İlahî Semboller; Hac ve Kurban

İslam’da ibadetler sembollerden ibarettir. Özellikle de hac, baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Bir semboller haritasıdır adeta. Tavaf, sa’y, şeytan, taşlama, Arafat’ta vakfe, kurban vb. hac ile ilgili fiil ve davranışların hepsi de sembolik anlamlar taşımaktadır. Allah Teala “Kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse, şüphesiz ki bu, kalplerin takvasındandır” (Hac, 32) buyuruyor.  Bu sebeple sembolleri iyi anlamak gerekiyor. Dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken hacdaki her fiil ve davranışın bir anlamı, mü’mini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır.  

Hicri 9. senenin sonlarında farz kılınan hac, İslâm’ın beş şartından biridir.  “yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır” (Âli-İmran, 3/97) anlamındaki ayeti kerime, bu farziyetin Kur’an’dan delilidir.  Şayet bir Müslüman hacca gidebilecek güç ve imkanı bulabiliyorsa, o bu çağrının doğrudan muhatabıdır ve fazla gecikmeden bu daveti kabul etmelidir.

Bu çağrıyı kabul etme bahtiyarlığına erenler aylar öncesinden  manevi yolculuğa başlarlar. Bu yolculuğun ilk adımı ihramdır. “İhram” normal zamanlarda yapılması meşru olan davranışların belirli bir süre yasaklanmasıdır. İhrama girmek de tüm makam, mevki ve imtiyazlardan soyunmayı temsil eden dikişsiz, iki parça kumaşa bürünmektir. İhrama giren kimse, dünyasını sırtından atıp gösterişsiz, iddiasız huzura anasından doğduğu gibi varır. Tek statüsü vardır: Kulluk.  Artık dünyevi elbiseler çıkartılmış, sadece kimlik ve kişilikler ortaya konulmuştur. Giydikleri beyaz örtüler içindeki hacılar, âdeta barış bayraklarını açmış, barışın sembolü olan beyaz güvercinlere dönmüşlerdir.

Harem, her türlü kötülüğe ve hak ihlaline yasak bölge. Merkezinde Kâbe…İnsanlar için kurulan ilk mabet. Burası Allah’ın evi. Ev sahibi Allah, insanlar ise misafir. Buraya sığınan her insan, Allah’ın misafiri. Misafire hakaret , hane sahibine hakaret demektir. Mesci-i Haram, yeryüzündeki tüm mescitlerden üstündür. Burada kılınan namaz diğerlerinden yüz bin kat faziletlidir. Hacı adayı ayağını kutlu mabede bastıktan sonra tavaf yapmaya başlar. Kulun Kâbe’ye kavuşması, Rabbine kavuşmasını hatırlatır. Kâbe bir semboldür,  Bütün Müslümanları bir noktada toplayan birlik  ve beraberliğin sembolü..

Kâbe’nin etrafında tavaf eden milyonlarca Müslümanın oluşturduğu tablo, bir galaksinin, milyarlarca yıldızıyla dönüşünü andıran bir manzara gibidir. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilâhi takdire boyun eğişin sembolü sayılır. Tavafa Kâbe sola alınırak başlanır. Bunun da simgesel bir anlamı vardır. İnsanın kalbi, “Beytullah” yani Allah’ın eviyle karşı karşıya gelir tavafta. Allah, insanın şekline, kalıbına mülküne değil, kalbine bakar. Bu sebeple kişinin kalbi Kâbe tarafında yer alır. Bunda aynı zamanda tavafın ne kadar kalpten ve gönülden yapılması gerektiğine de bir işaret vardır. Tavafta hacı, Allah’ın huzurunda olduğunun bilince, O’na yaraşan bir ta’zim ve hürmet, korku ile ümit arası bir muhabbet içerisinde olur.

Tavafın başlama noktası Hacerü’l-esved’dir. Onun hizasına gelindiğinde tavaf için niyet edilir. Eller, içleri Kabe’ye bakacak şekilde kaldırılır. “Bismillahi Allahu Ekber” denilerek Hacerü’l-Esved selamlanır. Bu selamlama, Allah’a vermiş olduğu ahdi yenileme anlamına gelmektedir. Kul, ruhlar âleminde verdiği kulluk sözünü, amelleriyle ortaya koyduğu iman akdini bu defa Beyit’te, Beyt’in sahibinin önünde bu hareketiyle temsilî olarak yineler ve pekiştirir. Tavafın sonunda içilen zemzem, Allah’ın Hz. Hacer ve oğl Hz. İsmail’e ihsan ettiği mübarek sudur. Hz. Peygamber zemzem hakkında:”Zemzem her ne niyetle içilirse o yararı sağlar” (İbn mace, Menasik,78) buyurduğu rivayet edilmektedir.

