Namaz İbadeti ve Namazı Anlamak
Dr. Yılmaz FİDAN
Namaz
İmandan sonra en faziletli ameller arasında sayılan[1] ve kelime-i şehâdetten sonra İslâm’ın en önemli rüknü olan vaktinde kılınan namaz, aynı zamanda mükemmel bir duadır. Belli davranışlar ve özel rükünler ile Cenâb-ı Allah’a kulluk etmenin bir ifadesidir. Yaratıcıyla konuşmak, O’nu daima hatırlamaktır. O’nun büyüklüğünü tekrar tekrar söylemektir. Huzurunda saygıyla eğilmektir. Müslüman’ın kendi aczini ve çaresizliğini O’na itiraf etmesidir. Hayat boyu devam ettirmesi gereken bir yakınlık, “yardım isteme” ve bağlılıktır. Namaz, Müslüman’ın bütün varlığıyla, diliyle, kalbiyle ve bedeniyle Allah’a yönelmesidir. O’na teşekkür ifadesidir. Namaz, bütün ibadetlerin özüdür, “Dinin direğidir.”[2]
Namazı Anlamak
Kaynaklarda, İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren namaz ibadetinin mevcut olduğu yazılıdır. Hatta namaz ibadeti tarihinin, İslâm’dan önceki peygamberler zamanına kadar uzandığı da görülür. Bir âyette namazın müminler için vakitleri belli bir “farz” olduğu belirtilmiş[3]; vakitlerine ise Kur’an’ın kendine özel üslubu ile doğrudan veya işaret yoluyla değinilmiştir. Hadis kaynaklarında, mi‘rac hadisesini takip eden günlerde Cebrâil’in, Kâbe’de Hz. Peygamber’e imamlık yapmak suretiyle beş vakit namazı kıldırdığı, namazların başlangıç ve bitiş vakitlerini uygulamalarıyla gösterdiği ve bunları ayrıca sözlü olarak da açıkladığı haberi bulunur.[4]
“Müslüman kulun kıyamet günü ilk olarak farz namazlardan hesaba çekileceği” hatırdan çıkarılmamalıdır.[5]
Farz namazlar, kendi içinde farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olmak üzere iki gruba ayrılır. Yükümlülük çağına gelen her Müslüman’ın yerine getirmekle mükellef olduğu günde beş vakit namaz ve Cuma namazı farz-ı ayın grubu içerisinde yer alır. Cenâze namazı, ölen bir Müslüman için cemaatle kılınması gereken bir namazdır ve ikinci gruptaki farz-ı kifâyeye örnektir.
Vâcip namazlar adı altında bir grup namaz daha vardır ki, buna vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı namazları örnek verilir.
Nâfile namazlar ise genel olarak farz ve vâcip namazlar dışında kalan namazlardır. Hz. Peygamber’in günlük beş vakit namazlardan başka değişik zamanlarda ve değişik vesilelerle kıldığı namazlar vardır. Hz. Peygamber’in bu tür namazlara ayrı bir önem verdiği bilinir. Kıyamet gününde Müslüman’ın hesaba çekilirken farz namazlarında eksik bulunması halinde Allah’ın meleklerine, kulun nâfile namazları varsa bu söz konusu eksiklerini, bunlarla tamamlamalarını emredeceği rivâyet edilmiştir.[6] Farz namazların ve bunlara bağlı nafile namazların camide kılınması, nâfile namazların ise evde kılınması daha faziletli görülmüştür. Müslümanlar arasında farz namazların öncesinde veya sonrasında yer alan “sünnet namazların” farzlara hazırlayıcı ve onları koruyucu olarak değerlendirilmesi yanı sıra Hz. Peygamber’e bağlılığın bir ifadesi olarak anlaşılması sonucu bu namazların olabildiğince kılınması tavsiye edilmiş ve terk edilmesi hoş karşılanmamıştır.[7]
Farz namazların genellikle vaktin ilk girdiği anda kılınması daha faziletli sayılmıştır. Böylece namaza ısınmak ve onunla daimî irtibatı ve alakayı sağlamak kolaylaşacak ve namaz kişide alışkanlık hâlini alacaktır. Bunun sonucunda zamanı tanzim etmek ve böylece ömrü bereketlendirmek, bedenî rahatlık ve ruh sağlığı kazanmak şeklinde sıralanabilecek bir dizi faydalar husule gelecektir.
