Siyer Kelimesinin Dilbilim Açısından Tahlili ve Din İlimlerine Göre Tarifleri
Siyer, sîret (سيرة) kelimesinin çoğuludur. “Sîret”, “سير” kökünden “فِعْلَة” vezninde türetilmiş nev’ (tür) bildiren bir mastardır. Kelime sözlükte “gitmek, yürümek, seyahat etmek” (السَّيْر معروفٌ سار يَسِير سَيْراًومَسيراً) manalarına gelir. Sevgilisine kötü bir binekle giden kişinin kendi durumunu ifade etmek için kullandığı: “نعم السير على بئس العير” (kötü bir binekle ne güzel bir gidiş) şeklindeki özdeyişte olduğu gibi.
Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî adlı tefsirinde (Tâhâ Sûresi’nin 21. âyeti) verilen bilgilere göre sîret, “yürüyüşte vaki olan heyet (şekil/tarz) ve hâle” denir. Daha sonra kelime, yürüyüş kaydından soyutlanarak “bir şeyin üzerinde bulunduğu heyet ve hâl” manasını kazanmıştır. Bundan dolayıdır ki aynı kelime, “gidilen yol, gidişat, tutum ve davranış” gibi manalara gelen tarikat ve mezhep kelimelerinin karşılığı olarak da kullanılmıştır: “Selefin yolu” (سيرة السلف) ibaresinde olduğu gibi.[1]
“Heyet”, “hâl” ve “tarikat/mezhep” kelimeleri üzerinde de -fazla ayrıntıya girmeden- durmak gerekir. Zira yapılacak tetkik ve tahliller, sîret kelimesinin ıstılahî manalarının netlik kazanmasına katkı sağlayacaktır. Şöyle ki:
“هيأ” fiilinden türemiş kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilir.[2] “Heyet” kelimesi ise Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette geçer. İkisi de Hz. İsâ’nın (a.s.) bir mucizesi ile ilgilidir. Âyet meâlen şöyledir: “…Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu…” (وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي).[3] Heyet, suret/şekil demektir.[4]
“Durum, vaziyet” anlamına gelen ve Türkçeye de geçmiş olan hâl kelimesinin çoğulu ahvâldir. Kelâm ıstılahında, insanın ve genel olarak varlıkların değişen maddî ve manevi özelliklerini ifade eder.[5]
Tarikat, mezhep, sebîl ve sırât gibi kelimelerin anlamları ise malumdur.
Sîret kelimesinin, zikredilen anlamlarda kullanıldığına dair Cahiliye devri şiirinde de şahit bulunmaktadır. Mesela şairleriyle meşhur Beni Hüzeyl Kabilesi’nden Halid b. Muharris el-Hüzeli’nin (خالد الهُذَلِي), dayısı Ebû Züeyb’e (أبي ذُؤيب)[6] hitaben söylediği şu şiir buna delildir:
فَلاَ تغْضَبَنْ مِنْ سِيرَةٍ أَنْتَ سِرْتَهَا … فَأوَّلَ رَاضٍ سِيرَةً مَنْ يَسِيرُهَا
“Senin tercihin olan bir gidişattan dolayı öfkelenme
Zira tercih ettiği yoldan ilk razı olan o yolu tutandır”.[7]
“سير” kökünden türetilmiş birçok kelime Kur’ân-ı Kerîm’de[8] zikredilmiştir.
