“Giyinme sosyal bir olgudur; onun teşekkülünde, içinde yaşanılan fiziksel coğrafyanın, iklim şartlarının, kültürün, örfün ve geleneğin belirleyici ve zorunlu etkisi vardır.”[1] İlgili tespit, giyim-kuşam konusunda temel etkileşim alanlarını göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Söz konusu etkileşim alanlarını inkâr etmek ve tek biçim-tek renk örtü tarzının olduğu iddiasında bulunmak doğru olmamakla birlikte ortaya konması gereken temel bir ölçüt vardır. Bu ölçüt, hangi değer dünyasına istinad ettiğimizle yakından alakalıdır. İslâm değer dünyasında örtü, hem bireysel hem de toplumsal ahlakı önceleyen bir yaklaşım içermektedir.
Medine döneminde inen tesettür emriyle[2] aslında cahiliye toplumunda var olan örtünme şekline müdahil yeni bir biçim vaz’ edilir.[3] Yeni örtünme biçiminde birbirini açımlayan iki kayıt dikkati çeker: Biri “Cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. / Cahiliye teberrücü gibi teberrüc etmeyin.”[4] diğeri “Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar.”[5].
Âyetlerin nüzulünden itibaren tesettürün İslâm açısından bağlayıcı bir hüküm olmadığına dair hiçbir yoruma rastlanmamaktadır.[6] Ta ki günümüze değin. Kanaatimizce ilmî zeminden ziyade siyasî sâiklere dayanan -tesettürün olup olmamasına yönelik- tartışmaları yazımızda ele almayacağız. Amacımız “Cahiliye teberrücü ile günümüz tesettür anlayışı arasında bir benzerlik var mı?” sorusunu irdelemek.
Ahzab sûresi 31. ve 32. âyet-i kerimelerde Peygamber Efendimizin eşlerine hitap edilmiş ve konumlarının hassasiyetine vurgu yapılmıştır. Örtünmenin mahiyetine ilişkin ilk malumat bu âyetlerde görülür. 31. âyet-i kerimede giyim-kuşamdan önce bazı davranış kalıpları ortaya konmuştur. Bu âyet klasik dönem müfessirleri tarafından “Peygamber eşlerinin münafıkların veya kötü niyet sahiplerinin beklentilerine fırsat verecek tarzda konuşmamaları gerektiği” şeklinde tefsir edilmiştir.[7] 32. âyet-i kerimede ise Hz. Peygamber’in (as) hanımlarına hitaben “Cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. / Cahiliye teberrücü gibi teberrüc etmeyin.”şeklinde yapılan vurguda örtünmenin mahiyetine ilişkin ilk emri görüyoruz. Örtünmenin farz olduğunu bildiren Nur sûresi 31. âyetin inmesiyle Efendimizin eşlerine hitaben “Lâ teberrecne (açılıp saçılmayın)” emri, tüm mümin hanımları da bağlamıştır.[8] Teberruc kelimesi, b-r-c/burc kökünden türeyen bir kelimedir. Dolayısıyla “teberruc” kelime anlamı itibariyle “Kadın güzelliklerini göstermede kendini burca benzetti. / Kadın kendi burcundan çıkıp göründü.” manalarına gelmektedir.[9] Ünlü müfessir Mukâtıl’a (ö.150/157) göre âyette geçen teberruc kelimesi kadının örtüyü başına alıp bağlamadan onu bırakması; gerdanlık, küpe gibi takıların yerlerini, boyun ve boğazını açık bulundurması anlamına gelmektedir. Yani örtüyü enseden bağlamak veya arkaya bırakmak suretiyle yakaların önden açılması, ziynetlerin (süs eşyalarının ve yerlerinin) görünmesidir.[10] Dikkate değer husus şudur ki siyak ve sibak açısından bu âyetler, tesettürün mahiyetindeki ahlak–örtü bütünlüğünü ortaya koymuştur. Özetle denebilir kimütesettir kimse, kötü niyetli insanlara fırsat vermeyecek vakarı üzerinde taşıyan ve cahiliye kadını gibi açılıp saçılmadan örtünendir.
Âyetler ışığında birbiriyle sımsıkı bağlantılı bir şekilde ortaya çıkan bu iki ilkesel sonuç, Nur sûresi 30.-31. âyetlerde de görülmektedir. Bu âyetlerde bildirilen ahlakî duruşun ilk adımı olan “gözlerin haramdan sakınması” hem erkeğin hem kadının sorumluluğudur. Âyetin devamında “(Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar.” kaydı, “teberrucu’l- cahiliye” şeklinde ifadesini bulan cahiliye kadının kullandığı örtüyü revize ederek yeni bir biçim verir. Dolayısıyla iffetin ve ahlakî duruşun ilk tezahürü olan haramdan sakınan gözle birlikte cahiliye teberrücünden de arınmış örtüye “tesettür” demek yanlış olmasa gerek.
