne kendine ne diğer şeylere tamamen şahittir’ diye açıklanan bir kavram, şehadet…
Ruhlar meclisinde şahit olduğumuz ama sonra unuttuğumuz, fıtratımıza kazındığı için unutsak da mazur sayılmadığımız bir bilgilendirme bu. Allah’ı, peygamberi, vatanı, milleti, namusu, izzeti uğruna insan; en sevgilisini, canını, kanını veriyor. Bazen belki dünya lezzetleriyle gaflete daldığı bir halden üzerindeki külleri üfleyip tozları silkerek gözbebeği, canı, canından tatlısı yârini ve yâriyle ortak meyvesini gözü görmeden ölüme koşuyor. Nasıl bir hatırlamaysa bu, nasıl bir şehadet ruhuysa, ruhlar âlemindekine denk bir heyecanla ‘belâ’ diyor, ölüyor. Ne görüyor da böyle fütursuzca coşuyor, bu kadar gözü kara koşuyor ismi anıldığında en korkutanın kucağına?Bu dünyadayken çok uzak, puslu bir hatıra, hayal gibi hissedilen cennet ve rıza nasıl allanıp, pullanıp süslenip bezenip geliyor da düşmanın iki kaşı arasına oturuyor, bu dünyanın sevgilileri artık hayal ve hatıra kalıp gözden yitiyor, tatlı hayat bitiyor…
Şehadet, gözle yakından alakalı. Ama gözün gördüğünün ardındakine şahitliği istendiğine göre (Rabbimizi herkese verilen gözler göremediğine göre) bu göz, uzviyetimizdeki göz değil: Kalbin gözü. Ve âmâ da olsa akleden her kulda yaratılmış. Yeter ki sıkı sıkı örtmesin sahibi onu. Mil çekmesin gönül gözüne. Onun gördüğünü yalanlamasın. Şahit tutmasın dünya penceresini de, yaratılış hikmetiyle alay edercesine: ‘Doğrusu gözümle görmediğime inanmam.’ diye. Hainlik etmesin maddi manevi bütün gözleri verene. Bakmasını bilsin de boyun eğip teslim olsun şehadeti, gizli-açık her şeye ama Her Şeye Yeten’e…
Şahit olarak Allah yeter. (Nisa, 4/79)
Nelere şahit bu göz, nelere şahit bu öz? Nelere şahit bu söz?
Gönül gözüyle bakan bir kul olma gayretimde, şehadetine güvendiğim, sorularımla, cevaplarını kendime şahit ettiğim canım yârenim, seni Eş-Şehid’e emanet etmeden evvel haydi beraber, tekrar tekrar hakkı teslim edelim: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûlühü.
Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, yine şahitlik ederim ki Muhammed (a.s.) onun kulu ve rasûlüdür.
Add new comment