Büyük Bedir Gazvesi

                  Prof. Dr. İsmail YİĞİT


          Bu gazve, Medine’nin güneybatısında, Suriye-Yemen ticaret yolu üzerinde yer alan Bedir'de yapılmıştır. Bedir, Medine'ye 150, Kızıldeniz sahiline ise yaklaşık 20 km uzaklıktadır.

Mekke müşrikleri, bilindiği gibi, İslam dinini kabul eden hemşehrilerine her türlü kötülüğü yapmışlar, neticede onları Mekke'yi terke zorlamışlardı. Onların geride bıraktığı mal ve mülklerini gasp etmekle kalmamışlar, sığındıkları yerlerdeki yandaşlarını da onlara karşı tahrik etmişlerdi. Suçlu saydıkları bu Müslümanları geriye getirmek için bir takım girişimlerde bulunmaya devam ediyorlardı. Diğer taraftan, Müslümanlar, hicretten sonra Peygamberimiz'in liderliğinde Medine'de bir devlet kurmuşlar, güç ve kuvvet kazanarak Kureyş'in bu tavrına mukabelede bulunmaya başlamışlardı. Kureyş'i iktisadi baskı altında tutmak için, onlara ait kervanların, hakimiyetleri altında bulunan Medine havalisinden geçişlerini engellemeye çalışıyorlardı. Dolayısıyla, Hicretten sonra Müslümanlarla Mekke müşrikleri bir nevi savaş halindeydiler. Her iki taraf, aralarında büyük bir savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Bedir gazvesinden önce başta Batn-ı Nahle vak'ası olmak üzere bazı küçük çatışmalar da olmuştu. Bu sebeple her an büyük bir savaş çıkması bekleniyordu. Her iki taraf da, kesin gözüyle baktıkları, gittikçe yaklaşan savaşa hazırlanıyorlardı.

Mekke müşrikleri, Medine üzerine yapmayı düşündükleri saldırılar için, silah ve teçhizat hazırlıkları yapıyorlardı. Bu maksatla Suriye'ye ticaret kervanları gönderiyorlar, elde ettikleri kârı bu işe harcıyorlardı. Buna karşılık Peygamberimiz de, Kureyş'in bu kervanlarına geçit vermemek için gazve ve seriyyeler düzenliyor, böylece Kureyş'e iktisadi ve ekonomik baskı uyguluyordu. İki taraf arasındaki bu siyasi gerginlik devam edip giderken Peygamberimiz, Uşeyre gazvesinde Suriye'ye gitmekte iken takip ettiği Kureyş kervanının Mekke'ye dönmekte olduğunu haber aldı. Bin develik zengin bir ticaret kafilesi olan bu kervan Kureyş'li lider Ebu Süfyân'ın idaresindeydi ve kırk muhafız tarafından korunuyordu. Peygamberimiz, gelirinin kendilerine karşı yapılacak savaşta kullanılması kesin olan bu kervanın yolunu kesmeye karar verdi. Durumu ashâbına bildirdi ve onları bu işe teşvik etti. Bunun üzerine 83'ü muhâcir, 231'i ensârdan olmak üzere 314 kişilik bir kuvvetle Medine'den ayrıldı.[1]

Bu gazve esnasında savaş çıkacağı bilinmediği için fazla bir hazırlık yapılmamış, ağırdan alan bazı sahâbiler sefere katılmamıştı.[2] Bu yüzden Peygamberimiz orduya katılmayanlara da ses çıkarmadı. Nitekim bu savaşa katılmayan Mâlik oğlu Ka'b şöyle demiştir:

"Tebük gazvesi hariç, hiçbir seferde Rasûlullah'ın (s.a.v) yanından ayrılmadım. Gerçi, Bedir gazvesine de katılmamıştım; fakat bu savaşa katılmayanlar kınanmadı. Rasûlullah, onları bu yüzden azarlamadı. Şüphesiz ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Bedir gazvesine (savaş maksadıyla değil Suriye'den dönmekte olan) Kureyş kervanını kastederek çıkmıştı. Neticede Cenâb-ı Hak, Müslümanlarla düşmanlarını (önceden düşünmedikleri bir zamanda) vakitsiz olarak karşılaştırdı.[3]

