“Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkan 25/71)
Sıcak yüreklim,
Bugün içime üfüren rüzgâr yukarıdaki ayetten hız alıyor. En büyük hazinemiz tevbe, öyle değil mi?
İki sınav, iki isyan, iki sual, iki cevap. İki ceza: Bir sürgün, bir temelli azap. Kimlerden bahsettiğimi anladın sanırım. Babamız ve ezeli düşmanımız.
Merhum hocalarımdan biri çekmişti bu konuya dikkatimi. “Hz. Âdem’in, suçu üzerine alan tavrı, tevbesi, bağışlanmasına vesile olurken, İblis’in suçu adeta Yüce Yaradan’a atan yaklaşımı, ebedi cehennem cezasını getirmiş olmasın?” demişti.
Hani bir çocuğa kıymetli bir eşyana dokunmamasını tembihler sonra da onu yalnız bırakırsın. Ardından küçük yaramaz, onu kasten kırar ve senden özür diler. Merakını yenemediğini, bir daha yapmayacağını söyler. Mahzun boyun büküşü içine dokunur. Onu affediverirsin. Eğitimde aslolanın özür dileme erdemi olduğunu, hatasız kul olmayacağını bilirsin çünkü. Başka bir çocuk hayal et: Dokunmamasını tembihlediğin eşyanı kırmış sonra da karşına geçmiş seni suçluyor: “Sen ortada bıraktın. Beni bu suça sen ittin, sen yaptın sen ettin…”
Âdem’in yasak meyveyi yedikten sonraki ezik, tövbekâr tavrıyla şeytanın secdeyi reddinden sonraki tavrına yapılan bir teşbih. İblis’in Kuran’da da geçen cümleleri: Beni ateşten onu topraktan yarattın( senyarattın), beni azdırmana karşılık( beni sen azdırdın)…
Teşbihte hata olmaz diyerek ve murad-ı İlâhî’yi yine ancak kendisinin tam olarak bileceğini teslim ile sana soruyorum yârenim, elimizde tevbeden başka bir şey yok değil mi? Rabbin ilham ettiği en güzel kelimelerden biri, “Estağfirullah el-azîm ve etûbu ileyh” öyle değil mi?
Aczin gözyaşıyla itirafına ne hoş bir beşik, tevbe. Dua ibadetin özü, diyor ya Efendimiz (sas), tevbe de duanın özü ve öncüsü olsa gerek.
Hatalarını, günahlara çevirdiği, günahında ısrar ettiği oluyor bazen insanın. Bazen de tevbede ısrarcı buluyor kendini. Fakat bir kararda durmuyor nefis. Hele ağız, hele o günahkâr dudaklar. Yine konuşuyor, yine alay ediyor, yine küçümsemeye teşne, yine, yine… Bazen her söz bir gıybete dönüşüyor, kulaktan girmeden önce. Laf, bırakılmıyor; mekân, terk edilmiyor. Bazen de öz, her bakışı salıyor da harama, göz, umursamıyor; nefis, aldırış etmiyor. Her ses bir abartıya kaçıyor etrafta, engellenemeyen. Her nefes, yozlaşmaya gebe, taammüden.
Hz. Âdem, düşerken cennetinden, bilemediğim neler söyledi Allahım? İlham et ne olur. Tam o kelimelerle yalvarayım Sana. Sağlam olsun mîsakım, kolayca açılmasın Sana tutunduğum ipin benden taraftaki düğümü.
Sevgili yârenim, sen daha pak bir ruha sahipsin bana göre. Benim için dua et, benim tevbe edebilmem ve tevbemde sebatkâr olabilmem için dua et. Yalnız, et- Tevvab’a ol emanet.
Yeni yorum ekle