Kur’ân-ı Kerîm, son peygamber Rasûl-i Ekrem Muhammed Mustafa Efendimize sevgi, saygı ve itaati;
Yüce Allah’a itaatten hemen sonra zikreder,
Dinin esası kılar (Âl-i İmrân 3/32,132; Nisâ 4/59,92),
Allah rızası ve sevgisini kazanmayı; ona (a.s.) sevgi, saygı ve itaat şartına bağlar (Âl-i İmrân 3/31),
O'nun (a.s.) yüce ahlâk üzere olduğunu ifade eder (el-Kalem 68/4),
Âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bildirir (el-Enbiyâ 21/107) ve
Allah Rasûlü’nün (a.s.) inananlar için en güzel örnek olduğunu emreder (el-Ahzâb 33/21).
Yüce Allah: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin” (Ahzâb 33/56) meâlindekiâyet-i kerîmede, Peygamber Efendimizin (a.s.) adı anıldığında ona (a.s.) rahmet duasında bulunmak, ona (a.s.) itaat etmeye söz vermek ve bunu hatırlamak anlamına gelen “salât ve selâm” getirilmesini emreder.[1]
Öyleyse biz de Yüce Allah’ın salât ve selâmı Peygamber Efendimize olsun diyerek ve Yüce Allah’tan onun (a.s.) şefaatine nail olmayı dileyerek söze başlarız.
İslâm anlayışına göre hak din, her an âlemde etkin olan ilahî iradenin, insanlık tarihinde bariz bir tecellisi olan peygamberlik vasıtasıyla ortaya çıkar. Peygamberlik, Yüce Allah’ın dilediği kulunu seçmesiyle olur. İnsan iradesinin bunda etkisi yoktur.
Son peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.) hayat hikâyesi ve tercüme-i hâli olan siyer, İslâm dininin ikinci temel kaynağı olan Sünnet’in mühim bir kısmı, çerçevesi ve kronolojisidir.
Hz. Peygamber (a.s.) devrinin; din, ahlâk ve medenî hayat gibi zaviyelerden bakıldığında yaşanmış çok boyutlu bir zaman olduğu görülür. Bu devir üzerine yapılacak kronolojik bir siyer çalışması, “Nübüvvet Zamanı”nın görünen tarafını yansıtır. Rasûlullah’ın (a.s.) doğumu, seyahatleri, evlenmesi, hicreti, gazve ve seriyyeleri gibi olaylar, bu alanın konusudur.
Bi’set, vahiy, Kur’ân, davet, tevhîd, şirk, mirâç-isrâ, biat, hicret, muâhât (ashâb arasında kardeşlik bağı kurulması), Medine Vesikası, ezan, namaz, Ashâb-ı Suffe, zekât, isâr, hac ve benzeri haslet ve olgular ise o devrin iman/inanç, fikir ve medenî hayat gibi sahalarında meydana gelen değişim ve dönüşümün işaretleri olarak ele alınmalıdır. Bunlar, çeşitli kaynaklara başvurularak tefekkür edilmelidir. Ta ki mücerret kronolojinin örttüğü o dönemin inanç ve fikir dünyasına girilebilsin, insan yapısına yakından bakılabilsin.
İnsanlık tarihinin seyrini değiştirmiş olan Hz. Peygamber (a.s.) devri, İslâm medeniyetinin ve tarihinin nüvelerini kendi içinde barındırmaktadır.
Şu hakikat bilinmeli ve unutulmamalıdır: İslâm dininin ikinci temel kaynağı olan Peygamber Efendimizin (a.s.) Sünnet ve siyeri, dil bilim, ilmî ıstılah ve yöntemlerle değişik İslâmî ilimler tarafından en ince ayrıntısına kadar çeşitli yönlerden incelenmiş, hüküm bakımından ne ifade ettiği tespit edilmiştir. Mesela:
1- Hz. Peygamber’in (a.s.) Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili beyânâtıyla; esbâb-ı nüzûlü de içeren rivâyet tefsirleri ve diğer tefsir türleri ilgilenmiştir: Mesela Kur’ân-ı Kerîm’in nassla sabit manaları, müteselsil bir şekilde Hz. Peygamber’den (a.s.) alınıp nakledilmiştir. Öyle ki İbnCerîr et-Taberî, Kurân-ı Kerîm’in bütün manalarını ananeli senetler ile müteselsil bir şekilde menba’-ı Risâlet’e isâl etmiş ve o tarzda mühim ve büyük tefsiri olanCâmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân’ı yazmıştır.