Şimdiye kadar düzenlenen gazve ve seriyyelere önce ifade edildiği gibi sadece Mekke'den Medine'ye hicret etmiş muhâcirler katılmıştı.  Bu defa ise ensâr da iştirak ediyordu. İslam ordusunda binit olarak yetmiş deve iki de at vardı. Mücahidler, bunlara nöbetleşe biniyorlardı. Ümmü Mektum oğlu Abdullah'ı Medine'de yerine vekil bırakan Peygamberimiz, Ramazan ayının 8'inde Pazartesi günü Bedir'e doğru hareket etti.

Biri Muhâcirlerin ikisi de Ensâr'ın olmak üzere İslam ordusunun üç sancağı vardı.

Rasûlullah (s.a.v), hareketinin Kureyş kervanı tarafından öğrenilmemesi için, yolculuğu esnasında ara yolları takip etti. Develerin boyunlarındaki çanları çıkarttı ve etrafa keşif kolları gönderdi.[4]

Diğer taraftan Suriye'den yola çıkan kervanbaşı Ebû Süfyân, Hicaz bölgesine yaklaştığı sırada, casusları vasıtasıyla, Hz. Peygamber'in kendisini ve kervanını takip için Medine'den hareket etmiş olduğunu öğrenmişti. Kiraladığı bir adamı hemen Mekke'ye gönderdi ve Mekke halkından bir ordu göndererek kervanlarını Müslümanların elinden kurtarmalarını istedi.[5] Mekke'ye ulaşan haberci, durumu halka bildirince şehir heyecan içinde çalkalandı. Söz konusu kervanda malı olmayan kimse yoktu. Mekkeliler, kısa süre içinde bir ordu hazırladılar. Ordunun mevcudu 950-1000 arasındaydı. Kumandanlığını büyük İslam düşmanı Ebû Cehil yapıyordu. Orduda binit olarak 700 deve ve 100 de at bulunuyordu. Ayrıca askerlerin çoğu zırhlıydı. Müşrikler, beraberlerinde şarkıcı kadınlar da almışlardı. Bu kadınlar, def çalıp şarkı söyleyerek Müslümanları hicvediyorlardı. Kısa sürede hazırlanan Kureyş ordusu, Bedir'e doğru hareket etti.

Peygamberimiz, müşriklerin kalabalık bir ordu toplayarak Mekke'den ayrıldıklarını, ancak Zefiran vadisinde öğrenebildi. Beklenilmeyen bu durum karşısında, hemen bir toplantı yaparak meseleyi ashâbıyla görüştü. Onlara kervanın üzerine gitmeyi mi, yoksa haber aldıkları orduya karşı savaşmayı mı istediklerini sordu. Âyet-i kerimede işaret edildiğine göre, ekseriyet kervan takibine rağbet etmişlerdi.[6] Ancak Hz. Peygamber'in niyeti, ordu üzerine gitmekti. Dolayısıyla ashâbının tutumundan müteessir olmuştu. Bu sırada, önce Hz. Ebû Bekir, peşinden de Hz. Ömer, muhacirler adına konuşarak orduya karşı gidilmesini istediklerini açıkladılar. Onların ardından ilk Müslümanlardan olan Mikdâd b. Esved söz aldı ve şunları söyledi:

"Ya Rasûlallah! Biz Müslümanlar, Musa kavminin (Musa Peygamber'e) 'haydi sen ve Rabbin düşmana karşı gidip muharebe edin de biz de burada oturalım' dedikleri gibi diyemeyiz. Aksine biz, senin sağında, solunda, önünde ve arkanda düşmanla çarpışırız!"[7]

Peygamberimiz, özellikle Medineli Müslümanların (ensâr) savaş konusundaki görüşlerini öğrenmek istiyordu. Çünkü son Akabe biatına katılan Medineli Müslümanlar, Hz. Peygamber'i çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi sadece Medine içinde koruyacaklarına söz vermişlerdi. Şimdi ise, şehirden çok uzaklarda yapılacak bir savaş söz konusuydu. Hem de 314 kişilik ordunun dörtte üçü onlardandı. Peygamberimizin maksadını anlayan ensâr temsilcileri, söz alarak kendisiyle her türlü düşmana karşı, gösterdiği her yerde savaşacaklarını bildirdiler. Sa'd b. Muâz şöyle dedi:

