Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra Peygamber Efendimiz(s.a.s)ensârdan her bir aileyi muhacirlerleeşleştirmiş, aralarında kardeşlik anlaşması tesis etmişti. Bu anlaşmadan sonra ensâr, evlerinin kapılarını muhacirlere açmış, yiyecek ve içeceklerini onlarla paylaşmış,ticaretlerinde kendilerineortak yapmıştı. Bu anlaşmanın haricindebekâr, ailesi veya akrabası olmayan, fakir Müslümanlarınkonaklaması içinde Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde üzeri hurma dallarıyla kapatılan özel bir bölüm ayrılmıştı. Başlangıçta zaruri bir ihtiyaç sebebiyle oluşturulan bu bölüm, daha sonra zengin Müslümanların bile içerisinde kalmak için yarışacağı bir ilim merkezi haline dönüşmüş veöncü şahsiyetlerin yetişmesine ev sahipliği yapmıştı.
Mescid-i Nebevî; namaz kılınanalan, Hz. Peygamber’in hanımlarına ayrılmış odalar ve hem mekteb hem de yatakhane görevi gören suffe olmak üzere üç bölümden oluşmaktaydı.[1]Suffe, Mescid-i Nebevî’de namaz kılınan yerin gerisine, yoksul ve kimsesiz sahabîlerin barınması için yapılan gölgeliğin ismidir. İlk olarak mescidin girişinde güney yönünde inşa edilen suffe, kıblenin değişmesi ile birlikte güneyden kuzeye taşınmıştır.[2]
Zamanlarının çoğunu Mescid-i Nebevî’de Allah Rasûlü ile birlikte geçirme imkânına sahip olan suffeashâbı, Müslümanların gıpta ile baktıkları bir konumda bulunmaktaydı. Bu sebeple Abdullah b. Ömer, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hanzale b. Ebî Âmir gibi Medine’de evi bulunan birçok sahâbî de fırsat buldukça suffede kalmayı tercih ediyor, onların arasına katılmayı bir şeref olarak görüyorlardı.[3]
Diğer yandan farklı şehirlerden İslam’ı öğrenmeye gelen kişi ve heyetler de suffedekarşılanıp burada misafir edilmekteydi. Medine dışından Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek Müslüman olduklarını bildiren EbûHureyre, Vâsile b. el-Eska‘, Ebu Sa’lebede daha sonra suffedekalmayı tercih etmişlerdi.[4]Suffe ashabının sayısı sürekli değişmekle birlikte kalanların toplam dört yüze kadar ulaştığı rivayet edilmektedir.[5] Bir keresinde Temim kabilesinden seksen kişinin İslam’ı öğrenmek için Medine’ye geldiği ve suffedemisafir edildikleri bilinmektedir.[6] Aynı anda seksen kişinin konaklayabileceği genişlikte olan suffenin, namaz kılınan bölümden daha büyük olduğu düşünülmektedir.[7]
En Kârlı Yoksulluk
Hz. Peygamber, kendi evlatlarından önce suffe ashabının ihtiyaçlarını düşünmekteydi. Bir keresinde kızı Hz. Fatıma, un öğütmekten ellerinin şiştiğini söyleyerek babasına gelmiş, kendisine bir köle vermesini rica etmişti. O günlerde suffeye yiyecek bir şey verememenin sıkıntısını çeken Hz. Peygamber, esir bedelleriyle onların yiyecek ihtiyacını karşılamayı önceleyerek kızının isteğini geri çevirmişti.[8]
Suffe ashabının bütün ihtiyaçlarıyla bizzat ilgilenen Hz. Peygamber, zengin sahabîleri onların iâşesini sağlamaları konusunda teşvik ederdi. Akşam olunca suffede kalanlar, yemeğe götürülmek üzere sahabe arasında taksim edilirdi. Geride kalanları da Rasûlullah (s.a.s) kendi evinde misafir ederdi. Kendisine bir şey getirildiğinde öncelikle sadaka mı hediye mi olduğunu sorar,eğer sadaka ise tamamını suffeye gönderirdi. [9]