Sîret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Mûsâ’ya (a.s.) ait asanın bir mucize sonucu yılana dönüşmesi hâdisesi anlatılırken kullanılmıştır. Âyet meâlen şöyledir:
“(Yüce Allah:) ‘Ey Mûsâ! Şimdi onu (asanı) yere at’ dedi. Bunun üzerine, onu yere attı; bir de ne görsün! O, hızla akan bir yılan oluvermişti! ‘Onu tut’ dedi ‘ve korkma!’ Biz onu ilk heyetine/şekline döndüreceğiz (سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الأُولَى)”.[9]
Hadis ve sahabe rivayetlerinde de yukarıda zikredilen manalar kastedilerek sîret kelimesi kullanılmıştır. Mesela bir hadiste, Hz. Peygamber’in (a.s.) heyet ve hâlini; hayat tarzını, gidişatını ifade etmek üzere sîret kelimesi zikredilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.), Dûmetülcendel Seriyyesi’ne (Şaban H. 6) komutan tayin ettiği Abdurrahmân b. Avf’a (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ey Avfoğlu! Onu (sancağı) al! Hepiniz Allah yolunda gaza edin ve Allah’a inanmayanlarla savaşın, ganimete hıyanet etmeyin (yani taksimden önce ganimetten bir şey almayın), gadretmeyin, kimsenin uzuvlarını kesmeyin, çocukları öldürmeyin. Bu Allah’ın ahdidir ve aranızda bulunan Peygamberinin (size yol gösteren) sîretidir”:
(خُذْهُ يَا بْنَ عَوْفٍ اُغْزُوَا جَمِيعًا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَقَاتِلُوا مَنْ كَفَرَ بِاَللّهِ لا تَغُلّوا وَلا تَغْدِرُوا وَلا تُمَثّلُوا وَلا تَقْتُلُوا وليدا فَهَذَا عَهْدُ اللّهِ وَسِيرَةُ نَبِيّهِ فِيكُمْ).[10]
Sahâbe rivayetlerine şu üç misal zikredilebilir:
1- Umeyr b. İshâk dedi ki: Rasûlullah’ın (a.s.) ashabından yetiştiklerim yetişmediklerimden daha çoktur. Onların tuttukları yoldan daha kolay bir yol ve onlardan daha az zorlaştıran bir topluluk görmedim
[11).عَنْ عُمَيْرِ بْنِ إِسْحَقَ قَالَ لَمَنْ أَدْرَكْتُ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكْثَرُ مِمَّنْ سَبَقَنِي مِنْهُمْ فَمَا رَأَيْتُ قَوْمًا أَيْسَرَ سِيرَةً وَلا أَقَلَّ تَشْدِيدًا مِنْهُمْ]
2- Iraklı bir heyet Mescid-i Harâm’da bulunan Abdullah b. Zübeyr’e (Allah ondan ve babasından razı olsun) geldi ve ona selam verdiler. Abdullah b. Zübeyr (r.a.), onlara Mus’ab b. Zübeyr’i ve aralarındaki durumunu sordu. Iraklı heyet: O, insanların tuttuğu yolu en iyi, hükmü en hakkaniyetli ve adil olanıdır, dedi
[قدم وفد من أهل العراق على عبد الله بن الزبير رضي الله عنهما فأتوه في المسجد الحرام فسلموا عليه فسألهم عن مصعب بن الزبير وعن سيرته فيهم فقالوا: أحسن الناس سيرة وأقضاهم لحق وأعدلهم في حكم.(12]
3- el-Velîd b. Ubeydillah babasından rivayet etti: el-Eşter’in şöyle dediği haberi Ali’ye ulaştı: ‘Ne diye askerde olan bölüşülüyor da evlerde olan bölüşülmüyor?’ Ali, onu çağırttı ve: ‘Böyle diyen sen misin?’ diye sordu. O da: ‘Evet’ dedi. Ali dedi ki: ‘Dikkat edin! Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın malı olup Müslümanların hazinesinde bulunan silahtan başkasını size bölüştürüp ganimet olarak dağıtmadım. Size bölüştürdüğüm şey başkasına ait olsaydı Allah’ın Kitabı’na göre kim hak sahibiyse o malı o kimseye iade ederdim. Helal ebediyen helaldir, haram ebediyen haramdır. Allah’a yemin olsun ki arabozucuları/fitnecileri her tarafa salıp bana biat etseniz bile Tevrât, İncîl ve Zebûr’un, Kur’ân’da olana göre sizi idare ettiğime tanıklık edeceği bir idare ile idare ederim ve edeplerini/terbiyelerini kırbaçla güzelleştiririm.”
