Kur’ân-ı Kerim’in beyanına göre insan, ahsen-i takvîm üzere şerefli bir varlık olarak yaratılmıştır. Yaratılanlar içinde insanın bu ayrıcalıklı konumuna uygun erdemlerle donanması Kur’ân-ı Kerim’in ve sünnetin temel amaçlarından biridir. Erdem ancak ilişkiler ağında ortaya çıkar. Ticaret ahlakı, sosyal ilişkiler, dostluk anlayışı hatta düşmanlık da dahil olmak üzere iletişim tarzların tümü, kişinin ahlakî duruşunu ele verir. Bu yazı, “Rahmân” olan Allah’ın mahlûkatı ile olan ilişkisinden ve Hz. Peygambere verdiği “Raûf” ve Rahîm” isimlerinden yola çıkarak, bugün iletişim dilinde kaybedilen ahlakî duruşu keşfetme gayretidir.
Hâlık, “Rahmân” sıfatıyla tüm varlığı bir nizam ve ahenk içerisinde[1]yarattığını[2] ilan ederken, aslında kullarına bir iletişim dili vazeder. O nizam ve ahenkle kuşatılan insan, “Rahmân”ın rahmetiyle var oluşunu idrak ederek tüm mahlûkata merhametle yaklaşır.[3] Bu yaklaşıma eren kul, Allah’ın gâfil kullarına da merhamet nazarıyla bakar.[4]
Sadece müminleri ihata eden Allah (cc)’ın rahmeti, “Rahîm” ismiyle ifade edilir.[5] “O, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için üzerinize melekleriyle birlikte rahmetini gönderir. Allah müminlere çok merhamet eden (Rahîm)’dir.” (Ahzâb, 33/43) İrade sahibi erdemli kul, “Rahîm” isminin tecellisiyle tüm varlığa şefkatle yaklaşır.[6]
Cenâb-ı Hakk’ın merhametinin tezahürlerinden bir diğeri de “Raûf”dur. “Raûf”, çok merhametli, müşfik, çok şefkatli anlamlarına gelmektedir.[7] O (cc), dünyada kâfirlere de günahkârlara da iyilik eder ve onları hemen cezalandırmaz. Küfürden ve günahtan dönüp tevbe eden kullarını bağışlar.[8] Allah Teâlâ’nın insanlara olan şefkatini anlatan âyet-i kerimelerde, yerdeki varlıkları, denizde akıp giden gemileri, yük taşıyan hayvanları ve sayılamayacak kadar birçok nimeti insanlığın emrine vermesi, günahları affetmesi ve uyarıcı olarak Hz. Peygamberi göndermesi “Raûf” isminin tecellisine işaret eder.[9] “Raûf” isminin manasına mazhar olan kul, kendisine kötülük yapan insanları affeder ve hatta onlara iyilik yapar.[10]
Tüm iyiliklerin kaynağı raûf ve rahîm olan Hak Teâlâ[11], âlemlere rahmet olarak gönderdiği[12] Efendimize (sas) “Raûf” ve “Rahîm” isimlerini vermiştir: “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir (Raûf’tur), merhametlidir (Rahîm’dir).”[13] Hz. Peygamberin tüm varlık alanlarıyla girdiği ilişkide “Raûf” ve “Rahîm” isimlerinin tecellisine şahit olmak mümkün. Af ve merhamet, Efendimizin (sas) davranışlarına incelik ve nezaket olarak yansımıştır. O’nun (sas) affı ve merhameti, kendisini muhatabına karşı üst bir konuma yerleştiren bir acıma duygusu değildi asla. Zira iletişim dilinde af ve merhamet, muhatabının iyiliğini düşünmeye ve onun hakkında endişelenmeye sevk eden iki haslettir.[14] Şimdi Hz. Peygamberin üsve-i hasene yaşamından iyiliğin kaynağını ve yolunu öğrenelim.
Sahâbîler bir defasında Efendimizin sohbetini dikkatle dinlerken yaşlı bir adam kendisiyle görüşmek için kalabalık arasından O’na (sas) yaklaşmaya çalışır. Bu davranışıyla sohbeti bölen ihtiyara yol açmak için biraz ağır davranan Sahâbîlerin bu tutumu Resûlullah (sas)’ın gözünden kaçmaz ve “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[15] der. “Rahîm” isminin tecellisine mazhar olan kul, küçüğüne şefkat ve büyüğüne saygı erdemlerine ulaşır.
Ebû Cehil’in oğlu İkrime’ye ve hoşlanmadığı bir kimseye gösterdiği yaklaşım üslubu ise O’ndaki (sas) “Raûf” isminin tezahürüdür. Mekke fethinden sonra öldürülme korkusu ile şehirden kaçıp gemiye binen İkrime, yaşadığı birtakım ibretli olaylar neticesinde Müslüman olmuştur. Bunun üzerine İkrime’nin dönmeye karar verdiğini duyan Hz. Peygamber, Sahâbîlere şu uyarıda bulunur: “İkrime, sizin yanınıza, mümin ve muhacir olarak geliyor! Sakın, onun babasına kötü söz söylemeyiniz! Çünkü ölüye kötü söz söylemek diriyi üzer, ölüye bir şey erişmez.” İkrime, Efendimizin (sas) çadırına geldiğinde Hz. Peygamber, onu sevinçle ayakta karşılar ve kucaklar.[16] İkrime’nin rencide olmasına mani olma gayreti, Resûlullah (as)’ın inceliğinin ve nezaketinin en güzel örneğidir.