Ashâb içerisinde en yoksul ve ihtiyaç sahibi kişiler suffede kalanlardı. Bazen örtünmesi farz olan yerleri kapatacak elbise bulamazlar, avret yerlerinin açılmasından çekindikleri için namazda elleriyle elbiselerini tutmak zorunda kalırlardı.[10]
Bir gün Rasûlullah, Mescid-i Nebevî’denamaz kıldırırken, açlığın tesiriyle ayakta durmaya güç yetiremeyen bazı kişiler yere yığıldı. Hz. Peygamber namazını bitirdikten sonra yerdekilerin hepsinin suffe ashabından olduğunu gördü ve onlara şöyle buyurdu: “Allah katında nelere sahip olduğunuzu bir bilmiş olsaydınız, zaruret ve ihtiyacınızın daha da artmasını isterdiniz.”[11]
Vahiyle Aydınlanan Gölgelik
İnsanlara soy ve servetleri ölçüsünde değer veren Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, Hz. Peygamberle görüşmek için mescide geldiklerinde yanında fakir ve kimsesiz suffeashâbını görmüş ve bu durumdan rahatsız olmuşlardı. Allah Rasûlü(s.a.s)’ne ancak onları yanından kovarsa gelip konuşacaklarını, köle ve yoksullarla bir arada bulunmayı kendilerine yakıştıramadıklarını söylemişlerdi. Onların bu isteklerine Allah Teâla “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma!”[12]âyetiyle karşılık vermiş, müşriklerin zenginlik ve mevkilerinin suffeashâbının iman ve ihlasının yanında hiçbir değer ifade etmediği ortaya çıkmıştı.[13]Kehf Suresi 28. âyet-i kerimesinde de “Gözlerini onlardan ayırma!” ikazıyla Hz. Peygamber’den her zaman suffe ashabını koruyup kollaması istenmişti.[14]
Suffeashâbı hayâ ve iffetlerinden dolayı insanlardan bir şey istemekten çekinirdi. EbûHureyre, açlığı sebebiyle ayakta sendelediği günleryaşadığını, kendisine delirmiş gözüyle baktıklarını ancak kimsenin aç olduğunu bilmediğini söylemiştir.[15] Onların bu vakur duruşu, vahye de konu olmuş, Allah Teâlâ Müslümanlardan sadakalarını,kendilerini Allah yoluna adayan ve ihtiyaçlarını gizleyensuffe ashabına vermelerini emretmiştir.[16]
Suffelilerinvahye muhatap olduğu bir diğer durum da, zengin sahâbîlerin mallarının kötü kısımlarını sadaka olarak mescide getirdiği zaman gerçekleşmişti. Sahâbe hurmalıklarını hasat ettikten sonra ihtiyaç sahibi olanlar için bir kısmını mescide getirip asarlardı. Bazılarının mescide mahsulünün kötü kısmından getirmesi üzerine “Ancak gözünüzü kapatıp alabileceğinizkötü şeyleri vermeye kalkışmayınız.”[17]âyet-i kerimesi nazil olmuştu. Bu ayetten sonra ashâb, elindeki en güzel hurma dallarını mescide getirmişlerdi.
İlme Yön Verenler
Müslümanların eğitim ve öğretim faaliyetlerinin sistemli bir şekilde yürütüldüğü ilk müessese suffedir. Hamidullah Hoca’nın ifadesiyle suffe, İslam’ın ilk üniversitesidir. Rasûlullahashâbının eğitimiyle bizzat ilgilenmiş, ayrıca başka hocalar da tayin etmiştir. Bunlardan Ubâde b. es-Sâmit’i okuma yazma ve Kur’an öğretmeni, Abdullah ibnSa’îdibn el-Âs’ı da “Hikmet Öğretmeni” olarak görevlendirilmişti.[18] Ayrıca Bedir’de esir düşen her müşrik için yüksek miktarda fidye alınabildiği halde Hz. Peygamber okuma yazma bilenleri on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakmayı kabul etmiş, müşriklerin bile ilminden istifade etmeyi teşvik etmiştir. Bu sayede suffeashâbı, savaş meydanında çarpıştıkları Kureyşli müşriklerden okuma ve yazmayı öğrenmişti.