“Ey Allah'ın Rasûlü! Biz sana iman ettik, senin getirdiğin her şeyi tasdik ettik. Bize getirdiğin Kur'ân'ın hak olduğuna şahitlik ettik. Bu hususta sözlerini dinlemeye ve sana itaat etmeye söz verdik. Ya Rasûlallah! Nasıl dilersen öyle yap. Biz seninle beraberiz. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalacak olsan, biz de hiç tereddüt etmeden beraber dalarız. Ensâr'dan bir kişi bile geri dönmez. Biz, yarın düşmanımıza karşı, seninle birlikte gitmeyi de seve seve kabul ederiz. Ya Rasûlallah! Biz, harpte sebat etmesini, düşmanla karşılaştığımızda sadakat göstermesini biliriz. Umulur ki, Allahu Teâlâ sana Ensâr camiasının elinden, senin gözünü aydın edecek kahramanlık harikaları gösterecektir. Aziz Peygamberimiz, bunun için, Allah'ın bereket ve selametine güvenerek, bizimle beraber düşman üzerine yürüyünüz."[8]

Sa'd'ın bu sözlerinden memnun kalan Peygamberimiz, “Öyleyse haydi Allah'ın bereket ve saadetine doğru yürüyünüz. Sizi müjdelerim ki, Allah, bize kervanı veya Kureyş ordusunu kat'i sûrette vadetmiştir. Zaferin kesin olduğuna inanınız." dedi. Sonra Bedir'e doğru hareket emrini verdi.[9] Bedir'e yaklaşıldığı sırada, kervanın o bölgeden uzaklaştığı öğrenilirken, Kureyş ordusunun oraya gelmiş olduğu görüldü.

              Diğer yandan Kureyş ordusu da, Bedir'e ulaşmazdan önce, kervanlarının takipten kurtulduğunu öğrenmişti.[10] Şöyle ki, Peygamberimiz'in hareketinden haberdar olan ve onun Bedir'e doğru geldiğini öğrenen kervan reisi Ebû Süfyan, süratle Kızıldeniz sahiline yönelerek, sahil yolunu takiben kervanını kaçırmış; ayrıca durumu Mekke'den gelen orduya da bildirmişti. Kureyş ordusu, kervanlarının kurtulduğunu öğrendiğinde Cuhfe mevkiinde bulunuyordu.[11] Bu haber üzerine müşriklerden bazıları, "Nasıl olsa kervanlarımız kurtuldu, artık geriye dönelim." dediler. Ancak Ebû Cehil, geriye dönmemekte kararlıydı. Söz konusu teklifi yapanları korkaklıkla itham ederek Müslümanlarla karşılaşmadan dönmeyeceğine yemin ediyordu. Kesinlikle Bedir'e kadar gideceğini ve orada üç gün şenlik yapacağını söylüyordu. Bu sırada, Batn-ı Nahle'de öldürülen Amr'ın yakınları da, intikam naraları atarak savaş istediklerini bildirdiler. Ebû Cehil'in ve Amr'ın yakınlarının tutumu, dönmek isteyenlerin çoğunu geri çevirdi. Sadece Zühreoğulları ve Hz. Ömer'in kabilesi olan Adiyoğulları, kervanın kurtulduğu haberi üzerine geri dönmüşlerdi.