Namazın belirlenmiş vakitler içinde kılınmasına “edâ”, vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine veya tamamlanmasına “kazâ”, vakti içinde kılınırken rükünlerinde eksiklik bulunması sebebiyle yeniden kılınmasına ise “iâde” adı verilmiştir. Buna göre herhangi bir namazın, özürsüz olarak vaktinde kılınmaması ve kazâ edilmek üzere bile bile ertelenmesi günahtır. Hanefîler dâhil olmak üzere fakihlerin büyük çoğunluğu bilerek namaz kılmama halinde kazâ ile birlikte ayrıca tövbe edilmesi gerektiği görüşündedirler.[8]
Namaz Nasıl Kılınır?
Namazın dosdoğru kılınması için “ta‘dîl-i erkân”ı ile farzına, sünnetine, adabına riâyet edilmesi gerektiği, herkesin bilgisi dâhilindedir. Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler müstakil bir inceleme konusu olmakla beraber burada ta‘dîl-i erkâna değinmekte fayda olduğunu düşünmekteyiz. Buna göre ta‘dîl-i erkân, “namazın rükünlerini düzgün, yerli yerinde ve düzenli olarak yapmak” demektir. Bu fiil, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre namazın vâciplerinden biridir. Hanefîlerden Ebû Yusuf’a ve diğer mezheplere göre farzdır. Yerine getirilen rüknün tam yapıldığına kanaat getirilmesi anlamında olarak “tuma’nîne” kelimesi ile de ifade edilmektedir. Tuma’nîne, rükûda, rükûdan doğrulma sırasında, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta söz konusudur. Bu noktada Müslüman’ın kıldığı her namazı, veda eden kişinin kıldığı son namaz imiş gibi düşünerek kılmasının, amaçlanan sükûnet halini sağlamaya yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz.
Namazın en önemli âdâbı, Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak huşû ve kalp huzuru içinde bulunmaktır. Namazda huşûun sağlanmasına yardımcı olmak amacıyla kıyamdayken secde yapılacak yere, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, otururken kucağa, selâm verirken omuz başlarına bakmak namazın âdâbı arasında zikredilmiştir. Dolayısıyla O’nun huzurunda iken başka yönlere bakmak doğru olmaz.
Namazın tek başına kılınması mümkün olmakla beraber cemaatle kılınması tek başına kılınmasından daha iyidir. Hz. Peygamber’in cemaatle kılınan namazın tek başına kılınandan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu belirttiği hadis unutulmamalıdır.[9]
Namaz, alışkanlık haline getirilmesi gereken bir ibadet olması sebebiyle diğer ibadetlerden farklıdır. Hz. Peygamber’in de tavsiye ettiği gibi namaz eğitimi küçük yaşta ve ailede başlamalıdır. Bunu destekleyen komşu ya da akraba çocuklarıyla bu eğitimi pekiştirmek mümkündür. Çocukların kendi yaşıtlarıyla bir arada namaz kılarak vakit geçirmeleri olabildiğince erken yaşta sağlanmalıdır. Bilindiği üzere birçok yetişkin insan, gönül dünyasında namazı “Ah bir namaz kılabilsem!” diye temenni etmesine rağmen çocukluklarında alıştırma sürecini yaşamamış olmalarından dolayı bu isteklerini kuvveden fiile geçirememektedir. Aileleri tarafından küçük yaşlarda namaza alıştırılan çocuklarda namazı kılmak normal hâl alırken, kılamamak anormal bir durum teşkil etmektedir. Hatta bu çocukların namazlarını kılamadığı zamanlarda rahatsızlık hissettikleri de söylenmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in: “Çocuklarınıza yedi yaşına eriştiklerinde namazı emredin.” buyurmuş olması bir tesadüf eseri değildir.