[عن الوليد بن عبيد الله عن أبيه قال: بلغ عليا أن الأشتر قال ما بال ما فى العسكر يقسم ولا يقسم ما فى البيوت فأرسل إليه فقال أنت القائل كذا قال نعم قال أَمَا والله ما قسمت عليكم إلا سلاحا من مال الله كان فى خزانة المسلمين أجلبوا به عليكم فنفلتكموه ولو كان لهم ما أعطيتكموه ولرددته على من أعطاه الله إياه فى كتابه إن الحلال حلال أبدا وإن الحرام حرام أبدا والله لئن بثثتم لى الوشاة وبايعتمونى لأسيرن فيكم سيرة تشهد لى بها التوراة والإنجيل والزبور أنى قضيت بما فى القرآن وأحسن أدبهم بالدرة.(13]
Dilbilim bakımından yapılan tahlillerden sonra siyer kelimesinin tariflerine geçebiliriz. Siyer kelimesine iki ilim dalında, iki ıstılahî mana verilmiştir. İki ilim dalı da birbirleriyle doğrudan ilişkilidir. Başka bir ifadeyle birinci disiplin sahih/doğru veriyi tespit eder, ikincisi ise tespit edilen verileri çeşitli yöntemlerle işleme tabi tutup onlardan genel geçer fıkhî hükümler çıkarır. Öyleyse siyer konusunda yapılacak araştırma ve değerlendirmelerde, ikinci tarif vesilesiyle bir kısmına işaret edilecek olan fıkıh kaynakları ihmal edilmemelidir:
1- Siyer: Doğumundan vefatına kadar Hz. Peygamber’in (a.s.) heyetini, hâllerini ve gidişatını tespit etmek (tayîn) ve vakitlerini belirlemek (tevkît) bakımından ele alan bir ilimdir. Bu alanda yazılan eserlere de “sîre” veya “siyer” denmektedir.[14]
Tarifte geçen “Rasûlullah’ın (a.s.) heyeti” ibaresiyle, onun (a.s.) bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve ihtiyarlık dönemlerindeki zatıyla ilgili yaratılış, şekil, özellik, ahlâk, şemâil, hasâis ve hatta tıbb-ı nebevî gibi konular kastedilmiştir.
“Hâl” kelimesi onun (a.s.) değişken durumlarını ifade eder. Burada “değişken” kelimesi, farklılaşıp birbirine tezat teşkil eden şeyleri değil, insan hayatının zaman içinde geçirdiği irâdî ve gayrı iradî fıtrî durumları ifade eder. “Rasûlullah’ın (a.s.) hâli” ibaresi, O’nun (a.s.) dünyaya geldiği fizikî ve beşerî coğrafyayı/çevreyi ihmal etmeden, nesebi/soyu, çocukluğu, gençliği, aile hayatı, ticaret hayatı, daveti, ibadeti, duası, yöneticiliği, savaşları, mucizeleri gibi çeşitli bakımlardan doğumundan vefatına kadar hayat hikâyesindeki durumları ve vaziyetleri ifade eder. “Rasûlullah’ın (a.s.) hâli” ibaresi; oturma, yeme, uyuma, yürüme, konuşma, dinleme, giyinme vs. gibi durumlarını da kapsar.
Tarifteki “Rasûlullah’ın (a.s.) gidişatı” ibaresi ise O’nun (a.s.) sürekli olan ibadet, dua, helal rızık talep etmek, merhamet, cihad, davet, cömertlik, cesaret, temizlik, tevazu gibi süreklilik arz eden maddi-manevî sünnetlerini ve ilkelerini ifade eder.[15]
Tarifte zikredilen “tayin” kelimesi, siyercinin siyerinde bir dayanağa/müstenede (kaynağa) sahip olması ve vesikalara dayanması gerektiğini ifade eder. Öyleyse siyercinin dayanağı nedir? Sorusunu şöyle cevaplamak mümkündür: “Kaynak, siyercinin rivayet ettiklerini rivayet etmesinin ve ondan bunların kabul edilmesinin kendisi sebebiyle sahih olduğu şeylerdir.” Başka bir ifadeyle “Kaynak, siyerciye Hz. Peygamber (a.s.) devriyle ilgili bilgi verme yetkisini ve rivayetinin kabul edilmesini sağlayan unsurlardır.”