Diğer bir hadisede, Hz. Âişe Hz. Peygamberi ziyaret için izin isteyen bir adamın ismini zikredince, Efendimiz: “Aşiretinin ne kötü adamı! Müsaade edin girsin.” der. O’nun (sas), adamı huzuruna kabul ederek yumuşak bir üslupla konuşmasına şaşıran Hz. Âişe’ye Hz. Muhammed (sas): “Kıyamet günü, Allah indinde, makamca insanların en kötüsü, dil ve davranışlarının kabalığından kaçınarak insanların terk ettiği kimsedir.”[17] diyerek duruma açıklık getirir. Esmâu’l Hüsnâ’dan “Raûf” ve “Rahîm” isimlerinin tecessüm ettiği tek peygamber[18] Efendimiz (sas) için Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onların kusurlarını geç, onlar için mağfiret dile…” (Al-i İmrân, 3/159)
“Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayrın tamamından mahrumdur.”[19] diyor Hz. Peygamber. Günümüzün iletişim diline Efendimiz’de tecessüm eden “Raûf” ve “Rahîm” isimlerinin nüfus etme imkânı var mıdır? “Biz” diyen Allah’ın ahlakından “Ben” diyen ahlaka dönüşen modern iletişim diline, bu isimler yansıyabilir mi? Siyasette, ekonomide, sanatta vb. diğer birçok alanda esas olan “ehliyet”ten ziyade; yüksek sesin, dikkat çekmenin, prezantabl olmanın önem kazandığı piyasa dilinde bu isimlerin karşılığını görmek mümkün mü? Hayırda yarışın ahlaksız rekabet halini aldığı çalışma hayatında, bu isimlerin pratiğe geçme olasılığı ne kadardır? Bugün yaşadığımız en büyük tehlike, ahlakî değerlerimizi, yozlaşan bu yaşam alanlarında hayata geçirdiğimizde içine düşeceğimiz mağduriyetten korkmaktır. Hatta bu mağduriyeti kendi kişisel başarısızlığımız olarak algılamamızdır:
“Çalıştığı iş kolunda çok başarılı olan genç adam, insanlara kötü davranamıyor oluşunun bir ruhsal rahatsızlık olup olmadığını soruyor. Sahibi olduğu iş yerinde, ortakları çalışanlara daha sert davrandıkları için daha fazla saygı görüyorlar. Artık iyiliği de iyileştirmemiz, tedavi etmemiz gereken bir zamana mı erişmiş bulunuyoruz?”[20]
Birçok insanın buna benzer sorgulamalar yaşaması muhtemel. Kâinatı bir ahenk ve düzen üzere yaratan Rahmân, yeryüzünün ahengini “Raûf” ve Rahîm” isimlerinin tecellisine bağlamıştır. “Merhametli olanlara, Rahman (olan Allah) merhamet eder. (Öyleyse siz) yerde bulunanlara merhametli davranınız da gökteki de size merhamet etsin.”[21]Modern çağın ahlaksız değer dünyasını ancak her şeyi göze alarak Rahmân’ın rahmet bağına sımsıkı sarılan kişi değiştirebilir. Peygamber (as)’de tecessüm eden “Raûf” ve “Rahîm” isminin tecellisine mazhar olan kişi, yeryüzü ile sema arasındaki bağı kurabilir.[22]
Dünya menfaatini önceleyişimiz yani kaybetmeyi(!) göze alamayışımız, öte dünya inancımızı tekrar yoklamak durumunda olduğumuzu gösterir. İyiliğin kaynağına ancak rahmetle varılır. Rahmette incelik, nezaket, adalet, gözetme, özveri, ahenk ve düzen var. Rahmân ismiyle yaratılan evrenin düzeni ancak bu ismin tecellisiyle yeryüzüne yansır. Kendimiz için istediğimiz şeyi karşımızdaki için istemeye var mıyız? Müslüman kardeşimize elimizle, dilimizle zarar vermemeye var mıyız? Kusurları örtmeye, yardıma koşmaya, hakir görmemeye var mıyız? Her hâl u kârda yani ticarî bir rekabette, ilmî bir başarıda, menfaatin paylaşılmasında, acziyette ve birçok durumda gönülden bu sorulara “evet” diyebilmek, “Raûf” ve “Rahîm” isimlerinin tecellisidir.
Ey Rahmân, “Raûf” ve “Rahîm” isimlerinin yeryüzündeki tecessümü olan Resûlullah (as)’ı hakkıyla takip edenlerden kıl bizleri!
Berra KEPEKCİ
[1] Hak Dini Kur’ân Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim yay., c.8, s. 190-192.
[2] Esmâü’l Hüsna, İmam Gazâli, Elifbe Yayınları, terc. Yaman Arıkan, 1983, s. 105-106.
[3] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. 1, s. 51-53.
[4] İmam Gazâli, a.g.e., s. 104.
[5] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.1, s. 53.
[6] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c.1, s. 54.
[7] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, Başak Yayınları, s. 211.
[8] İmam Gazâli, a.g.e., s. 237.
[9] Bkz: Nahl sûresi, 16/5-7, 18; Hac sûresi, 22/65; Hadid sûresi, 57/9; Haşr sûresi, 59/10.
[10] İmam Gazâli, a.g.e., s. 237.
[11] Bakara sûresi, 2/143; Hac sûresi, 22/65.
[12] Enbiya sûresi, 21/107.
[13] Tevbe sûresi, 9/128.
[14] Doç. Dr. Kemal Sayar, Merhamet; Timaş Yayınları, 2008, s. 59, 62.
[15] Tirmizî, Birr 15.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851; İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71.
[17] Prof. Dr. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Akçağ Yayınları, c. 6, s. 319-320.
[18] Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., c. 4, s. 434.
[19] Müslim, Birr 75.
[20] Doç. Dr. Kemal Sayar, a.g.e., s. 52.
[21] Ebû Dâvûd, Edeb 58.
[22] “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” (Bakara, 2/207)
Yeni yorum ekle