Yârenime Nâme 13: el-VÂSİ'

“Gaybın (açacak) anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onu (gaybı) bilemez.  (En’am 6/59) 

 Sevgili yârenim,

Bana talebe olanlar, hocalarının da talebe olduğunun farkında değilmiş gibi ilmî ve manevi sıkletime bakmadan sorular yöneltiyor. Bugün, ben bu sorulara köprü vazifesi görüp üstümden akıtacağım, bilgimi zorlayan sualleri, senin ilmine. Bugün daha çok muhtacım, haddimi aşmadığımı tasdik etmene…

Bazen izlediklerinden insanların, bazen işittiklerinden mülhem, garip, gizemli mevzular bunlar: Gayb hakkında.

Geleceği bilmek, yarını sezmek tüm beşerin tutkusu aslında. Benim de içimden geçiyor, şöyle arada sırada, ertesi yıl başıma gelecekleri bilsem de hayatıma ona göre şekil versem, ya da sıkıntılara karşı alacağım gardın direnç eşiğini yükseltecek temrinlere girişsem diye. Hemen ardından tevbe ediyorum, zihnime damlayan bu hırs damlacığını, başkaları takip edip göllenmesine izin vermeden siliyorum. Seneyi değil, bir saat sonrasını planlamak, saçma, daha da mühimi, kadere inancı zedeleyen bir düşünce biçimi değil mi?

Ne zaman, yarına dair program yapsam (yarını programladığımı vehmetsem mi demeli) ya tam zıddı bir hal içinde buluyorum kendimi ya da yüz seksen derece zıdda yakın bir açıda. Rabbimin çizgisiyle kendi çizgim (çizdiğimizi vehmediyoruz mu demeli) çakışınca mutlu, çelişince mutsuz hissediyorum. Nefsimi terbiye sadedinde “rıza denen şey, şimdi gerek işte” deyip, daralmanın içinde, bol bol İnşirah Suresi’ni okuyorum.  “Muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”

 Geçen gün, mealini verdiğim gaybla ilgili ayetin ardından birkaç küçük öğrencim, televizyonda seyrettikleri bir gösteriden bahsettiler. Yakın geçmişi, şimdiyi ve yakın geleceği bildiğini iddia eden bir adamın, transa geçip, karşısındaki insanın hayatına dair, başkalarınca bilinmeyen cepheleri, tafsilatlı şekilde anlattığını söylediler. Hazır bulunanların âdeta şok olduğu, hayatına dair ayrıntıları verilen kişinin de ağzı açık, söylenenleri başıyla onayladığını eklediler. “Hocam nasıl oluyor da biliyor bütün bunları?” diye sordular. Tabii, ayet ve hadisten örneklerle cevaplar aramak, hocalığın şanından, daha doğrusu gereğinden olduğu için, gaybın ne olduğu, gaybı bilmenin sadece ve sadece Allah’a ait bir ilmî kudret olduğunu anlatmaya çabaladım.

Lokman Suresi’nde geçen mugayyebat- ı hamse konusunu münazara ettik. Yağmurun yağmasını önceden bilmek, meteoroloji geliştikçe gayb kapsamından çıkar mı? Bugün henüz dört aylık bebeğin cinsiyeti ve DNA’sına ait pek çok ayrıntı biliniyor. Öyleyse, Allah’ın bu tip gizlilikleri, kendi külli bilgisine hasretmesini nasıl anlamalıyız? Bu minvalde sualler…

Onlara, aklımın erdiğince, dilimin döndüğünce, bu ayetteki ifadelerin mefhumlarının genel olduğunu, mesela, sadece “çocuğun cinsiyetini bildik” diye ilmen kibre kapılmamamız gerektiğini söyledim. Tefsirlerden harmanlayıp süzdüğüm anlayışa göre, “rahimlerde olanı O bilir” ve diğerlerinden kastedilenin (Allahu â’lem) geçmiş, şimdi ve yakın gelecek olmadığını, bütüncül bir gayb potasında, bunların, şartlar oluştuğunda bilinebileceğini anlatmaya çalıştım. “Bebeğin kız mı erkek mi olacağını, çocuğun cinsiyeti belirdikten sonra yüzde doksan tahminle bilmek  -ultrasonda görmek- gibi sınırlı bir manaya hamletmek, kelamın özüne de hakaret sayılır.” dedim. “Düşünsenize, o bebeğin doğup doğmayacağını, doğarsa, dünyada nelerle karşılaşacağını, karşılaştıklarını nasıl karşılayacağını, Allah’tan başka kim bilebilir. Rızkını, ecelini kim biçebilir? Ayetler hep önümüzde. Bir adım da değil, bin adım da değil… Hudutsuz önümüzde. Allah’ın ilmine sınır konulmaz. Hülasa, Allah’ın ilmine ulaşmak, daha cüretkâr tabiriyle “geçmek”, imkânlar sepetinde yoooook.

“Sonra, hocam… Yağmurun yağması. Hava tahmin raporlarının son yıllardaki başarılı sonuçlarını, hepimiz biliyoruz.” dediler. Ama az önceki beyin fırtınamızın tesirleri üzerlerinde olduğu için benden önce kendileri itiraf ettiler: “Bulutlar birbirine yaklaştıktan, rüzgâr çıktıktan, basınç seviyeleri yağmura işaret ettikten sonra, metrekareye ne kadar yağmur düşeceğini bilmek için meteoroloji alanında çok da uzmanlaşmaya gerek yok. Yiğitsen, bir yıl sonrasını tahmin et. Hadi onu bildin, on yıl sonrasını tahmin et. Bilemezsin ya, hadi onu da bildin, yağmuru yağdır.” Başarısız  “yağmur bombası” denemelerini hatırlayıp kıkırdamaya başladılar. Yağmur duasını zikredip başlarını eğdiler. Öyle tatlı bir ortam oluştu ki bu nefis havayı teneffüs ettim ve ben de, öğretmenliği, üstelik din öğretmenliğini lütfeden rabbime şükürle başımı eğdim. Bu baş eğişte çokça: Anlayamamanın, bazen hissedip de anlatamamanın, anlatıp da ifade edememenin acziyeti de var, artık biliyorsun.

  Seni, her vasfıyla, her şeyi kuşatana, el-Vâsiye emanet ediyorum. 

Siyer-i Nebi Dergisi 26.Sayı / Mart-Nisan 2014

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.