Bedir'e daha önce gelen Kureyş ordusu, meşhur Bedir kuyularının uzak bir yerinde karargâhını kurmuştu. Peygamberimiz ise, ordusunu önce kuyuların yakınına indirdi. Fakat Münzir oğlu Hubâb, kendisine gelerek, karargâh olarak seçtiği mevkii, Allah'ın emriyle mi, yoksa kendi iradesiyle mi seçtiğini sordu. Peygamberimiz, kendi reyiyle tercih ettiğini söyleyince, Hubâb, seçilen yerin savaşa uygun olmadığını açıkladı ve daha uygun bir mevki gösterdi. Onun görüşünü beğenen Peygamberimiz, hemen ordusunun yerini değiştirdi.[12]

İki ordu, karşı karşıya gelmişlerdi. İslâm’ın bu ilk ordusu, asker mevcudundan anlaşıldığı gibi bir avuç mücahitten ibaretti. Asker mevcudu bakımından üç kat daha büyük ve techizat yönünden çok daha mükemmel bir orduyla savaşacaktı. Ordusunu harp düzenine koyan Peygamberimiz, Muâz oğlu Sa'd tarafından kurulmuş olan küçük komutan çadırına çekilmiş şöyle dua ediyordu:

"Ya Rab! İşte Kureyş, kibir ve gurur ile geldi. Sana meydan okuyor. Peygamberini de yalanlıyor."

Daha sonra ellerini kaldırarak:

"Ya Rab! Peygamberlere yardım sözünü, bana da hususî olarak zafer va'dini yerine getirmeni senden isterim. Allah'ım eğer sen, şu bir avuç Müslüman’ın helakini diliyorsan, sonra sana ibâdet eden bulunmayacaktır." dedi ve elbisesi üzerinden düşünceye kadar, bu duayı tekrarladı.

Birbiriyle çarpışacak iki ordu da, kardeş ile kardeş, baba ile oğul ayrı saflarda bulunuyorlardı. Meselâ müşriklerin sancaktarı ile mücahitlerin sancaktarı kardeşti. Ebû Bekir'in bir oğlu yanında, diğer oğlu ise düşman saflarındaydı. Hz. Ali'nin kardeşi müşriklerin safında bulunuyordu. Peygamberimiz'in amcalarından Hamza İslâm ordusunda, Abbas ise müşrikler arasında yer alıyordu. Aynı durumda olan çok kimse daha vardı.

Savaş, 17 Ramazan Salı günü yapıldı. İki ordunun birbirine yaklaştığı sırada, Peygamberimiz ashâbına, hangi silahları ne zaman kullanacaklarına dâir taktik verdi. Araplarda yaygın olan mübâreze geleneğine göre, önce iki tarafın meşhur kahramanları ortaya çıkarak teke tek çarpıştılar. Müşrik liderlerden Rebîa oğlu Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid, ileri çıkarak Hâşimoğulları'ndan kendilerine karşı mübârizler istemişlerdi. Hz. Hamza, Hz. Ali, ve Hâris oğlu Ubeyde ileri çıktılar. Hz. Hamza, Şeybe'yi; Hz. Ali, Velid'i öldürdü. Ubeyde ile Utbe ise birbirlerini yaralamışlardı; Hamza ile Ali, Ubeyde'nin yardımına yetişerek Utbe'yi öldürdüler. Sonra savaş gittikçe kızıştı ve iki ordu birbirine girdi.

Müslümanlar, birkaç saat içinde müşrikleri müthiş bir bozguna uğrattılar. Başta Ebû Cehil, Rebîa oğlu Utbe, kardeşi Şeybe, Esved oğlu Zem'a, Ebû'l-Bahterî, Halef oğlu Ümeyye, Haccac oğlu Münebbih ve kardeşi Nübeyh gibi Kureyş liderleri olmak üzere yetmiş müşrik öldürülmüştü. Bir o kadar da esir alınmıştı. Müslümanlar ise on dört şehit vermişlerdi. Hezimete uğrayan Kureyş askerleri, eşyalarını savaş alanında bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardı. Peygamber Efendimiz, aldığı bu galibiyetten sonra, âdeti olduğu üzere üç gün savaş yapılan mıntıkada bekledi. Bu süre içinde, daha sonraki savaşlarında da yaptığı gibi, şehitleri ve ölüleri defnettirdi. Bu arada, Hârise oğlu Zeyd ile Revâha oğlu Abdullah'ı Medine'ye zafer müjdecisi olarak gönderdi. Ganimetleri toplatarak alınan müşrik esirlerle birlikte Medine'ye dönmek üzere hareket etti. Esirleri ashâbına dağıtarak onlara iyi muamele etmelerini emretmişti. Onun bu emri üzerine Müslümanlar, esirlerine çok iyi davrandılar. Hatta ellerinde bulunan en güzel yiyecekleri onlara ikram edip kendileri diğer yiyeceklerle iktifâ ettiler.