Kâfiyeci’ye göre, dayanağı olmayan tarihçi, tarihî vakıalardan söz edemez. Zira kaynaksız bir tarihin kıymeti yoktur.[16] Çünkü tarihçi, geçmişte olmuş bitmiş vakıalara doğrudan ulaşamaz, onlara vesikalar çerçevesinde yaklaşır.[17]
Tarifte yer alan “tevkît” kelimesi ise vakitleri belirleme anlamına gelir. Tevkît, burada kronoloji (takvim) “zaman bilimi”; yani geçmişte cereyan eden bir hâdisenin zamanını tayin eden bilim anlamına gelir.[18]
Vâkıdî (130-207/747-823), İbn Sa’d ve İbn Hişâm gibi ilim adamları, siyer ve megâzî kelimelerini –yukarıda yapılan tahlillere paralel bir şekilde- kullanmışlardır.
Mesela Vâkıdî’nin, Hz. Peygamber’in (a.s.) savaşlarını konu edinen eserinin ismi “Kitâbü’l-Megâzî”dir. Bir tarih terimi olarak siyer ilmine yapılan tarif çerçevesinde, söz konusu eser hakkında daha fazla bilgi, “kaynaklar” meselesinde verilecektir.
İbn Hişâm ise Hz. Peygamber’in (a.s.) doğumundan vefatına kadar hayatını konu edinen biyografik kitabına başlarken şöyle demiştir: “Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm dedi ki: Bu, Rasûlullah’ın –Allah’ın salât ve selâmı ona ve âline olsun- sîretini konu edinen bir kitaptır”:
[قَالَ أَبُو مُحَمّدٍ عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ هِشَامٍ: هَذَا كِتَابُ سِيرَةِ رَسُولِ اللّهِ صّلى اللّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلّمَ.(19]
Muhammed b. Sa’d’dan (160-230/777-845) bazı misaller:
ليس يعرف أهل العلم ببلدنا أن إسرافيل قرن بالنبي صلى الله عليه وسلم وإن علماءهم وأهل السيرة منهم يقولون لم يقرن به غير جبريل من حين أنزل عليه الوحي إلى أنقبض”,
“وأصحابنا من أهل المدينة ومن روى السيرة,
[وذلك عندنا منه وهل لأن أصحاب السيرة ومن يعلم المغازي يثبتون السائب بن عثمان بن مظعون فيمن شهدا بدرا وشهد أحدا والخندق والمشاهد كلها مع رسول الله".[20
2- Siyer, İslâm hukuk (fıkıh) kaynaklarından özel bir çeşidin de ismidir. Yine hadis ve fıkıh sistematiğinde cihada ait bahisleri ve hükümleri içeren kısma “kitâbü’l-cihâd” denildiği gibi “kitâbü’s-siyer” (İslâm genel ve özel devletler hukuku) de denilir. Zira İslâm hukukçuları, başta Râşid Halifeler olmak üzere Müslümanlar, gayrimüslimlerle münasebetlerde takip ettikleri ve edecekleri siyaseti ve hukuk rejimini, Hz. Peygamber’in (a.s.) siyer ve megâzîsindeki heyet, hâl ve tuttuğu yoldan (sîret) almışlardır.[21]