2- Hz. Peygamber’in (a.s.) söz, fiil, takrir ve hallerinin tesbiti işini; hadîs ilimleri tespit etmiştir.
Hz. Peygamber’in (a.s.) Sünnet’i, insanı insan yapan değerlerin kaynağıdır. En güvenilir ilmî yöntemlerle ve büyük bir titizlikle İslâm’ın ilk kuşakları tarafından tespit edilip bize emanet bırakılan ve Sünnet’in sözlü ifadesi olan hadis külliyatları, hayatı aydınlatan ve yön veren, hakikate ulaşmamızı sağlayan en önemli kaynaklardır.Sosyal ahvâl ve olaylar konusunda bir hazine niteliğindeki hadis külliyatlarının şerhleri de büyük öneme sahiptir ve -hayatın kaynağı ve hakikati ilham eden- hadisin ve kaynak niteliğindeki siyer-megâzî metinlerinin anahtarları niteliğindedir.
3- Akâidle/inançla ilgili kısmını; akaid ve kelâm ilimleri ele alıp incelemiştir.
4- Hukuk vb. konularla ilgili kısmını ve ne tür hükümler içerdiğini; -değişik alt ilim ve disiplinleri içeren- fıkıh ilmi,
5- Hz. Peygamber’in (a.s.) hayat hikâyesini ve tercüme-i hâlini; siyer, megâzî, delâil, şemâil, tabakât, ensâb, ahbâr ve tarih ilimleri tesbit etmiştir.
Siyerin ifade ettiği mana; hadîs şerhlerinde, fıkhu’l-hadîste ve er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbnHişâm (Süheylî), Şerh es-Sîretu’n-NebeviyyeRivâyetuİbnHişâm(EbûZerr b. Muhammed b. Mes’ûd el-Huşenî), Subulü’l-HudâVe’r-Reşâd Fî SîretiHayri’l-İbâd (eş-Şâmî), Zâdü’l-Me’âd (İbnKayyim el-Cevziyye), Şerh ale’l-Mevâhibi’l-Ledünniyye(Zürkânî) gibi pek çok eserde, usûlî; yani esaslı ve yöntemli bir şekilde değerlendirilmiş ve işlenmiştir.
Fıkhu’s-sîre, siyere dair yeni bir çalışma alanı olarak görülebilir. Oysa –eserleri yukarıda zikredilen- Süheylî, EbûZerr el-Huşenî, eş-Şâmî,İbnKayyim el-Cevziyye ve Zürkânî gibi pek çok büyük ilim adamının yaptıkları çalışmalar, –adı konmamış olsa dahi- tam manasıyla bir fıkhu’s-sîredir.
Siyer çalışmalarında zikredilen muazzam hazinelerin asla ihmal edilmemesi gerekir. İhmal neticesinde siyere dair yapılacak değerlendirmeler, dayanaksız ve tenkide açık, hatta çoğu zaman hatalı ve saptırıcı olmaya mahkûmdur. Zira siyer ile -yukarıda bir nebze bahsedilen- dinî ilimler arasında güçlü bağlar ve kuvvetli atıflar vardır. Bunun göz ardı edilmesi, siyer çalışmalarının eksik ve yüzeysel kalmasını –zorunlu olarak- netice verir.
Her ilim, kendi kaynaklarından öğrenilir. Mesela bir fıkıh kitabından siyer öğrenilmez. Bir siyer kitabından da fıkıh, akaidvs gibi konular öğrenilmez.