Esirlerin Durumu: Savaşta alınan esirlere yapılacak muamele hakkındaki âyetler, henüz nâzil olmamıştı. Dolayısıyla Peygamberimiz, onlara yapılacak muamele hususunu ashâbıyla müzakere etti. Hz. Ömer ve ona katılan bazıları, esirlerin öldürülmelerini teklif ederken Hz. Ebû Bekir, kurtuluş fidyesi karşılığında salıverilmelerinin daha uygun olacağını ileri sürdü. Neticede Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir'in teklifine katıldığını belirtti. Hz. Ebû Bekir, onlardan alınacak fidye ile Müslümanların kâfirlere karşı güçleneceğini ileri sürmüştü.[13]

Alınan bu karar ve Kureyş'in esirlerini fidye karşılığı kurtarmak için müracaatı üzerine, esirlerin maddi durumlarına göre fiyat tespiti yapıldı. Tespit edilen parayı ödeyenler serbest bırakıldı. İçlerinde okuma-yazma bilip de fidye ödeyecek maddi imkânı olmayan esirlerin, kurtuluş akçesi yerine on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmesi şart koşuldu.[14] Okuma-yazma oranını kısa sürede yükselten bu tedbir de ilk emri "oku" olan yüce dinimizin, ilme verdiği ehemmiyeti gösteren eşsiz bir uygulama olmuştur.

Ganimetlerin Taksimi: Bedir'de ele geçirilen ganimetlerin taksimi hususunda da bazı fikirler ileri sürülmüştü. Bu sırada inen âyet-i kerime, meseleyi açıklığa kavuşturdu. Buna göre, ganimetlerin beşte biri, âyette gösterilen yerlerde harcanmak üzere hazineye bırakıldı. Geri kalanı ise, gaziler arasında eşit olarak paylaştırıldı. Bedir savaşının Allah Teâlâ tarafından, "Yevmü'l-Furkân/Hak ile batılın ayrıldığı gün" olarak isimlendirildiği bu âyette şöyle deniyordu:

"Eğer Allah'a iman etmiş, hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiriyle savaştığı (Bedir) günü kulumuz (Muhammed'e indirdiklerimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, onun yakınlarının, yetimlerin, yoksulların ve yolcularındır. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir."[15]

Bedir'in önemi ve savaş sırasındaki ilâhî yardım: Bedir gazvesi, İslam ordusunun ilk ve en parlak zaferi oldu. Bu zafer, hem İslam Devleti'ni kuvvetli bir hale getirmiş, hem de Medine'yi düşman taarruzundan korumuştur. Cenab-ı Allah, İslâm tarihinin bu en önemli savasında, kendisi için savaşan Müslümanlara, bizzat harbe iştirak için gönderdiği meleklerle, düşmanlarını onlara az, onları düşmanlarına çok göstermekle, estirdiği rüzgâr ve yağdırdığı yağmurla, onların kalbine emniyet ve sükûnet, düşmanlarının kalbine tedirginlik ve korku vermekle çeşitli yardımlarda bulunmuştur. Bu gazve hakkında inen Enfâl sûresi, söz konusu yardımları, geniş bir şekilde anlatır. Konuya açıklık getirmek için, söz konusu âyetlerden birkaç tanesinin tercümesini verelim:

"Hani siz Rabbi'nizden imdat istiyorsunuz da O da: Muhakkak ki ben, size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi) ile imdat ediciyim, diyerek kabul buyurmuştu.

Allah bunu ancak müjde olsun ve kalbiniz bununla yatışsın, güvene ve huzura kavuşsun diye yapmıştı. Yardım yalnız Allah katındandır. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir.

O zaman sizi, Allah'tan bir güven olmak üzere hafif bir uyku bürüyordu, üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini, içinize attığı kötü düşünceleri sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu.

Rabbin meleklere vadediyordu ki: Ben sizinle beraberim, siz inananları pekiştirin. Ben, inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım, vurun onların her parmağına!

