Yeni Bir Şey Yok

İnsanla beraber ortaya çıkan hak-batıl cepheleşmesinin tarihini, ilk insandan başlatmamız doğru olandır. Söz konusu cepheleşme, bu doğruluğun bir uzantısı olarak son insana kadar da devam edecektir. Çok iyimser olmak da ortada olağanüstülük görmek de yanlıştır. Çok basit bir benzetme ile önümüzdeki durum bir çeşit yaz-kış kutupları gibidir. İnsanın, dünya hayatındaki varlık nedenini idrak ettikten sonra anlaşılma zorluğu da kalkmış olur. İmtihan maksadı ile dünyaya gönderilen insanın, imtihan aracı olan batıla karşı onun neden var olduğunu sorgulaması makul bir sorgulama olamaz. İlk insandan itibaren, bütün insanlar için geçerli kurallar uygulanmaktadır. Her insanın, önüne konmuş bulunan hak/batıl seçeneklerinden hangisini tercih edeceğinin görülmesi ve kaydedilmesi gerekmektedir. Batıl asla boşuna değildir. 

Ne batılın hakkı kökten kaldırması gerçekleşebilir ne de hakkın batılı yok edip batılın bulunmadığı bir dünyada kulluk ispatında bulunması gerçekleşebilir. Her iki durum da dünya hayatının seyri içinde mümkün değildir. Hak var olacak, bir kısım insanlar ona bağlanacak; batıl da var olacak ve bir kısım insanlar hatta insanların çoğunluğu ona bağlanacaklardır. İnsanın önünde cennet ve cehennem gibi iki sonuç bulunduğu sürece en tabii seyir böyle bir seyirdir. Bize kadar ulaşan insanlık tarihi, böyle bir seyrin sonuçları ile doludur.

İlk insandan itibaren her şey esasen aynıdır. Bugünkü şeklinin teknoloji ile renklenmiş olması, olayı mü’min gözüyle inceleyebilenler için farklılık göstermemektedir. Kullanılan silahların şekli değişmiştir ama silaha iten mantık değişmemiştir. Alkolün şişesi değişmiş, özü kalmıştır. Cinayetin tarzı farklılaşmış, sonucu kalmıştır. Yüzeysel değişikliklerden söz etmek mümkündür ama öz aynıdır. İnsan aynı insandır, tabiat aynı tabiattır. Yaratan Allah’ın yaratma maksadı da değişmemiştir. Vadettiği cenneti ve tehdit ettiği cehennemi de değişmemiştir. İman da aynıdır hayatı yönlendiren emirleri/yasakları da.

Dünkü insan da ancak sabredenlerden olabilirse cenneti kazanıyordu bugünkü insan da. Dün de nefis, ibadeti zorlaştırıyordu bugün de. Şeytan binlerce sene önce de kötülüğe yatırım yapıyordu, şimdi de kötülüğün yatırımını üstlenmiş bulunuyor. O gün, insan şekline girerek görevini yapıyordu bugün internet kullanıyor. Dün, ürkütücü idi bugün medyatiktir. Yenilikten söz edemeyiz. Pişen, ekmek olduktan sonra şu fırında pişmesi ile başka bir fırında pişmesi neticeyi değiştirmez.

Batıl, Kıyamete Kadar Savaşacaktır

Kur’an’ımız Allah’ın, her peygambere o peygamberle savaşacak kötülerden oluşacak bir düşman kitlesi verdiğini haber vermektedir. (Furkan, 31) Ayrıca her peygamberin karşısına çıkarılan ve düşmanlık eden bu kitlenin, birbirlerini kışkırtan “insanlar ve cinlerden oluşmuş şeytanlar”dan olacağını bildirmektedir. (En’am, 112) Birbirlerini süslü sözlerle ikna edecek bu grup, elbette Allah’ın takdiri ile var olmuştur. Aynı ayet, “Rabb’in dilemeseydi böyle olmazdı.” diye bitmektedir. Gayet açık bir şekilde ortaya çıkan sonuç şudur: Batılın, hakkın karşısındaki savaşı rastgele ortaya çıkmış ya da belli menfaatlerden ötürü gelişmiş bir düşmanlığın sonucu değildir. Ortada bir plan ve dileme vardır. Bu plan ve dileme de Allah’a aittir. Kula düşen, Allah’ın planına teslim olmaktır. Bu planın gereği olarak kul, bulunduğu cephenin bağlısı olmanın sonuçlarına katlanmak yönünde üzerine düşeni yapacaktır şüphesiz.

Allah’ın gönderdiği seçkin kullarının (peygamberlerinin) karşısına böyle bir düşman cephe açan Rabb’imiz, peygamberlerin peşinden giderek cennete girmeyi umanlar için “peygamberlere takdir edilenin dışında bir yöntem” belirlemiş olabilir mi?