Yazımızın başında ifade ettiğimiz İslâmî değer dünyasının hem bireysel hem de toplumsal ahlakı önceleyen yaklaşımı ahlak–örtü bütünlüğü ile elde edilmektedir. Yani bireysel ve toplumsal ahlakın muhafazası için sadece örtünmek yeterli değildir. Aynı zamanda ahlakî davranış kalıpları ile tesettürün anlam bütünlüğünü yakalamak gerekmektedir. Ahlakî davranış ve örtünme tarzı, birbirini desteklediği oranda gerçek tesettüre ulaşmak mümkündür.
Araf sûresi 26. âyet-i kerime, elbisenin Allah’ın rahmetinin göstergelerinden biri olduğunu ve elbiselerin en hayırlısının “takva elbisesi” olduğunu anlatır.[11] Batıl inancı, kötü tutum ve davranışı terk edip onlardan uzaklaşma anlamına gelen “takva”, Allah’ın emrine uygun, doğru davranışı inançla birlikte yürütmektir.[12] O halde “takva elbisesi”, giyim-kuşam hususunda Allah’ın (cc) emrettiği ölçüleri gözetme hassasiyetidir.
İlahî kaynak siyasî, iktisadî ve sosyal olmak üzere tüm yaşam alanlarında bugün referans olarak alınmamaktadır. Müslümanlar bireysel olarak ilahî kaynaktan beslendikleri veya beslenebildikleri oranda mütedeyyin olabilmektedirler. Benlik parçalanmasına ve zihniyet bulanıklığına neden olan bu ikircikli durum, tesettür biçiminde de kendini ortaya koyuyor. Örtünmeye ahlakî bir duruşun da eşlik etmesi zaruretine rağmen zaaflar ve frapan tarzlar nedeniyle “takva elbisesi”ne ne kadar bürünebildiğimiz önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Fatma Barbarosoğlu’nun “Moda ve Zihniyet” kitabında veciz bir şekilde ifade ettiği üzere “Giyim sahip olunan zihniyetin sembolleşmiş şeklidir.” Düşünelim şimdi; ojelerimizle, rujlarımızla, allıklarımızla, kokularımızla, yüksek ökçelerimizle, kısa etek ve kol boylarımızla, omuzlarımıza attığımız şallarımızla ve hatta iffetimizi sorgulanır hale getiren arkadaşlıklarımızla örtülerimiz takva elbisesi midir, cahiliye teberrücü müdür? Bu hâl-i pür melalimizle biz hangi değer dünyasına istinad ediyoruz? Allah’ın emir ve yasaklarıyla örülü takva dünyasına mı? İlahî değerlerden arınmış dünyevî bir çağın ahlak dünyasına mı?
[1] Kur’an’da Örtünmenin Temel Sınırları, M. Zeki Duman, İslâmiyât IV (2001), sayı 2, s. 37.
[2] Ahzab sûresi 33/33, 59; Nur sûresi 24/31.
[3] İlahi Dinlere Göre Başörtüsü, Mehmet Görmez, İslâmiyât IV (2001), sayı 2, s. 28.
[4] Ahzab sûresi 33/33.
[5] Nur sûresi 24/31.
[6] İlahi Dinlere Göre Başörtüsü, Mehmet Görmez, İslâmiyât IV (2001), sayı 2, s. 30.
[7] Tarihsel ve Teolojik Açılardam Kadının Örtünmesi Sorunu, Bedriye Özçelik Yılmaz, İslamî İlimler Dergisi, Yıl: 4, Bahar-Güz 2009, s. 338.
[8] Agm, Bedriye Özçelik Yılmaz, s. 339.
[9] Müfredât Elfâzi’l Kur’ân – Râğib el-İsfahani – çev. Yusuf Türker – Pınar yayınları – 2007 – İstanbul – s. 184.
[10] Diyanet İlmî Dergi, Cilt: 37, Sayı: 1, Ocak – Şubat – Mart 2001, Cahiliye Arap Toplumunda Kadın, Doç. Dr. Ramazan Altıntaş, s. 68.
[11] “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).”
[12] İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Muhammed el-Behiy, terc. Dr. Ali Turgut, Yöneliş yay., 4. Baskı, 1998, İstanbul, s. 203-205.
Yeni yorum ekle