Meleklerin Duasını Kazanmak

Mevla’nın hazinesinden bir küçük parça düştü şu kâinatın nasibine… Rahmetten müteşekkil merhamet sardı dört bucağı… Ve insanlar, cinler, hayvanlar herbiri payına düşen merhametin tesiri ile var oldular. “Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan doksan dokuz parçayı kendine ayırdı. Yeryüzüne geri kalan bir cüzü indirdi. Bu tek cüzden nasibine düşen pay sebebiyledir ki mahlûkat birbirlerine karşı merhametli davranır. At, yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu sayede kaldırır.” (Buharî, Edep 19,Rikâk 19)


Mümin kulun gönlünde merhamet dile geldi. Anlatmak istedi kendisini ama yapamadı. Zira o ne tek başına acımaktı ne de esirgemek, korumak… Ama tüm bunların karışımından insana insan olduğunu hissettiren eşsiz bir duygu idi. Belki de tam olarak tanımlanamaması, sınırlarının kesin olarak çizilememesi, bu üstün nitelikli duygunun Allah katından yarattıklarına bahşedilmiş özel bir hediye olduğunun delili idi.

Merhametin en muhteşem tezahürü, öyle muhterem bir gönülde dile geliyordu ki; Nebiler Nebisi’nin o her atışına hayatlarımızı kurban edeceğimiz kalbinin rikkati ile bir başka yüceleşiyor ve büyük bir hayranlık uyandırıyordu…

***

Ah o hüzün yılı… Ebû Talib ve Hz. Hatice annemiz vefat etmişlerdi. Bu elemli günlerin ardından bir teselli ve hami arayışı ile Tâif’egiden Efendimizin, tüm düşüncelerine muhalif olarak karşılaştığı kötü muamele, yaşadığı acıların, kayıpların hüznünü daha da derinleştirmişti. Öyle ki;bir seferinde Hz. Aişe annemiz Uhud gününden daha şiddetli bir gün yaşayıp yaşamadığını sorduğunda Efendimiz,Tâif yolculuğunun hepsinden zorlu bir gün olduğunu belirtmişti.

Akrabalarından gördüğü bu eziyet ve hakaretlerin ardından kederli, üzgün ve belki de şaşkın bir halde Mekke’ye istikamet çeviren Peygamberim… Mübarek gözlerindeki hüznün dağları erittiği Efendim… Sebebine yaratılan bu kâinat mahzun oluşuna nasıl dayansın? Her şey susmuştu… Tek bir duaya kilitlenmiş bekliyordu. Zira bu büyük hüzün, dört bir yanı inletiyordu…

İşte tam bu esnada mübarek başının üzerinde Cibril (as) göründü ve dağlar meleğini işaret etti. Dağlar meleği tüm varlığın hissiyatına tercüman oldu: “Ya Muhammed! Şüphesiz Allah, kavminin sana söylediği sözü işitmiştir. Kavmin hakkında istediğini emredesin diye beni sana gönderdi. Onları ne yapmamı istersin? Eğer şu iki yalçın dağı Mekkeliler üzerine birbirine kapatıvermemi istersen emret onları birbirine kavuşturuvereyim.”

Peygamberimiz kıyamete dek insanlığa dava uğruna sabretmenin, sebat etmenin ne demek olduğunun dersini verecekti. Merhametten ayrılmadan atılacak adımların gönülleri nasıl mamur edeceğini gösterecekti:“Hayır, ben Allah’ın, bu müşriklerden yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbirşeyi ortak koşmayan bir nesil çıkarmasını temenni ederim.”

