Dünya hayatı, âhiret hayatı yanında geçici bir oyun, bir eğlence ve oyalanmadan ibarettir. Asıl ve sonsuz hayat âhiret hayatıdır.[1]
Bunu böyle bilmeli, kıyamet koptuktan sonra değişik safhalarıyla âhiret hayatının başlayacağına inanmalıdır.
Şimdi kıyamet koptuktan sonra meydana gelecek belli başlı olayları kısaca görelim.
Öldükten sonra dirilme
Bir gün kıyamet kopup dünya hayatı son bulacaktır.
Sadece Allah Teâlâ’nın bileceği bir süre geçtikten sonra, sûra ikinci defa üflenecektir.
O zaman gökten hayat veren bir su indirilecek, herkes âdeta bitkiler gibi yeniden canlanacak,[2]
kemikleri bile çürümüş olan insanlar, Allah’ın izniyle hiç çürümeyecek olan kuyruk sokumundaki hardal tanesi kadar küçücük bir parçadan (acbü’z-zenebden) yeniden canlanacak[3],
kabirlerinde dirilip kalkacaklardır.[4]
O zaman insanlar dünyada bir gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sanacak, Allah’a hamdederek mahşere doğru koşarcasına gideceklerdir.[5]
Ne yazık ki, kendi yaratılışını unutanlar, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek” diye hayretle sorarlar, öldükten sonra yeniden hayat bulacaklarına bir türlü inanmazlar, İşte onlar, ilk önce yaratanın yeniden dirilttiğini göreceklerdir.[6]
Bir ölünün yeniden nasıl dirileceğini Hz. İbrâhim de merak etmişti.
“Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster!” demişti. Allah Teâlâ ona:
“Yoksa buna inanmıyor musun?” diye sorunca:
"Elbette inanıyorum, fakat kalbim iyice tatmin olsun istiyorum" demişti
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“Öyleyse dört kuş al, onları kendine alıştır, sonra kesip parçala ve her parçayı bir dağın tepesine koy, sonra onları çağır, koşarak sana geleceklerdir. Allah'ın güç ve kudret sahibi olduğunu, her şeyi yerli yerince yaptığını iyi bil” buyurmuştu.[7]
Hz. İbrâhim, denileni yapmış ve Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiğini gözleriyle görmüştü.
Hâlâ Şüpheniz Varsa
Öldükten sonra yeniden dirilmeye inanmayanları, Allah Teâlâ önce topraktan, sonra bir damla sudan, ardından pıhtılaşmış kandan, ve daha sonra belli belirsiz bir parça etten nasıl yaratıldıklarını düşünmeye davet ediyor. Belli bir süreye kadar rahimlerde kaldıklarını, ondan sonra da çocuk olarak dünyaya geldiklerini, olgunluk çağına erdiklerini, kimilerinin öldüğünü, kimilerinin iyice yaşlanıp bildiğini bilmez hale geldiğini hatırlamalarını istiyor. Üzerindeki bitkiler kuruduğunda âdetâ ölen, ama üzerine yağmur yağınca yeniden canlanıp kabaran ve çeşitli bitkiler veren yeryüzüne bakmalarını tavsiye ediyor.[8]
Bir yığın kemik, bir avuç toprak olduktan sonra yepyeni bir şekilde dirilip hayat bulacaklarından şüpheye düşenler,[9] insanı hiç yoktan yaratan yüce bir kudret için, onu yeniden diriltmenin çok daha kolay olduğunu bilmelidir.[10]
Mahşer
Allah Teâlâ, mahşer gününden söz ederken; büyük gün, bütün insanların, âlemlerin Rabbi huzuruna çıkacağı gün[11] ifadelerini kullanmaktadır.