Böyle olacak, çünkü onlar, Allah ve Rasûlü'ne karşı geldiler. Kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse muhakkak ki, Allah’ın cezası çetin olur." [16]

   "O kâfirleri siz öldürmediniz; lâkin Allah öldürdü. Ey Muhammed! Kâfirlere attığın zaman da sen atmadın; lakin Allah attı. Allah, bunu güzel bir imtihanla müminleri denemek için yaptı. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten (Semi') ve çok iyi bilen (Alîm)'dir."[17]

 Bu yardımlara Âl-i İmrân suresinde de işaret edilmiştir:

"Şüphesiz savaşan iki topluluğun durumunda size bir ibret vardı. Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu; diğer topluluk ise kâfir idi ve onlar Allah yolunda çarpışanları gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah da yardımıyla dilediğini kuvvetlendiriyordu. Elbette gören göze sahip olanlar için bunda bir ders vardır."[18]

"Siz güçsüz iken, şüphesiz ki Allah, size Bedir savaşında yardım etti. Allah'tan korkun ki, şükredesiniz. O zaman sen müminlere: Rabbinizin gökten indirilmiş üç bin melekle size yardım etmesi, size yetmez mi? diyordun. Evet, şayet sabreder, Allah'tan korkarsanız ve düşmanlarınız da, hemen o anda üzerinize gelirlerse, Rabbiniz işaretlenmiş beş bin melekle size yardım eder.

Allah, size bu yardımı, sadece bir müjde olsun ve kalbiniz huzura kavuşsun diye yaptı. Zafer ancak her şeye galip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafındandır. Böylece Allah, kâfirlerden bir bölümünün kökünü kessin veya onları rüsvay etsin de ümitsiz olarak geri dönsünler."[19]

Rivâyet edildiğine göre, bir ara Peygamberimiz'e gelen Cebrail Aleyhisselam, ona şu soruyu sormuştu:

" Yâ Rasûlallah! İçinizde Bedir kahramanlarının mertebesi nedir?

Sevgili Peygamberimiz, ona şu cevabı verdi:

"Onları Müslümanların en faziletli simaları sayarız."

Bunun üzerine Cebrâil de:

"Biz de, meleklerden Bedir'de bulunanları, aynı şekilde meleklerin en hayırlıları kabul ederiz."[20]



[1] İbn Kesîr, II, 380

[2] İbn Hişâm, I, 607

[3] İbn Kesîr, II, 389-390

[4] İbn Kesîr, II, 388 vd.

[5] İbn Hişâm, I, 607

[6] Bu ayetin tercümesi şöyledir:"Hani Allah size, iki taifeden(yani kervan ve Kureyş ordusundan) birinin muhakkak sizin olacağını vaad ediyordu. Siz ise, kuvveti ve silahı bulunmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı ve kâfirlerin arkasını kesmeyi istiyordu." (Enfâl Sûresi 8/7)

[7] İbn Kesîr, II, 392

[8] İbn Kesîr, II, 392

[9] İbn Hişâm, I, 615

[10] Bazı müellifler, kervan takibine çıkılması gibi bir durum olmadığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre savaşın sebebi, Mekke müşriklerinin, kervanlarının Müslümanlar tarafından yağmalanacağına dair aldıkları yanlış haber üzerine Müslümanlara karşı taarruz geçmeleridir. Müslümanlar, bu harp hazırlığından haberdar olunca herekete geçmişlerdir. Bkz. Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet, I, 354; Konrapa, 61 vd.

[11] İbn Kesîr, II, 398

[12] İbn Hişâm, I, 620

[13] İbn Kesîr, II, 457 vd.

[14] İbn Sa’d, II, 22

[15] Enfal Sûresi, 8/41

[16] Enfâl Sûresi 8/9-13

[17] Enfâl Sûresi 8/17

[18] Âl-i İmrân, 3/13

[19] Âl-i İmrân, 3/123-127

[20] Buhârî, Megâzî,11. Bedir’e katılan Müslümanların bir listesi için bkz. İbn Kesîr, II, 491-509

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.