Her ilmin, kendi konularını ele alış tarzı vardır. Kâfiyeci, bu ilkeye şu sözlerle işaret eder: “Derim ki: Varlık; ya kadîmdir ya hâdistir ya da –bizim konumuz dışında olan- ne kadîm ne de hâdistir. Kadîm olan, Allah’ın zâtı ve sıfatlarıdır. Kelâm ilmi, -zikri yüce- Allah’ın zatından, sıfatlarından ve ilgili meselelerden bahseder. Tarihçi, bu konularla kelam ilmi gibi ilgilenmez. Nitekim fıkıh, usûl ve diğer ilimlerin konularıyla da –ilgi alanı dışında olduğu için- ilgilenmez. Evet, tarihçi söz konusu ilimlerle, ihtiyaç duyduğunda, hâdiseleri tanımlama (tahdît) ve vakitlerini belirleme (tevkît) açısından ilgilenebilir”.
Bir siyer çalışmasında, asla ihmal edilmemesi gereken önemli bir husus şudur: Siyer ile sahabe tabakatı/ansiklopedik biyografileri arasında kuvvetli bağlar mevcuttur ve sahabe tabakatı, siyerin bir nevi devamı mahiyetindedir. Bu sebepledir ki başta İbnSa’d olmak üzere sahabe tabakâtı otoriteleri eserlerine:Ahbârü’n-Nebî (Hz. Peygamber -a.s.- ile ilgili haberler) de denilen siyer ile başlamışlardır. Zira sahabe, Peygamber Efendimiz (a.s.) tarafından yetiştirilen ve dünya tarihinin yönünü tevhide doğru çeviren öncü/kurucu nesildir. Peygamber Efendimiz’in (a.s.) muhteşem eserinin (hadîs, siyer, rivâyet tefsirleri gibi eserler ile İslâm ilimleri bunun aynasıdır) müşahhas hale gelmiş şekli, sahabe neslidir. Sahabe nesli: ilim, talim-terbiye, ibadet, dua, ihlâs, takva, züht, istiğna, cihâd, isâr, üstün aile yapısı, dayanışma, idare, yargı, adalet, iktisat, savaş, imâr, teşebbüs, fedakârlık, çalışkanlık, tutumluluk, cesaret ve cömertlik gibi hayatın her alanında üstün ahlâk ve hasletler göstermiş ve sınırsız faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Yirmi üç yıllık peygamberlik devrinde, yüz binlerce insanın, çeşitli vesilelerle Hz. Peygamber’le (a.s.) muhatap olduğu ve İslam’ı kabul ettiği tarihi bir sabitedir. Hz. Peygamber’in (a.s.) sahabesi olan bu insanlar Arap yarımadasının muhtelif yerlerine dağılmış, bir kısmı yerleşik, bir kısmı göçebe olarak yaşamış, bir kısmı da Arap yarımadası dışından Mekke ve Medine’ye gelip Hz. Peygamber’le (a.s.) görüştükten sonra ülkesine geri dönmüştür.
Bizzat Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber (a.s.), sahabeye büyük bir değer atfetmiştir. Hz. Peygamber (a.s.) hayattayken ve vefatından sonra, 115 yıl kadar, sahabiler kendilerinden sonraki kuşaklara, İslâm Dini’ni bilgi ve uygulama olarak nakletmek konusunda çok büyük gayret ve fedakârlık göstermiştir. Bunun neticesinde sahabiler, İslâm Dini’nin devamlılığını sağlamak konusunda fevkalade bir başarı gösterip vazifelerini hakkıyla ifa etmişlerdir.
Sahabilerin isim, biyografi ve faaliyetlerini tespit işi, İslam ümmetinin ilgisine mazhar olmuş ve onların aziz hatıralarının yaşatılmasına büyük önem verilmiştir.
(1) Sahabilerin toplam sayısı, (2) değişik kaynaklardan tespit edilerek isimleri tabakat kitaplarında kaydedilen ve haklarında az-çok bilgi verilenlerin sayısı ile (3) Hz. Peygamber’den (a.s.) rivayette bulunup rivayetleri kaydedilen sahabilerin sayısı üç farklı meseledir.