O gün, sûr sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.[12]
Herkes büyük bir korkuya kapılacak, çocuğunu emziren kadın yavrusunu unutacak, gebe kadın bebeğini düşürecek, insanlar sarhoş olmadıkları halde sarhoş dolaşacaklar.[13]
İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek;[14] o gün yer başka bir şekle büründüğü,[15] dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için;[16] dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.[17]
İnsanlar mahşer yerinde, Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna,
yalınayak,
çıplak,
ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar.[18]
O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.[19]
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.
Bu bahtiyar insanlar:
Âdil devlet başkanları,
Temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
Kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
Birbirlerini Allah için seven, buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan insanlar,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı dökenler olacaktır.[20]
Amel defteri
Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese:
“Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın” denecek.[21]
İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek. O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere “Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz” diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.[22]
Defteri sol eline verilenler ise “Amanın, bu nasıl deftermiş! Yaptığım her şeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte her şey bitmiş olsaydı” diye yanıp tutuşacak.[23]
Hesap
Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hesaba çekilecektir.[24]
Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak,[25] kulaklar, gözler, deriler dile gelip her şeyi haber verecektir.[26]
Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.[27]
Peygamber Efendimizin anlattığına göre bu şöyle olacaktır:
Allah Teâlâ her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece cehennemi görecektir.[28]
Cenâb-ı Mevlâ, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azab göreceklerdir.[29]
Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir.[30]
Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir[31].
Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hatta boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.[32]
Mîzan
Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teâlâ kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaktır. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü her şey tartıya konacaktır.[33]
Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, bir uçurumun girdabına sürüklenecek ve sonsuza kadar cehennemde kalacaktır.[34]
Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.
Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Meselâ “Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm” zikri dilde hafif olmakla beraber Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.[35]
“Elhamdülillâh” diye Allah’ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir.[36]
Ama terazide her şeyden daha ağır çeken, güzel ahlâk olacaktır.[37]
Şefaat
Allah Teâlâ’nın bağışlamadığı bir tek günah vardır: O da kulun Allah’tan başkasını Tanrı yerine koyması, Kâinâtın Rabbinden başkasına ilahlık yakıştırılmasıdır. Bunun dışında kalan bütün günahların bağışlanma şansı vardır.[38]
Allah Teâlâ günahları bağışlamak için bazı kullarını aracı yani şefaatçi yapabilir. Ama şefaat etme yetkisini bir başkasına sadece O verir.[39] Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemez.[40]
Kendisine şefaat yetkisi verilenlerin en başında Peygamber Efendimiz vardır.
Allah Teâlâ, âhirette onu övgüye değer bir makama (Makâm-ı mahmûd’a) getireceğini söylemektedir.[41]
Makâm-ı mahmûd, şefaat etme yetkisi demektir.[42]
Peygamber Efendimiz, sahip olduğu bu yetkiyle ümmetini mahşer yerindeki zor durumdan kurtaracaktır. Çünkü o, dünyada iken ağlayarak dua etmiş, Allah’tan ümmetini bağışlamasını dilemiş, Cenâb-ı Mevlâ da ona “Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz” diye vaad buyurmuştur.[43]
Sevgili Peygamberimiz, hesaba çekilmeden cennete girecek olan ümmetini cennete götürdükten sonra, birkaç defa daha şefaat edecek ve her defasında, cehennemde azab gören bazı ümmetin kurtaracak, en sonunda, kalbinde en az iman bulunanları bile cehennemden çıkaracaktır.[44]
Allah Teâlâ meleklere de şefaat etme yetkisi verecektir. Bu yetkiyi alan melekler, mü’minleri, alınlarındaki hiç yanmayan ve silinmeyen secde izinden tanıyacak ve onları cehennemden çıkaracaktır.[45]
Sırat
Mahşerden sonra cennete veya cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, cehennemin iki yakasına kurulmuş, Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür.
Mü’minler buraya gelince, peygamberler “Allah’ım selâmet ver, selâmet ver!” diye yalvaracaklardır.
Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselâm ile birlikte ümmeti geçecektir.
Allah’ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir.
Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda,
kimi şimşek,
kimi rüzgâr hızıyla,
kimi kuş,
kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir.
Sırat kaygan bir yerdir; sağında solunda kancalar, çengeller ve pıtrak dikenleri vardır; ondan sapasağlam geçemeyenin vücudu hırpalanacak, eli yüzü tırmalanacak, kimi de cehennem ateşine yığılıp kalacaktır. [46]
Kevser havuzu
Kevser Havuzu, kevser ırmağının üzerinde bulunduğu için bu adı almıştır.
Kevser, çok hayır demektir; Peygamber Efendimize verilen hayırlardan biridir.[47]
Şimdi Kevser havuzunu Sevgili Peygamberimizden dinleyelim:
Cennette dolaşırken, etrafında inciden yapılmış evlerle çevrili Kevser Irmağı’nı gördüm ve onun hakkında bilgi istedim. Cebrâil bana “O Rabbinin sana verdiği ırmaktır” dedi.
İçine elimi soktum, toprağı burcu burcu kokuyordu; içindeki çakıltaşları da incidendi.
Kevser havuzun hem boyu hem eni birer aylık yol kadardır.
Cennetten çıkan bir su; biri altın, diğeri gümüş iki oluktan, bu havuzun içine gürül gürül akar.
Suyu sütten beyaz, kokusu mis kokusundan güzel, kardan soğuk, baldan tatlıdır.
Orada, gökyüzündeki yıldızlar kadar bardak vardır.
Ben havuz başına sizden önce varacağım ve orada ümmetimi bekleyeceğim.
Havuz başına benden sonra gelenler onun suyundan içecek ve bir daha susamayacaktır.[48]
Allah Teâlâ,’nın belirttiğine göre, her mü’min cennet şarabından kadeh kadeh içecek, içtikçe derin bir zevk duyacak, ama kesinlikle sarhoş olmayacak, rahatsızlık hissetmeyecektir.[49]
[3] Buhârî, Tefsîr 39/4, 78/1; Müslim, Fiten 141-143; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 28
[18] Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk 45; Müslim, Cennet 56-58; Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 220, 223, 235, 253, VI, 53, 90
[19] Müslim, Cennet 60-62; Tirmizî, Kıyamet 6, Tefsîr 75; İbni Mâce, Zühd 33; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 13, 19, 105
[20] Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91, Birr 37; Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2
[28] Buhârî, Zekât 10, Rikak 39, Tevhid 24, 36; Müslim, Zekât 67; Tirmizî, Kıyamet 1; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 236
[30] Buhârî, Tıb 17, 42, Rikak 21, 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374; Tirmizî, Kıyâmet 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 271, 401, 403, IV, 436, 441
[35] Buhârî, Daavât 65; Müslim, Zikr 31. Bu Zikrin anlamı şudur: Ben Allah’ın yüceliğine yakışmayan sıfatların Onda bulunmayacağını söyler ve Ona hamdederim. Ben Allah’ın yüceliğine yakışmayan sıfatların Onda bulunmayacağını tekrar söylerim.
[37] Tirmizî, Birr 61; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr (Selefî), XXIV, 255; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 22.
[43] Müslim, Îmân 346. “Rabbin sana dilediğini verecek, sen de hoşnut olacaksın” (Duhâ 93/5) âyetiyle Hz. Peygamber’in şefaatine işaret edildiği belirtilmektedir.
[44] Buhârî, Tevhîd 36, Îmân 15, Rikak 51; Müslim, Îmân 322, 326, 327; İbni Mâce, Mukaddime 9; Dârimî, Mukaddime 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 16, 144
[46] Buhârî, Ezân 129, Rikak 52, Tevhîd 24; Müslim, Îmân 299, 302; Tirmizî, Kıyâmet 9; Nesâî, Tatbîk, 8; İbni Mâce, Zühd 33; Ahmed b. Hanbel,Müsned, VI,110.
Yeni yorum ekle