...Nokta, elif, lam, he. Ve kalem düştü yere…
Kamış kalemi aldı eline. Kim bilir hangi sazlıktan koparılarak toprağından, hemcinslerinden ayrı yalnızlığa düşen; şimdi ise bir âdemin elinde kâğıda yâren, Rabbin üzerine yemin ettiği kalem. Ayetin sıcaklığıyla tuttu kamış kalemi: “Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına and olsun[1]…”
Kalemi tutturana, kalemle yazdırana hamd olsun.
Caminin namaza şahit mumlarının yanarken çıkardıkları islerden yapılmış mürekkebini çekti kendine doğru. Kamışı mürekkeple buluşturdu. Ve mürekkebi kâğıtla.
Önce bir nokta kondurdu kâğıda besmele ile… Her şeyin başlangıcı bir nokta… Tüm çizgileri, harfleri oluşturan ama harfin suretinde görmediğimiz, fark edemediğimiz nokta. Canlıda hücre, maddede atom gibi… Kâinatta bir zerre gibi… Bir an, bir nokta, kalemin ucunda.
Ve bu noktadan sonu noktayla biten zarif nazlı bir çizgi çekti kendine doğru. Aharlı kâğıt üzerinde bir elif… Yaprak gibi titreyen elif… Yalnız elif… Noktalardan oluşan fakat noktasız elif… Kendinden sonrakilere bağlanmayan ama bağlanılan elif… Uzun uzun baktı elife, elif de kendisine… Ve bir elif miktarı uzadı sessizlik an içinde.
Kâğıda düşen elif ‘öz’geçmişiydi insanoğlunun. Zira, bir noktayla başlayıp, diğer bir noktada son bulan; birinci tekil yalnızlıkla yol alan kuldur elif. Harflerle çevrili de olsa, yek başınadır satırlar arasında… Bazen sesine ses katar bir başka harfin, bazen yok olur gider iki harf arasında, bazen bir harfle yan yana gelir meydan okur mâsivaya… Bazen arza onunla yazılan kalem olur, manalara suret kelamlar onunla hayat bulur. Bazen semaya uzanan bir şahadet olur, “Bir” olanın birliğini haykırır tek başına. Kâinatın ayeti insan gibi, Kitab’ın ayetidir elif. Manaya tercüman alfabenin ilk harfi gibi, imana ilk adımdır elif. Elif, elf (ألف :bin) anlam taşır… Kelamlar tükenir yolunda da elif hep önde ve kıyamdadır.
Tüm yaratılmışlar gibi Yaradan tarafından var edilen elife bir süre gıptayla baktı. Elif gibi dosdoğru bir kul olabilmek için gayret etmişti hayat boyu. Ve Elif gibi Rabbi’nin “biricik”liğini terennüm ederek bitsin istiyordu hayatının sonu.
Fakat biliyordu, elif yeterli değildi bunu anlatmasına. Zira O’nun vahdaniyetine iman için tüm mâsivayı red gerekirdi. “Yalnız O!” LÂ (لا) idi bu reddin imgesi/timsali… Elifle buluşunca mâsivayı silen LÂ olurdu harf-i lâm.
Bu ilhamla ve kararlılıkla kalemini yöneltti kâğıda. Ve bir “lâm” çekti elif boylu, sonra bir daha. Adeta tekrar tekrar reddediyordu O’ndan başka her şeyi. Lale çanağına benzer lâtif bir şekil oluşturmuştu siyah mürekkep ile kâğıt üzerinde.
O’ndan başkalarını reddetmenin saflığıyla şimdi O’nu zikredebilecekti kalbi, dili, tüm zerreleri… Dilini damağından, kalemini kâğıttan ayırmadan devam etti.
Ve son harf, son nefes… Bir “hu”. Ekledi hayatının “L”sından sonra hu’yu. Bir nefes gibi verdi kâğıda mürekkebi… Son harf. Son nefes. Hu.
Ve kalem düştü yere.
Add new comment