1) Sahabilerin toplam sayısı konusunda değişik kayıtlar bulunmaktadır. Mesela İmam eş-Şafiî’ye (150-204/767-820) göre, Hz. Peygamber (a.s.) vefat ettiğinde, Müslümanların mevcudu; 30.000’i Medine’de, 30.000’i Medine dışında olmak üzere 60.000’dir. EbûZür’a er-Râzî’ye (264/878) göre Hz. Peygamber (a.s.) vefat ettiğinde onu (a.s.) gören ve ondan bir şeyler duyan 114.000 insan vardı.[2] M. Hamidullah ise sahabilerin toplamının 140.000 kadar olduğunu kaydeder.[3]
2) Değişik kaynaklardan tespit edilerek isimleri tabakat kitaplarında kaydedilen ve haklarında az-çok bilgi verilen sahabe sayısı konusunda yaptığımız araştırmaya göre, İbnAbdilber’inel-İstî’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb’ında 3635, İbn Hacer’in el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe’sinde 12446, İbnü’l-Esîr’inÜsdü’l-Gâbe’sinde 7554, ez-Zehebî’nin(673-748/1274-1347) TecrîdEsmâi’s-Sahâbe’sinde 8866 sahabe ismi kaydedilmiş ve haklarında bilgi verilmiştir.
3) el-Hâkim en-Nîsâbûrî’ye (321-405/933-1014) göre 4000, ez-Zehebî’ye göre bunlar en fazla 2000, İbnHazm el-Endelüsî’ye göre (393-456/993-1064) ise 999 sahabe[4] Hz. Peygamber’den (a.s.) rivayette bulunmuş ve bu rivayetler değişik hadis kaynaklarında kaydedilmiştir.
Sahabiler hakkında hadîs külliyatlarının fezâilü’s-sahabe gibi bölümlerinde, ensâb kitaplarında ve muhtelif kaynaklarında da pek çok bilgi bulunmaktadır.
Kapsamlı bir sahabe ansiklopedisinin Türkçe olarak hala yazıl(a)mamış olması ise büyük bir eksiklik ve kayıptır.
Böyle bir ansiklopedinin telifinde, İslâm ilim yöntemlerine bağlı kalınmalıdır. Bu ansiklopedide daha önce yazılmış sahabe tabakatlarının tekrarları giderilerek birleştirilmelidir. Başta hadis kaynakları ve ensâb eserleri olmak üzere Hz. Peygamber (a.s.) ve sahabe devrini konu edinen ve rivayeti esas alan muhtelif alanlardaki kaynaklar da taranmalıdır. Olgu ve olay tespiti yapılıp edebi anlatım esas alınmalıdır. Haritalar, güzergâhlar, savaş yerleri, sahabe makam, kitabe ve kabirlerinin görüntülenmesi gibi konularda, günümüz imkânlarından yararlanılmalıdır.
Hz. Peygamber’in (a.s.) siyeri okunurken çoğu zaman farkına varılmadan düşülen ciddi bir hataya dikkat edilmesi gerekir.
Hz. Peygamber (a.s.) devrinde, kurrâlık (mukri’), kadılık ve -çoğu zaman toplumun sevk ve idaresiyle ilgili komutanlık, imamlık, din öğreticiliği gibi vazifeleri de içeren- amillik gibi vazifeler, sırf Allah rızasını tahsil etmek ve din-i mübîn-i İslâm’ın yayılması ve kökleşmesi gayesiyle toplumun en itibarlı ve ehliyetli fertleri tarafından yerine getirilirdi. Daha sonraları ise bu vazifeler birer branş ve meslek gruplarına dönüşmüştür. İbnHaldûn, bu tarihsel değişime dikkat çekmiştir.
İbnHaldûn’a göre, farklı şeyleri mukayese edip karşılaştırmak ve birilerini örnek alıp taklit etmek, insanın bilinen bir özelliğidir. Bu yapılırken dikkat edilmesi gereken pek çok husus gözden kaçar. Geçmişe ait haberler, yaşanan zamanla mukayese edildiğinde, pek çok şeyin değişmiş olduğu gerçeği dikkate alınmazsa, çoğu zaman ulaşılan sonuçlarda veya verilen hükümlerde hataya düşülür.