M. Hamidullah’a göre, İslâm genel ve özel devletler hukuku manasında siyer kelimesini kullanan ilk ilim ehli İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’mân b. Sâbit’tir (80-150/599-767).[22] Muhaddis ve fakih Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed b. el-Hâris el-Fezârî’nin (v. 188/804 [?]) Kitâbu’s-Sîreti fî Dari’l-Harb (كتاب السيرة في دار الحرب),Kitâbu Siyeri’l-Vâkıdî (كتاب سير الواقدي), Kitâbu Siyeri’l-Evzaî (كتاب سير الأوزاعي), Kitâbu Siyeri’l-Velîd b. Müslim ‘Ani’l-Evzaî (كتاب سير الوليد بن مسلم عن الأوزاعي), Kitâbu Siyeri Sîrîn (كتاب سير سيرين), Kitâbu Siyer li Saîd b. Yahyâ el-Umevî (كتاب السير لسعيد بن يحيى الأموي) gibi pek çok eser bu meyanda telif edilmiştir.[23]
İslâm genel ve özel devletler hukuku manasındaki siyer kitaplarının içeriğini Şemsüleimme Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî’nin (400-483/1009-1090[?]) şu paragrafı izaha kâfidir:
“Bil ki! Siyer, sîret kelimesinin çoğuludur. Bu bahse siyer ismi verilmiştir. Çünkü bu bahis Müslümanların:
1- Müşriklerden (gayrimüslimlerden) Müslümanlarla savaş hâlinde olanlarla (harbî)
2- Müşriklerden (gayrimüslimlerden) Müslümanlarla muahede yapanlarla (ehl-i ahd):
a- Emân verilenler (müste’men: İslâm topraklarına girmeleri için Müslümanlarca kendilerine emân verilmiş yabancı ülke vatandaşları. İslâm ülkesine gelen misafirler, seyyahlar, talebeler, tüccarlar ve elçiler gibi.)
b- Zimmîler (İslâm devletinin tebaası olan Ehl-i Kitâb gibi)
3- İslâm’ı kabulden sonra inkâr ettikleri için kâfirlerin en kötüsü olan dinden dönenlerle (mürtetlere)
4- Bilgisiz ve yanlış tevil yapanlardan olsalar da müşrik derecesinde olmayan (yani Müslüman kabul edilen) asilerle (bâğilerle[24]) muamele tarzını açıklamıştır”:
"اعْلَمْ أَنَّ السِّيَرَ جَمْعُ سِيرَةٍ وَبِهِ سُمِّيَ هَذَا الْكِتَابُ لاَنَّهُ بَيَّنَ فِيهِ سِيرَة الْمُسْلِمِينَ فِي الْمُعَامَلَةِ مَعَ الْمُشْرِكِينَ مِنْ أَهْلِ الْحَرْبِ وَمَعَ أَهْلِ الْعَهْدِ مِنْهُمْ مِنْ الْمُسْتَأْمَنِينَ وَأَهْلِ الذِّمَّةِ وَمَعَ الْمُرْتَدِّينَ الَّذِينَ هُمْ أَخْبَثُ الْكُفَّارِ بِالاِنْكَارِ بَعْدَ الاِقْرَارِ وَمَعَ أَهْلِ الْبَغْيِ الَّذِينَ حَالُهُمْ دُونَ حَالِ الْمُشْرِكِينَ وَإِنْ كَانُوا جَاهِلِينَ وَفِي التَّأْوِيلِ مُبْطِلِينَ".[25]
[1] (والسيرة فعلة من السير تقال للهيئة والحالة الواقعة فيه ثم جردت لمطلق الهيئة والحالة التي يكون عليها الشيء ومن ذلك استعمالها في المذهب والطريقة في قولهم: سيرة السلف)
[2] el-Kehf 18/10,16.
[3] el-Mâide 5/110; Âl-i İmrân 3/49.
[4] [الْهَاءُ مَعَ الْيَاءِ:هـ ي أ: (الْهَيْئَةُ) هِيَ الْحَالَةُ الظَّاهِرَةُ لِلْمُتَهَيِّئِ لِلشَّيْءِ (وَمِنْهُ) قَوْلُهُ: أَقِيلُوا ذَوِي اَلْهَيْئَاتِ عَثَرَاتِهِمْ إِلَّا اَلْحُدُودَ قَالَ الشَّافِعِيُّ رَحِمَهُ اللَّهُ ذُو الْهَيْئَةِ مَنْ لَمْ يَظْهَرْ مِنْهُ رِيبَةٌ]. Bkz. el-Mutarrizî (v. 610), el-Muğrib fî tertîbi’l-Mu’rib, V,471 (eş-Şâmile).