Allah’ın sembollerinden olan Safa ve Merve arasında koşmaya ise sa’y denir. Koşmak, hızlı yürümek anlamına gelen “sa’y” bir arayış, bir telaştır. Sa’yin aslı, hz. Hacer’in bebeği Hz. İsmail için su ararken bu iki tepe arasında koşma hadisesine dayanmaktadır.  Zenci bir cariye olan hz. Hacerin insanlığa verdiği soylu bir derstir. Onun sa’yini kabul eden Allah, tüm mü’minlere onu örnek göstermiş ve taklit ettirmiştir. Sa’y, hz. Hacer’in bu hatırasının canlandırılmasıdır. Bugün milyonlarca insan bir hanımın yaptığı bu hareketi temsil etmektedirler. Safa ile Merve arasında sa’y ederken hacı, manen kurtuluşu aramak için tıpkı hz. Hacer validemiz gibi koşar. Beşerî olandan ilahî rahmete koşar.

Hakka yürüyen hacıyı bekleyen bir de “Arafat” vardır. Arafat, “bilme, anlama, tanımak” gibi anlamlara gelir. “Hac Arafat’tır” yani ârif olmaktır; marufa, marifete, marifetullaha ermektir. Ölmeden önce ölmeyi, hesaba çekilmeden önce muhasebe yapmayı bilmektir.  Arafata insan, duanın, yakarışın, iç çekiş ve iç döküşün en ürpeticilerine şahit olur. Arafat bir yandan dünyaya ayak basışını, diğer yandan ise kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişimizi hatırlatan bir Arasat meydanıdır. Arafat, adeta mahşerin bir provasıdır. Burada yapılan vakfe, bir duruşma niteliğindedir. Sabahtan akşama kadar heyecanla, korku ve ümit arası bir bekleyiştir. Dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlar burada toplanır ve güneş batıncaya kadar ibadet eder. Günahlardan arınmak için tövbe ve dua edilir. Duaların en hayırlısı burada yapılır. Peygamberimiz arefe günün faziletine ilişkin olarak “Arefe gününden daha çok Allah’ın cehennem ateşinden insanları azat ettiği bir gün yoktur” buyurmuştur. Arafat’ta öğle ve ikindiyi birleştirerek kılan hacılar güneşin batmasıyla birlikte Müzdelife’ye doğru harekete geçerler.

Arafat’tan sonra ikinci kez kıyama durulacak yerdir Müzdelife. hacılar burada akşam ve yatsı namazını birleştirerek kılarlar. Arafat’taki marifet ve bilme vakfesi, gündüzün aydınlığına; Meş’ar’daki allah’ı anarak bilinleşme ise gecenin karanlığına ayrılmıştır. Meş’ar, şiâr ve şuur yeri-zamanı demektir. Kur’an’da da zikredilen yer Meş’ar-i Haram’dır (Bakara, 2/198). Burada da bir müddet durulur ve dualar edilir. Müzdelife’den ayrıldıktan sonra, Mina’ya geçilir. Mina, aşırı istek, arzu demektir. Mina, hz. İbrahim ile oğlu ismail’in allah’a olan aşklarının sınandığı yerdir. Bu sınavda hz. İbrahim, ahir ömründe kendisine verilen biricik oğlunu Allah için kurban etmek; İsmail ise bu uğurda canını vermek gibi çok ciddi bir sınavdan geçmektedirler. Mina, hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek için gittiği yoldur. Burada Hz. İbrahim’in karşısına şeytan çıkar. Fakat ibrahimi kararlılık ağır basar. Kendisini Allah’a yaklaştıran yolda karşısına çıkan şeytanı, bugün taşlamanın yapıldığı yerlerde defalarca taşlar. İşte Mina, Allah sevgisinin zirveye ulaştığı yerdir.  Taşlama, bir anlamda şeytana karşı girişilen bir savaşı sembolize eder. Attığı her bir taşı, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı fırlatır. Kendisini çeşitli hatalara, günahlara sürükleyen bu farklı cepheleri bir bir yok etmeye çalışır. Bir anlamda şeytan taşlama, kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı protestodur. Sıra Hz. İbrah’imin aziz hatırasının yâd edildiği kurbandadır.

Kurban, hac vazifesini yerine getire bilme sevinciyle Allah’a teşekür etmektir. Nasıl ramazan orucunu tamamlayınca ramazan bayramı yapılıyorsa, hac ibadetleri tamamlanınca da hac kurbanları (hedy) kesilir ve kurban bayramı kutlanır. Sabır, savaş, şükür ve zafer. Arafat’ta bilgiye, meş’ar’da bilince, Mina’da sevgiye ve Cemerat’ta zafere kavuşan hacı kurban heydi (hediyyesi9 ile takvaya, takva ile de Allah2a ulaşmaktadır. Zira kurban Allah’a yakınlaşmak demektir. Hacının kurban ettiği koyun, inek, deve değil; heva ve hevesidir. O’nun rızası için hepsini kurban etmeli ki bayramı yüreğinde, yakınlığı özbenliğinde hissdebilsin. Çünkü bu bayrm kurban bayramı, kurbiyyet ânıdır. Allah’a yakınlık bayramıdır. 

Yorumlar

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.