İslâm’ın ilk dönemleri ile Emevî ve Abbâsî devletleri zamanında, ilim, bir meslek ve geçim kapısı değildi. Aksine o zaman ilim sadece Şâri’den işitilenlerin nakledilmesi ve din konusunda bilinmeyenlerin öğretilmesiydi. Bunu da toplumun en ileri gelenleri ve liderleri yapardı. İnsanlara Allah’ın Kitabı’nı/Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’in (a.s.) Sünnet’ini öğretenler, bunu meslekleri olduğu için değil, bildiklerini tebliğ etmek için yapardı. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın, kendilerinden bir peygambere indirdiği yol gösterici bir kitap, İslâm inandıkları dindi. Onun uğrunda savaştılar ve canlarını feda ettiler. İnsanlar arasında ilk onlar bu şerefe nail oldular. Bu yüzden, İslâm’ı tebliğ edip öğretmeye çok önem verirlerdi. Üstün sosyal statüleri İslâm’ı öğretmeye engel olmazdı. Hz. Peygamber’in (a.s.), Arap kabileleri temsilcilerine, İslâm’ı öğretmek için ashabının ileri gelenlerinden başta -hayattayken cennetle müjdelenmiş- on sahabisini (aşere-i mübeşşere) ve diğerlerini görevlendirmesi, buna en iyi örnektir.
Nihayet İslâm yerleşip sabitleşti, kökleşip dal budak saldı, çok uzaktaki toplumlar İslâm’a girdi. Zamanın geçmesiyle durumlar değişti ve sürekli ortaya çıkan yeni meselelerden dolayı şer’înasslardan (Kur’ân-ı Kerîm veSünnet’ten) hüküm çıkarmak çoğaldı. Bunun neticesinde İslâm dinini hatalardan koruyacak birilerine ihtiyaç duyuldu. İlimler ve din öğretimi, branş ve meslek hâline geldi.[5]
Siyer araştırmalarında ihmal edilmemesi gereken temel ve yardımcı kaynaklar şunlardır:
1- Taberî’ninCâmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân gibi Kur’ân-ı Kerîm’in öncelikle rivâyet tefsirleri,
2- Hadîskülliyâtları ve şerhleri: Hadîs, -İslâm’ın ilk asırları için- bir nevi İslâm tarihidir. İşte bu sebepledir ki –Allah rahmet eylesin ve razı olsun- İmâmEbûAbdillah Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî (194-256/809-869), eserine,el-Câmi’u’s-Sahîh el-Müsnedu’l-Muhtasar MinUmûriRasûlillah ve Sünenihi ve Eyyâmihi (الجامع الصحيح المسند المختصر من أمور رسول الله صلى الله عليه و سلم وسننه وأيامه) adını vermiştir.
3- Siyer-megâzî kaynakları ve şerhleri,
4- Sahabe ile ilgili tabakât ve ensâb kitapları,
5- Hz. Peygamber (a.s.) ve sahabe dönemi rivâyetleri ile çeşitli yönlerden ilgilenen ve değerlendirmeye tabi tutan bütün klasik dinî kaynaklar,
6- Câhiliye devri tarihi ile Câhiliye, Hz. Peygamber (a.s.), sahâbe ve tabiîn devri şiiri,
7- İslâm coğrafya kaynakları,
8- Lisânü’l-Arap gibi klasik Arapça lügatler,
9- Hz. Peygamber (a.s.) devri dünya tarihi ve kronolojisi: Hz. Peygamber (a.s.) devri dünya tarihi ve kronolojisi araştırılırken; bir miktar mevlid-i nebevî öncesine uzanıp, oradan vefata kadar vuku bulan önemli olaylar Arap yarımadası merkezde tutularak incelenmeli ve Hz. Peygamber (a.s.) devri olaylarıyla ilişkilendirilmelidir.
Bu çalışmamızda hem siyer-megâzî kaynakları hem hadîs ve tabakât kitaplarında doğrudan siyer-megâzîyi konu edinen bölümler -kanaatimizce tatminkâr bir düzeyde- taranmıştır.
Hz. Peygamber (a.s.) devri fizikî ve beşerî coğrafyası ile ilgili ölçekli, uydu destekli ve güncel haritalar, o devirde kullanılan mesafe ölçme birimleri, ulaşım araçlarının sürati ve bunların günümüz değerleriyle ifade edilmesi, siyer araştırmalarında yapılacak tahlillerde gerekli araçlardandır.