Tabiidir ki eğitimcinin; namaz kılmanın bir ihtiyaç, bir teşekkür ifadesi ve bir sevgi bağı olduğunu muhatabın dikkatine sunması doğru seçenektir. Bu yaklaşım, ergenlikte ve erişkinlikte kişinin isteyerek namaz kılmasını ve bunu gönül rızası ile seve seve yapmasını sağlar. Buna karşılık, namazın bir borç olduğunu sık sık telkin etmek, çocuklarda namaza karşı zamanla bir soğukluğa yol açabilir. Bu yaklaşım ise, tabir caizse, kaş yaparken göz çıkarmak diye ifade edilir.
Günümüzde Namaz
Günümüz Müslüman’ı, nerede olursa olsun asla namazını kaçırmamalıdır. İsterse uçakta, gemide, trende, otobüste olsun fark etmez. Bunu temin için özellikle abdestli bulunmaya ve devamlı bir teyakkuz hâli içinde yaşamaya özen göstermelidir. Kulağı her zaman ezanda olmalıdır. Namazlarını asla kazaya bırakmamalıdır. Hz. Yunus misali balığın karnında dahi olsa namazından gafil olmamalıdır. Her gün düzenli biçimde Kur’an okumak ile her zaman namaza hazır vaziyette olmak birbirini destekler. Çünkü her iki ibadeti yerine getirmek için abdestli bulunmak bir şarttır ve gerekliliktir. Bunun dışında namazı geçerli kılacak kadar düzgün Kur’an okuyuş, okunan sûre ve dualara ilişkin bir anlam bilgisi altyapısı için öğrenim görmek, yine hiçbir Müslüman’ın müstağni kalamayacağı bir ameldir. Ancak bu sayede kişi, Kur’an’ın mesajını anlamaya ve tefekkür etmeye fırsat ve imkân bulabilir, kıldığı namazdan haz ve zevk alabilir.
Kaza Namazı
Müslüman, her şeye rağmen kazaya kalan namazları varsa bunları hesaplayarak bir an önce tamamlamalıdır. Aksi halde zimmetine terettüp eden kaza namazları sonraya kalacaktır. Bunun manevî mes’ûliyeti ise çocuklara hatırlatılmalıdır.
Namazın bir dua olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Namazı kesintiye uğratmadan kılmalıdır ki, kulun sonradan zuhur edecek istek ve dualarını, Cenab-ı Allah’a arz etmeye yüzü olsun ve duanın seri halde icabetine yani kabul edilmesine daha yakın olsun. Namazın, müminin miracı olarak kabul edildiği, kulun Allah’a en yakın hâlinin namazdaki secde hâli olduğu da bu görüşü te’yid etmektedir.
Namazı Terk Edene Ne Var?
Hz. Peygamber’in kişi ile şirk-küfür arasında namazı terk etme eylemi bulunduğunu ifade etmesi[10] namazı bile bile terk edecek kişinin acı sonunu bildirmesi bakımından ilgi çekicidir. Ebû Hanife’nin kendisine yöneltilen “namaz kılmayanın kâfir olup olmayacağı”na dair soruya onun “Ancak kâfir olanların namaz kılmadıkları”na dikkat çekerek cevap vermesi mânidardır.
Namazı, sırf Allah’ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak için kılmalıdır. Dünyalık bir amaca ulaşmak için namazı alet etmek, kişinin elinin boşa çıkmasına neden olur. Ayrıca namaza riya katmak da -Allah korusun- son derece sakıncalıdır.
Kişi çok sevdiği dostu ile birlikte bulunmaktan, vakit geçirmekten hoşlandığı gibi namaz esnasında yüce Allah’ın huzurunda geçirilen vaktin de hesabı yapılmaz. Çünkü Cenab-ı Allah kula sevgi bakımından en yakın olandır ve O’nun huzurunda geçen zaman kâr olarak bilinmelidir.
* Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, netyaz@gmail.com
[1] Müslim, İmân, 137-140.
[2] Müsned, V, 231, 237; Tirmizî, İman, 8.
[3] en-Nisâ, 4/103.
[4] Müslim, Mesâcid, 166, 179.
[5] İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât ve’sSsünnetü fîhâ, 202.
[6] Nesâî, Salât, 9.
[7] Yaşaroğlu, M. Kâmil, Namaz, DİA, XXXII, 353.
[8] Yaşaroğlu, M. Kâmil, Namaz, DİA, XXXII, 354.
[9] Buhârî, Ezân, 30.
[10] Müslim, İmân, 134.