Ashâbın çoğu, gündüzleri çarşı pazarda meşgul olurken suffe ehli,günlerinin neredeyse tamamını Allah Rasûlü ile birlikte geçirme fırsatına sahipti. Çoğu zaman nâzil olan âyetlerin ilk şahitleri, nüzûl sebeplerinin canlı tanıkları olmuşlardı. Efendimize sordukları sorular vesilesiyle birçok meselenin öğrenilmesine vesile olmuşlardı. Bu ilim havzasına gündüzleri katılmaktan mahrum olanlar, akşamları suffeashâbının yanına gelerek Rasûlullah (s.a.s)’dan duyduklarını öğrenmeye çalışmışlardı.
Bazen de başkasından duydukları bir haberin doğruluğunu tespit etmek için suffeye danışılırdı. Hz. Ömer, herhangi bir hadis duyduğu zaman suffeashâbından Abdullah b. Mes‘ûd, Ebu’d-Derdâ veya EbûZerr-i Gifâri’yegelip sorardı.[19]
Bir tek âlimin şeytana karşı bin zahidden daha çetin olduğunu söyleyen Peygamber Efendimiz (s.a.s)[20],suffeashâbından ilimle meşgul olanlara özel ilgi göstermiştir. Rasûlullahevinden çıkıp mescide girdiği bir gün halka olmuş iki grupla karşılaşmış; birinin Kur’ân okuyupdua ettiğini diğerinin ise eğitim-öğretimle meşgul olduğunu görmüştü. Bunun üzerine “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’ân okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Diğerleri de ilim öğreniyor ve öğretiyorlar. Ben ise ancak bir muallim olarak gönderildim.” buyurarak ilim halkasını tercih etmişti.[21]
Suffeashâbı Allah Rasûlü (s.a.s)’nden öğrendiklerini Müslümanlara naklederek ilmin yayılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Bütün İslami ilimlerin doğuşunda ve gelişmesinde suffede kalanların büyük etkisi olmuştur. Hadis senetlerine bakıldığında ilk halkada genellikle suffeashâbından biri bulunmaktadır.[22] Çoğu âyetinnüzûlü sırasında Allah Rasûlü (s.a.s)’nün yanında olduklarından ayetlerin sebeb-i nüzûlünüen iyi bilen kişiler suffede yetişmiştir.Yine tefsir alanındaki en önemli bilgilerisuffe ashabının rivayetlerinden öğrenmekteyiz. Fıkıh ilminde ise mezheplerin oluşumunu hazırlayan ekollerin başında Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd gibi suffede yetişen sahâbîler bulunmaktadır. Tasavvufun nüvesini de suffeashâbının yaşayış şekli oluşturmakta, sûfîler ile ashâbısuffeninyaşayışı arasında birçok açıdan benzerlik görülmektedir.[23]Bütün bunlardan hareketle İslami ilimlerin temelinin suffede atıldığını, Hz. Peygamber’in vefatından sonra dinin öğretilmesinde suffeashâbının aktif rol üstlendiğini söyleyebiliriz.
Suffe kavramıyla; mescidin kerpiç duvarları arasında hurma dallarınıngölgelediğibir köşe,asırlardır Müslümanların beslendiği ilim havzası haline dönüşmüştür. Şirk toplumunda değer ve itibar görmeyen, çoğu zaman insan yerine bile konmayan bu fakir ve kimsesiz sahâbîler, Rasûlullah’ın gözetiminde ümmete önderlik edecekâlimler olarak yetişmiştir.Kendilerini Allah yoluna adayan, ilahi vahiyde övgüyle anılan, Allah Rasûlü’nün sevgi ve muhabbetini kazanan, fakirliği ve kimsesizliği hayra çeviren bu değerli sahâbîlerin hayatları, bugün ihtişamlı camilerde, son teknoloji ile donatılmış eğitim kurumlarında, her geçen gün daha konforlu hale gelen yurtlarda yetişen günümüz gençliği içintefekkür vesilesidir.Sahip olduğumuz imkanlara bir şükür nişanesi olarak azimle ve kararlılıkla çalışmalı,suffe ashâbının örnekliğinden hayatımızın her safhasında istifade etmeliyiz.
Yeni yorum ekle