Hz. Peygamber (a.s.) devri coğrafyasına dair bilimsel yöntemlerle hazırlanmış ayrıntılı eserler ilim âlemine kazandırılmalıdır. Değerli araştırmacılar, Hz. Peygamber (a.s.) devri tabiî ve beşeri coğrafyasını günümüz teknolojilerinden yararlanarak çalışmalıdır. Böyle çalışmalarda yer alacak bütün haritalar vbdökümanlar, uydu destekli ve ölçekli veriler şeklinde hazırlanmalıdır. Bu eserlerin içerdiği harita vbdökümanlar, şehir, köy, dağ, nehir, ova, vadi, tarım alanları, orman ve türleri, maden yerleri, ticaret yerleri ve yolları vs içermelidir: O zamanki her türden yer isimlerini, yerleşim birimlerini, mesafelerini, bunların tespit edilebiliyorsa o günkü nüfuslarını, dinlerini, geçim vasıtalarını, meşhur oldukları ve benzeri şeyleri de -fakat güncel durum ve karşılıkları ihmal edilmeden- ihtiva etmelidir.
Kısacası tarih, insanı zaman ve mekân kategorileri içinde ele alır. Hz. Peygamber (a.s.) devri mekân kategorisi, başka bir deyişle “Hz. Peygamber (a.s.) devri coğrafyası” çalışılması gereken fevkalade önemli bir araştırma konusudur. Ve maalesef -bildiğimiz kadarıyla- Hz. Peygamber (a.s.) devri coğrafyasını ele alan ölçekli haritalar ve benzeri verileri içeren ayrıntılı atlaslar mevcut değildir.[6] İslâm coğrafya kaynaklarında fevkalade zengin ve çeşitlilik arz eden veriler ziyadesiyle mevcuttur. Ama bunların çoğu, özellikle de Hz. Peygamber (a.s.) devri coğrafyasıyla ilgili olanlar günümüz imkân ve teknolojilerinden de yararlanılarak güncelleştirilmeyi beklemektedir.
[1] Yüce Allah’ın Peygamber’e salavatı, ona rahmet etmek ve kulunun şanını yüceltmektir. Meleklerin salavatı, Peygamber Efendimizin şanını yüceltmek, müminlere Yüce Allah’tan bağış dilemek anlamınadır. Müminlerin salatı ise ona (a.s.) dua anlamına gelmektedir. Yüce Allah, bütün müminlere, Peygamber Efendimize salat ve selam getirmelerini emretmekte ve ona (a.s.) saygı göstermelerini istemektedir. “Allahümmesalli ala Muhammedin” demek salat, “Esselamüaleykeeyyühe’n-Nebiyyü” demek selamdır. Peygamber Efendimizden rivayet edilen çok sayıda salavat-ı şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salat ve selam getirmek, Peygamber Efendimizin sevgisini celbeder, şefaatine sebep olur.
[2]İbnü’l-CevzîEbu’l-FerecCemâleddînAbdurrahmân b. Ali b. Muhammed el-Bağdâdî et-Teymî el-Kureşî (510-597/1116-1201), TelkîhFuhûmEhli’l-Eser fî Uyuni’t-Tarih ve’s-Siyer, Kahire: Mektebetü’l-Âdâb, 1975, s. 103.
[3] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1990, I,273.
[4] Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (393-456/993-1064), Esmâ’ü’s-SahâbeVemâLi Külli VâhidinMinhumMine’l-Aded, thk. Mes’ade Abdülhamid es-Sa’dini, Kahire ts., s. 95; el-Hafız Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî (673-748/1274-1347), TecrîdEsmâi’s-Sahâbe, Haydarabad 1315, II,4.
[5]İbnHaldûnEbûZeydVeliyyüddîn Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasan el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî (1 Ramazan 732 – 26 Ramazan 808/27 Mayıs 1332 – 17 Mart 1406), Kitâbü’l-İber ve Divânü’l-Mübtedave’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arabve’l-‘Acem ve’l-Berber ve men-‘Âserehümminzevi’s-Sultâni’l-Ekber, Beyrut 1413/1992, I,30-31 (Bu eserin ilk cildi: İbnHaldûn’un ünlü Mukaddime’sidir).
SİYER-İ NEBİ DERGİSİ 26. SAYI / MART-NİSAN 2014
Add new comment