(أقيلوا) أمر من الإقالة أي اعفوا (ذوي الهيئات) أي أصحاب المروءات والخصال الحميدة قال بن الملك الهيئة الحالة التي يكون عليها الإنسان من الأخلاق المرضية (عثراتهم) بفتحتين أي زلاتهم (إلا الحدود) أي إلا ما يوجب الحدود]. Bkz. Ebû et-Tîb Muhammed Şemsulhak el-Azîm el-Âbâdî, Avnu’l-Ma’bûd Şerh Sünen Ebî Dâvûd, XII,25 (eş-Şâmile).
[5] Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Ahvâl” md., DİA, İstanbul 1989, II,190-192.
[6] Hâlid el-Hüzelî’nin oğlu, sahabi ve şair Huveylid b. Hâlid b. Muharris el-Hüzelî el-Muhadramî (خويلد بن خالد الهذلي المخضرمي: v. 28/648-49) divan (ديوان أبي ذؤيب), sahibidir. Divan, Josef Hell tarafından Almanca çevirisyle birlikte neşredilmiştir. Bkz. Katip Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, I,771 (eş-Şamile); R. Er, “Ebû Züeyb el-Hüzelî”, DİA, X,272.
[7] Bkz. Tefsîr el-Âlûsî, Tâhâ 20/21. âyetin tefsiri; Muhammed b. Yusuf İbn Hayyan el-Endelüsî, Tefsîr Bahri’l-Muhît, thk. Âdil Ahmet el-Mevcud v.dğr., Beyrut 1422/2001, VI,222; Mecdüddin Muhammed b. Ya’kûb el-Fîrûzâbâdî (729-817/1329-1415), el-Kâmûsü’l-Muhît, Beyrut 1994, s. 528; M. Fayda, “Siyer ve Megâzî”, DİA, XXXVII,319; G. Levi Della Vida, “Sîre”, İ. A. (MEB), X,699-703.
[8] el-Kasas 28/29; et-Tûr 52/10; Yusuf 12/109; Âl-i İmrân 139 gibi. Ayrıca bkz. Muhammed Fuad Abdülbaki,el-Mu’cemü’l-Müfehres Li Alfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul 1984, s. 374, سير md.
[9] Tâhâ 20/19-21.
[10] Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik İbn Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (v. 218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ – İbrahim el-Ebyarî – Abdülhâfız Şelbî, Mısır 1936, IV,281.
[11] Sünen-i Dârimî, I,147, hadîs no: 128 (eş-Şâmile).
[12] Ebû Abdillâh Muhammed b. İshâk b. Abbâs el-Fâkihî (278/891-92 [?]), Ahbâru Mekke Fî Kadîmi’d-Dahri Ve Hadîsihi, thk. Abdülmelik Abdullâh Düheyş, Beyrut 1414/1994, I,304.
[13] İbn Asâkir, Tarih Dimeşk, XXXXXVI,383 (eş-Şâmile).
[14] Bir tarih terimi olarak siyer kelimesini: “Tarih: Zamanı, hallerini (ahvâl) ve onunla ilgili şeylerin hallerini, bunları tespit etmek (tayîn) ve vakitlerini belirlemek (tevkît) bakımından ele alan bir ilimdir.” şeklindeki cümleyi esas alarak tanımladık (K. Şulul, Kâfiyeci’de Tarih Usûlü, ikinci baskı, İstanbul 2011, s. 57).
[15] Ayrıca bkz. Ebu’l-Hasan Alî b. Muhammed b. Alî es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî el-Hanefî (740-816/1340-1413), Kitâbu’t-Ta’rîfât, Mektebetu Lübnan neşri, Beyrut 1985, “siyer” md.; İsmâil Hakkı İzmirli, Siyer-i Celile-i Nebeviyye -mukaddimât-, Dârü’l-Hilâfe, Tevsî’-i Tibâet Matbaası 1332, s. 10-11; ayrıca bkz. Şemseddin Günaltay, Tarîh ve Müverrihler: İslâm Tarîhinin Kaynakları, haz. Yüksel Kenar, İstanbul 1991, s. 17; F. Rosenthal, İlmü’t-Tarîh İnde’l-Arab, Arapça’ya çev. Salih Ahmed el-Ali, Beyrut 1983, s. 29; F. J. Hearnshaw,İlmü’t-Tarîh, Arapça’ya çev. Abdülhamîd el-İbâdî, Mısır 1944, s. 30.