Nitekim merhamet kök salacak sonraki yıllar içerisinde meyvesini verecek ve Tâif toplu şekilde Müslüman olacaktı… 

***

Rauf ve Rahim olan Allah’ın terbiyesi ile tüm kâinatta merhamet tezahürleri görülür. Bir köstebek,bir yılan toprağa karşı merhametlidir; onu havalandırır. Bir diken, kuşlara böceklere karşı merhametlidir; o sert bünyesinde açan nazenin çiçeklerle onlara rızık vesilesi olur. Güneş ısısını ve ışığını ulaştırarak çevresindeki gökcisimleri için nurun sebebi olur. Dünya insana karşı merhametlidir; başını eğer ve etrafında döner; mevsimler, gece ve gündüz oluşur. Bu denge böylece akıp gider. Zira kâinat merhamet üzere kurulmuştur.Bitkiler, hayvanlar bu döngünün içinde insana faydalı olur, görevini ifa eder. İnsan da merhametin esas yansıması olmalıdır. Bilinçle, idrakle beslenen merhamet, her yaratılmışa aksetmelidir. Özellikle de insan, insana merhamet ederek kendi kurtuluşunun beratını almalıdır. Zira “Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.” (Buharî, Tevhîd 2, Edep 27) Merhamet; iyilik, esenlik ve kurtuluş adına öyle büyük bir duadır ki, göklerde akis bulur ve giderek katlanan tesiri ile hayatımızı içine alan halelere dönüşür.

Merhametten yoksun olmak ne kötü bir nasipsizliktir. “Merhamet, ancak şakî’nin (ebedi hüsrana uğrayanın) kalbinden sökülüp atılır.” (Tirmizî, Birr 16) İncelen, hassaslaşan bir kalpte ancak merhamet gibi ulvî duygular yeşerebilir. Katı ve gaddar bir kalbin bu hassasiyetlere sahip olması mümkün değildir. Kalbe bu inceliği yerleştiren yegâne duygu ise imandır. İman, insanı insan yapan hasletleri beraberinde bulundurur. İmanı olmayan ruhların âdeta birer canavara dönüştüğünü hem tarih boyunca hem de günümüzde net bir şekilde görebiliyoruz. İnsanın merhameti öncelikle kendisi için bir kazanımdır. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” ilkesi gereği iyilik eden aslında kendisine iyilik etmektedir.Ahiret mutluluğuna yatırım yapmak ne büyük kârdır!

Herşeyi yaratan, yedi kudretinde tutan Allah Teâlâ “rahmetim gazabımı geçti” buyurarak, kâinatın değerlendirilmesinde rahmet nazarının önceliğini açıkça belirtir. Kullarına daha varlık sahasına çıkarken ve hayatları boyunca rahmetinin tezahürü olarak verdiği pek çok nimet hiçbir ön şart aramaksızın peşinen sunduğu bir ikramdır. Rabbimizin rahmaniyetini idrak eden insan, hayatının merkezine merhameti almalı, tüm yaratılmışlara bu nazarla muamelede bulunmalıdır.

Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki:“ Allah merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semada bulunanlar da size rahmet etsinler. Sıla-ı rahim, Rahman’dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.” İnsan hataları çok olan pek aciz bir varlıktır. Yeterliliği noktasında kibir ve gurura kapılması son derece yanlıştır. Bu sebeple yeryüzüne af, merhamet ve rahmet bakışı ile bakmalı ve bunun Allah rızasına giden bir yol olduğunu bilmelidir. Bu sebeple Allah’ın da onu afedeceğini, hata ve kusurlarını örteceğini aklından çıkarmamalıdır. Zira yapılan hiçbir şey yok olup gitmez, mutlaka kayıtlarda yerini alır. Bu vazife ile mesul olan melekler dahi, insanın af ve merhamet ile muamelesi karşısında kaydettikleri bu fiillerin, o kulun affına sebep olması için dua ederler: “Arşı taşıyan ve etrafında bulunan melekler, Rablerini hamd ile tespih ederler. O’na iman ederler. Müminler için de:‘Rabbimiz senin ilim ve rahmetin herşeyi kuşatmıştır, tövbe edip senin yolundan gidenlere mağfiret et, bağışla, onları cehennem azabından koru!’ diyerek mağfiret talep ederler.”(Mümin 40/ 7)

O halde bizler, merhametli olalım ki göklerde olanların duasını kazanalım ve merhamet bulalım…

 SİYER-İ NEBİ DERGİSİ 29. SAYI / EYLÜL-EKİM 2014

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.