İmanda ve ibadette peşinden gidilmesi gereken peygamberlerin, hayatı algılama ve imtihan olana katlanma yönünde farklı bir statüde kabul edilmeleri mümkün olamaz. “Allah’tan yana olma

nın ya da hak cephesinden olmanın bedelini sadece peygamberler ödeyecek!” şeklinde bir ilke benimsenebilir mi? Aynı cennete koşarken cennet talebinin karşısında imtihan amaçlı olarak kulun önüne çıkarılan batılın saldırılarına dayanma ve hakkı üstün tutma görevi cennet isteyen herkesin görevi olmalıdır. Fiilen de olan budur. Peygamberlerin girdiği meşakkat tüneline, onlara iman eden herkesin girmesi gerekmektedir. Aksi takdirde peygamberlerle yöntem farkı içinde olanların, onlarla aynı güzel sona ulaşmayı beklemeleri “muhali kemirmek” olacaktır.

Özellikle dikkat edilmesi gereken farklı bir nokta daha vardır:

Peygamberler, nihayetinde mucizelerle teyit edilmiş ve peygamberliğin getirdiği farklılıklarla olayın içinde tutulmuşlardır. Onların izlerini takip edenler ise bu açıdan daha zor denebilecek şartlarda batılın karşısında duracaklardır. Hakkı görmeye bile tahammül edemeyen bir batıl cephesinin karşısında; mucizelerin kesildiği, Cebrail’in vahiy getirmediği bir zamanda sebat etmek zorundadırlar. Allah’ın nûrunu söndürmek için çırpınan bir cephenin söndürme hamlelerine karşı, kendisi nûrlaşmış insanlar olarak karanlıkları aydınlatma hamlesi gösterebilenler başarılı durumdadırlar.  Kendisini feda etmenin bütün anlam türevlerini gerçekleştirebilenler kazanmış olacaktır.

“Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (Bakara 2/251)

Durum gayet açıktır. Ayet, bir tefsire ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açıktır. Bir ayetin içinden alınmış kısa bir bölümünü oluşturmaktadır bu cümle. Ayet, Talût’un Calût’u öldürmesini anlatan kıssanın ardından gelmektedir.Kafkasya’dan güneye Kudüs’ten İstanbul’a kadar ne olup bittiğini merak edenler için bu ayet, her şeyi çok açık bir dille ilan etmektedir. Bir Kur’an ayeti kadar, sebepleri ve mukadder sonucu anlamaya çalışan bir gözle defalarca okunup tefekkür edilmesi gerekmektedir.

-Allah, insanların bir kısmı ile diğerlerini savmaktadır. Buna “insanların birbirleri ile Allah’ın takdir ettiği bir kader gereği mücadele içinde olmaları” dememizde hiçbir sakınca yoktur. Bu da şu demektir: Kimi zaman mü’minler, Allah’ın takdiri gereği küfür ehlinin üstünde olmakta ve onlara hükmetmektedirler. Kimi zaman da Allah, küfür ehlini salmakta, mü’minleri onlara karşı kendilerini ve iman davalarını müdafaaya mecbur tutmaktadır. Bunun adı yer yer “cihat” olmakta yer yer de “hicret” olmaktadır. Ya da başka bir isim ama neticede mü’minler, Allah’ın takdir buyurduğu bir planın gereği olarak Allah’a iman etmeyenlerin karşı cepheyi oluşturduğu bir ortamda iman edenler cephesini temsil etmek durumunda olmaktadırlar. Ayet, bunu gayet açık bir şekilde beyan etmektedir. Hacc Suresi’nin kırkıncı ayetinde bu hakikat daha açık bir ifade ile önümüze konmuştur.

“Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.”  Bu ayet de uzun bir ayetin son kısmıdır. Ayetin başı ise şöyledir:

 “Onlar haksız yere, sırf ‘Rabb’imiz Allah’tır.’ demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.”

Ortada “Rabb’imiz Allah’tır.” diyen bir mü’min kitle vardır. Bu kitlenin, Allah’tan yana olma tavrının sonucu olarak sürüldüğünü ve bu kitleye eziyet edildiğini görüyoruz. Sonra da onların sürülmeleri ve eziyet edilmelerinin gerekçesi bize şöyle bildirilmektedir: “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” Bu ayetten bir önceki ayetin konusuna da dikkat edersek zihnimizi biraz daha anlamaya teşvik edeceğiz demektir:

“Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihat için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter.”

-         Bakara suresindeki ayet, “Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” şeklinde bitmektedir. Bir mü’min, ayetin başını ve bu bitiş tarzını okuduktan sonra sadece, her şeyde bir hikmet arayan ve ortada olmaması gereken hiçbir şeyin olmadığına iman ederek kalbini rahatlatabilir. Bir yanlışlık yoktur, yenilik yoktur. Bu düzeni Allah böyle kurdu, böyle sürdürüyor, böyle bitirecektir. Mü’min, alternatifler üzerinde seçme hakkı bulunan biri değildir. Müslüman olmak teslim olmaktır. Seçenek hakkı sadece hak veya batıl tarafında olmayı seçmek içindir. Bunun dışında teslim olma ve kati akıbeti bekleme durumumuz olabilir.

-         Olayları değerlendirirken bu mantığı kullanmamız bizi rahatlatacaktır. İsrailoğullarının tarihini ele alırken de durum böyledir Mekke müşriklerinin karşısında var olma direnci gösteren Ashab-ı Kiram’ın tarihini ele almada da durum bu olmalıdır. 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.