[16] Kâfiyeci, el-Muhtasar fî ilmi’t-Târih, s. 71.
[17] Leon-E. Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları, çev. Bahaeddin Yediyıldız, Ankara 1989, s. 4.
[18] A. Zeki Velîdî Togan, Tarihte Usûl, İstanbul 1985, s. 20; E. Cavaignac, Tarihî Kronolojinin Esasları, çev. Osman Turan, Ankara 1954, s. 1 vd.; Osman Turan, İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Ankara 1984, s. 1-8.
[19] İbn Hişâm, I,1.
[20] Bkz. Muhammed b. Sa’d (160-230/777-845), et-Tabakâtü’l-Kebîr, Beyrut ts., I,191; II,27; III,402.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûki İslâmiyye Ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul ts., III,350; A. Yaman, “Siyer”, DİA, XXXVII,316.
[22] M. Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, çev. Kemal Kuşcu, Ankara ts., Nur Dağıtım, s. 43.
[23] İbn Sa’d, VII,341. Kitâbü’s-Siyer diye de bilinen Fezârî’nin eseri kaynaklarda Kitâbü’s-Siyer ve’l-Cihâd ve Kitâbü’s-Siyer fi’l-Ahbâr ve’l-Ahdâs adlarıyla da geçer. İslâm devletler hukukuna dair ilk eserlerden olan kitap için İmâm Muhammed b. İdrîs eş-Şafiî’nin (150-204/767-820), “Siyer (devletler hukuku) konusunda benzeri yazılmamıştır.” dediği ve aynı konudaki eserinde onun tertibini esas aldığı söylenir. Fezârî’den Muâviye b. Amr er-Rûmî’nin (v. 215/830) rivâyet ettiği Kitâbü’s-Siyer beş bölümden meydana gelmiş olup Fas Karaviyyîn Kütüphanesi’nde mevcut nüshasının ikinci bölümü 270 (883-84) yılında istinsah edilmiştir. Eser Faruk Hamâde (I. Baskı, Beyrut 1408/1987) tarafından yayımlanmıştır. Bkz. H. Güleç, “Fezârî”, DİA, XII,539.
[24] İbn Cemaâ’ye (639-733/1241-1333) göre İslâm hukukunda isyan ederek imama/halifeye muhalefet edenler, ona itaati terk edenler, ödemeleri vacip olan bir hakkı vermekten geri duranlar; ehl-bağy ve diğer asiler olmak üzere ikiye ayrılır. Ehl-i bağy, sultana itaat dairesinin dışına çıkan, farklı bir din anlayışına dayanmadan (tevil) ve kendilerine karşı güce başvurmayı gerektirecek seviyede bir kuvvete (şevke) sahip olarak imama boyun eğmeyi bırakan kişiler topluluğudur. Diğer asiler ise farklı bir din anlayışından (tevil) dolayı (Hz. Ebu Bekir devrinde zekat vermeyen kimselerin yaptıkları gibi) yahut böylesi bir din anlayışına dayanmadan itaat dairesinin dışına çıkanlar ile bu ikisinden herhangi birine dayanarak isyan edenlerden oluşur. Bkz. Adl’e Boyun Eğmek: Ehl-i İslâm’ın Yönetimi İçin Hükümler (Tahrirü’l-Ahkam Fi Tedbiri Ehli’l-İslam), çev. Özgür Kavak, İstanbul 2010, s. 149.
[25] Ebû Bekir Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî (400-483/1009-1090[?]), el-Mebsût, Beyrut 1409/1989, X,2. Ayrıca bkz. A. Ahmed Ebu Süleyman, İslâm’ın Uluslar arası İlişkiler Kuramı, çev. Fehmi Koru, İstanbul 1985.