Bu Sözler Ariflere Adandı
Derler ki, küçük beyinler insanları, orta beyinler olayları, büyük beyinler ise fikirleri konuşurlar.
Kur’an-ı Kerim’de geçen isimlerin hemen hepsi, başlarına gelen bir olay sebebi ile zikredilirler. Olayın anlatılmasının sebebi ise “belki düşünüp ibret veya öğüt alasınız” diye açıklanır. Aslolan o olay üzerinden elde edilecek tefekkürdür zira…
Bu millet tarih okumayı sever. Son asra kadar tarihi doğru da okurdu. Ama şimdi bu milletin, bu sevdasını suistimal edenler; kişiler ve onların özel hayatları üzerinden sokak tarihçiliği yapıyorlar. İplikleri pazara çıkınca da “canım bu bir kurgu” deyip geçiştirmeye çalışıyorlar.
Kanuni’nin babası Yavuz’un son seferi Avrupa tarafına idi. Evvelinde doğunun iki büyük imparatorluğunu dize getiren, hatta birini yıkan Yavuz’un ölümü Avrupa’da büyük sevinç uyandırmıştı. Artık kendileri için korkacak bir şey kalmadığını düşünmelerinin bir sebebi de tahta çıkan oğlu Sultan Süleyman’ın 25 yaşında bir genç olmasıdır şüphesiz. Ancak genç padişah ilk sefer-i hümayununu, daha önce dedesi Fatih’in kuşatıp da alamadığı Belgrat Kalesi’ne yapar. Bu, o günkü dünyaya verilen çok ciddi bir özgüven mesajıdır. Ve Belgrat’ı alır. Avrupa’da buz gibi rüzgârlar eser. Ertesi yıl ikinci seferini Rodos Adası olarak belirler ki, orası yine dedesinin kuşatıp da alamadığı, babasının da kuşatmaya teşebbüs edemediği bir yerdir. Orayı da alır.
Aynı zamanda bu genç, 73 yaşına geldiğinde çok ağır gut nöbetleri yaşarken ordusunun başında sefere çıkacaktı.
Aynı anda dünyanın birbirine çok uzak üç ayrı bölgesine ordu ve donanmasını gönderip üçünden de zafer kazanan bir cihangirdir o.
Hapsedilmiş kralları kurtarıp tâcına, tahtına iade eden; kendisinin tabiri ile krallara taç giydiren “es-Sultan, ibnü’s-Sultan”dır o.
Süleymaniye’nin bânisi, İbrahim Gülşenî’nin muhibbi, Yahya Efendi’nin sütkardeşi, Mihrümâh’ın babasıdır o.
Dünya tarihinde Hacerü’l-Esved’in gölgesi altında yatan tek emirdir.[1]
Ki biz tesadüfsüzlüğe iman etmiş bir iklimin çocuklarıyız.
O, Belgrat, Rodos ve Bağdat’ı Hazreti Fahr-i Kâinat için aldı.[2]
Bir emri ile Avrupa’da bir dansın oynanmasını yasakladı.
Dünyanın en güçlü ordusunun komutanı, Barbaros’un, Mimar Sinan’ın, Ebussuud Efendi’nin, Piri Reis’in zafer ve başarı koleksiyonu yaptığı dönemlerin hükümdarıdır.
O, Viyana’ya kadar gitti, ondan sonrakiler daha öteye gidemediler.
Sadece tek bir seferde bir ülkeyi tarihe gömdü. (Macaristan)
Altı saatte, bir meydan muharebesi kazandı. (Mohaç).
Dünyada olup biten her şeyi takip etti. Bu yüzden Martin Luther’i de, Kristof Kolomb’u da tanıdı.
Fransuva’yı hapisten, Luther’i ölümden kurtarıp, ülkesinin çıkarları için kullandı. Keşke biz, ucuz sokak tarihçiliği yaparak karısını konuşmak yerine, bu azmi, bu heybeti, bu gayreti konuşabilseydik.
Bir gece Rasûlullah’ı rüyasında görmüştü. Rasûlullah onu alıp Eski Saray’ın arkasındaki boş çayırlık alana götürdü ve “Şuraya bir mescit yap.” dedi. Uyanır uyanmaz mimarbaşını çağırdı. Öyle bir mescit yaptırdı ki, mimarının ifadesi ile “kıyamet koparken kubbesi tek parça halinde yere düşecek”ti.
Sultanahmet’i turizme, Ayasofya’yı gizli antlaşma maddelerine kurban ettiğimiz günlerden beri, huşu içinde namaz kıldığımız, feyz alabildiğimiz elimizde kalan ender mekânlardan biridir Süleymaniye.
