“(İbrahim) Rabbim! Bana salihlerden olacak bir evlat ver, dedi. İşte o zaman biz onu, uslu (halim) bir oğul ile müjdeledik.” (Saffat 37/100-101)
Selam seher esintim,
Yeni değildir sana böyle seslenişim. Bu hitap, yüreğimin en kuytu köşeciğinin, insanlar arasındaki muamelâtın, her dem seher yeli yumuşaklığında sürmesini arzulaması sebebiyle, küçüklüğümden beri içimde büyüttüğüm sevgi cümlesindendir.
Gereksiz romantizm, dozu abartılmış incelik, her buluttan nem kapan hassasiyet değil bu mektupta önereceğim. Çağımızın hız ve umursamazlık çağı olduğunu kabulle, biraz da ümitsiz bir iyimserlikle buluşsam da bu defa seninle, ayetlerde övülen “hilm sahibi olma”nın mana düğümünü, dar vaktimde yetişen dua yardımlarınla –inşallah- gevşeteceğim.
Hilm “akıllılık, iyi huyluluk, sabır, temkin, öfkeyle hareket etmeme” manalarına gelen bir tatlı kelime. Söylenişindeki yumuşaklık, huy olarak edinildiğinde sahibine de ağırbaşlılık ve sakinlik libasını giydirir elbette. Fakat halim- selim bir insan olmak idealiyle yola çıkınca, ham fıtratın ve potansiyel kabiliyetlerin üzerine bina edilecek, “cevheri işleyip mücevher haline getirme” süreci bazen aldatıcı kolaylıklara gebe olabiliyor. Aldatıcı çünkü mürebbiliğine soyunduğumuz karakter terbiyesinde bir aşamadan sonra fıtrattan getirdiklerimiz yetmiyor, üzerine güzel ahlakı yerleştirip cilalamak gerekiyor, yoksa elde olanı da yitireceğimiz gedikler açılıyor. Kolay, zira Yaradan, biz girmeden önce devreye, kıvam verirken mayamıza, takatimizi ölçü kabul ediyor. Kabı dar olanları zorlamıyor. Kimseye gücünün üstünde yük yüklemiyor. Hâl böyle olunca, yumuşak tabiatlı bir insanın, diğer insanları gücendirmeden hayat sürmesi, -nefsini bir parça gemler; alaydan, imadan, gıybet, kabalık vs. ahlak-ı zemimeden uzak durabilirse – terbiyesinin kolay kısmını oluşturuyor. İşte aldanma da bu noktada başlıyor; gösterilen nezâketin aynını beklerken yaşamdan, özellikle haksız yenen tokatlar karşısında ruhun aldığı yara berenin isyanı nasıl dinecek? Daha doğru deyimle “dünyevî ızdıraptan etkilenmeme” nasıl öğrenilecek? “Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim” hedefine giden ana yolun başına, hangi tâli yollarla gidilecek?
“Kimseden incinme” tasavvuf terbiyesindeki merhalelerden biri olarak sunuluyor. İncitmemek daha kolay. Hele halim tabiatlılar için. Ama incinmeden yaşayabilmek… Herkesin davranışlarını bilgece affedebilmek… Bu zor işte. İnsanlardan incinmemek için ne yapıyorsun sevgili yârenim?
Akıllı, uslu diye dilimize çevrilen halim sıfatını “sadece Allah’a boyun eğmek” yönüyle İsmailî bir yaklaşımla ele alsak diyorum, belki çözülür bir kısım bilmece, ne dersin? İnsanlardan bir şey beklemesek, onlardan gelecek sevgi, haz, menfaat namına ne varsa Allah’tan umabilsek… “Kalpleri elinde tutanın, duyguları yaratanın her şeye hükümran olanın O olduğu” bilincini daima zinde tutabilsek…
O vakit belki azalır, “yaratılmışlardan gelecek hayır” beklentimiz. Küçülür, darbeler karşısında edilen “ama ben hak etmemiştim” söylentimiz. Dirilir de “razı olan kul” bilinci, yerle bir eder hilm, karşısındaki cahiliye cephesini.
“Cahillerle karşılaştığında selametle de, geç git” ayeti, kırılıp gücenmemek için köşe bucak aradığımız, emniyet sübabı vazifesi görecek bir karakter terbiyesi metodunu avucumuza bırakıveriyor aslında, öyle değil mi?
Çok uzattım, çok bunalttım seni suallerimle. Artık mektup okumaktan âzâd eyleyip, emanet edeyim seni gerçek ve biricik hilm sahibine, el- Halîm’e.
Yeni yorum ekle