Hem siyasi dehaya, hem de askeri dehaya sahip nadir kahramanlardan biridir o.
Bir milletin tarihinde, sadece onun gibi bir şahsiyet yer almış olsa üzerine yüz tane opera besteler; elli adet film çekerlerdi. Ama biz, kendi güneşlerini karartan vefasız ve arızalı bir nesil olduğumuz için onların da yardımı ile Fatih’e, katledilen bir kardeş; Yavuz’a, zehirlettirilen bir baba bulduk. Ama bu güneş tek erkek evlattı ve babasının ölümünden sonra tahta çıkmıştı. Karartmak için bir şey bulmak gerekiyordu. Ona da sisler içinden bir “haseki” buldular. Elimizde eşine yazılmış muhabbet dolu üç beş özel ve Polonya Kralı’na yazdığı üç resmi mektuptan başka güvenilir hiçbir kaynağa sahip olamadığımız bu hanım, onlar için biçilmiş kaftandı. Onu ve şehzade Mustafa’yı kullanarak bir devden, cüce yonttular. Sokak tarihçileri, bu konuda hakikaten çok başarılı(!) oldular.
Hürrem’in kıldığı teheccüt namazı kadar hayatı boyunca farz namazı kılmamış adamlar, onun mektubunda bahsettiği “el-hükmü lillah ile âmil olasız”ı anlamaktan ve çözmekten aciz kafalar, bu gün ondan bahsediyorlar. Ona koynunda haç taşıtıyorlar. İslam hukukuna ait tek bir sayfa okumadan, cariyeliğin köleliğin veya haremin Osmanlı’daki uygulamasını tıpkı bir oryantalist kafası ve cehaleti ile anlatmaya çalışan bu ruhlarla Hürrem’in yarın o en büyük ve en adil mahkemedeki mükâlemelerini öylesine büyük bir hasretle bekliyorum ki…
Ben size Kanuni’nin bizzat şahsına ait sözlerini vereceğim. Aşağıdaki o sözleri önünüze, elinizi de vicdanınıza koyduktan sonra eğer hâlâ Mustafa veya Hürrem konusunda elimizde yeterli detay bilgi olmamasına rağmen aptal ve gâfilâne hatta bir zalim gibi davrandığını düşünüyorsanız size sadece Mevlana Hazretleri’nin dediği gibi derim:
Kötü idiysek göçtük gittik kötülüklerimizle,
İyi idiysek iyiliklerimizle anın bizi.
İşte Kanûnî’ye ait beyitlerden bir kaçı:
Nefse hazzın ey Muhibbî vermegil hayvân sıfa
Zapt-ı nefs et ârif ol âlemde insanlık budur
—————————————————————-
Bize farz olmuş iken olmamız İslam’a zâhir
Nice bir oturalım bunca günâhı çekelüm
Umarum rehber ola bize Ebû Bekr ü Ömer
Ey Muhibbi yürüyüp Şark’a sipahi çekelüm
————————————————
Nûr-i âlemsin bugün hem dahi mahbûb-ı Hudâ
Eyleme âşıkların bir lahza kapından cüdâ
Gitmesin nâm-ı şerîfin bu dilimden dem-be-dem
Dertli gönlüme devâdır cân bulur ondan safâ
Umaram her bir adın başka şefâ’at eyleye
Ahmed ü Mahmûd Ebu’l-Kâsım Muhammed Mustafâ
Çünkü denildi ona “ ve’ş -Şems” dahi “ve’d-Duhâ”
Rûyuna alnına mihr ü mâhı benzetsem nola
Bu libâs u hây hûy u tantana nedir dilâ
Eğnine hil’at yeterken bir palâs u bir abâ
Cürm ü isyânım bir bîrûndur gerçi hadden serverâ
Sen şefâ’at kânısın geldim sana şefkat uma
Bu Muhibbî tövbe eyler tövbesin eyle kabûl
Fitne-i şeytandan sakla onu yâ Rabbenâ
——————————————————–
Dedim ya… Bu sözler âriflere…
[1] Hacerü’l-Esved’ten kopan parçalardan biri Sultan Ahmet Camii mihrabında, dördü Sokullu Mehmet Paşa Camii’nde biri ise, Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin girişindeki pencerenin kilit taşı üzerinde bulunmaktadır.
[2] Osmanlıda Peygamber Sevgisi, Ziya Demirel, Avni Arslan, Ankara, 2008, s.69.