Peygamberler ilahi tebliğin insanlara ulaştırılması için Allah tarafından seçilmiş müstesna şahsiyetlerdir. Onlara diğer insanlarda bulunmayan mucizeler, ismet (günahtan korunma) sıfatı gibi beşerüstü özellikler verilmiştir. Dolayısıyla kendisine ilahi destek anlamında mucize verilmeyen peygamber yoktur. Bununla birlikte peygamberlerin birer beşer ve insan olduğu da gerçektir. Bizzat kelime-i şehâdetin muhtevası bu hususu açık bir şekilde gösterir. Kur’ân’da da ifade edildiği gibi[1] insanlara gönderilecek bir elçinin yine beşer nitelikleri haiz bir insan olmasının lüzumu vardır.
İnsanlar için kendileri gibi doğan, büyüyen, yiyip-içen, uyuyan, hasta olan, evlenip çocuk sahibi olan, sıkıntılarla karşılaşan, acılar çeken, yoksulluğu da bolluğu da yaşayan, hastalanan ve nihayet ölen beşer bir peygamber örnek olabilir. Ancak böyle bir beşerle kendimizi özdeşleştirebilir, örnek alabilir ve onun gibi yaşamayı hedefleyebiliriz.
Verilen olağanüstü hâller, seçilen peygamberlerin Allah indinde ne kadar değerli ve isteklerinin ne kadar geçerli olduğunu gösterir; ama ortalama insanlar için onların asıl dikkate alınması gereken yönleri, onların birer insan olarak Allah’ın emirlerini gerçekleştiren söz ve uygulamaları, hâl ve tavırları, davranış ve ahlâklarıdır.[2]Buradan yola çıkarak, günümüz insanına Hz. Peygamber’in (sas) insanî yönünü belirginleştirir bir şekilde takdim edilmesinin, başka bir ifadeyle Allah Rasûlü’nün (sas) peygamberlik sıfatıyla birlikte, bir beşer olarak tanıtılmasının gereğini vurgulamak gerekir.
Hâlbuki İslâm tarihi kaynaklarının önemli bir kısmında Hz. Peygamber’in (sas) hayatının olağanüstü boyutta aktarıldığı ve genelde mucize merkezli bir peygamber takdimimin yapıldığı; gerek siyer kitaplarında, gerekse edebiyat eserlerinde Hz. Peygamber’in (sas) aşırı abartma ve yüceltmelerle adeta kuşatıldığı görülür. Örnek vermek gerekirse, onun doğumundan itibaren hayatıyla ilgili olarak olağanüstü hadiseler pek çok kitapta yer bulmuş[3] sonra da Hz. Peygamber (sas) bu bilgiler doğrultusunda tanıtılmaya çalışılmış, bu hususta pek çok“delâil” türü kitaplar kaleme alınmıştır.[4] Bilhassa doğumu esnasında meydana geldiği rivayet edilen olaylar, çocukluğu sırasında yaşadığı bildirilen olağanüstü hadiseler zaman zaman efsane boyutunda siyer ve tarih kitaplarında teferruatlı bir şekilde sıralanmıştır. Bu bilgilerin pek çoğu daha sonraki dönemde başka inanç mensuplarıyla yaşanan etkilenme ve dinî rekabet sebebiyle uydurulmuş malumat olup Kur’ân’ın bize takdim ettiği Hz. Peygamber’i (sas) gölgede bırakır mahiyettedir.[5]O kadar ki zamanla Müslümanlardan bir kısmı, onun beşer özelliklerini göz ardı ederek Hıristiyanların Hz. İsa’yı, Yahudilerin de Hz. Üzeyr’i yüceltmedeki aşırılıklarını andıran anlayışlara yönelmişlerdir. Hâlbuki Cenab-ı Hakk:
“Yahudiler, Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler; Hıristiyanlar Mesih Allah’ın oğludur, dediler. Bu daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin! Nasıl da uyduruyorlar.” (Tevbe, 9/30) âyetinde onların bu davranışlarının yanlışlığını açıkça vurgulamıştır.
İnsanların inanç konusunda birbirlerinden etkilendikleri gerçeğinin bilincinde olan Allah Rasûlü (sas) de benzer uyarıyı tekrarlama ihtiyacı duymuş ve “Sizden öncekilerin yollarını karış karış, adım adım izleyeceksiniz.” buyurmuş, “Yahudi ve Hıristiyanları da mı ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorulduğunda da “Başka kimler” cevabını vermiştir.[6]
Hz. Peygamber (sas) başka bir vesile ile “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı abartarak övdükleri gibi beni övmeyin, ben ancak Allah’ın bir kuluyum, bana Allah’ın kulu ve Rasûlü deyiniz.” ifadeleriyle ashabını kendisinin beşer hususiyetini ihmal etmemeleri hususunda defaatle ikaz etmiştir.[7] Ölüm döşeğinde iken de “Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen Yahûdî ve Nasârâ’ya Allah lanet etsin!” sözleriyle ashabını kendisinden sonra aynı yanlış davranışa düşmeme konusunda son kez uyarmıştır.[8] Ancak bütün bu açık ikazlara rağmen Müslümanlar, muhtemelen farklı din mensuplarıyla girdikleri tartışmalarda dinlerini kendilerince savunma ve muhataplarını, onlardan sıkça duydukları olağanüstü hadiselerle ikna gayreti neticesinde Hz. Peygamber (sas) ile ilgili olarak onun beşer olma hususiyetini ihmal eder mahiyette aşırı övgü ve yüceltme yoluna yönelmişlerdir.
Kabul etmek gerekir ki, Hz. Peygamber (sas) her türlü övgüye layıktır ve bunu hak etmektedir. Ancak bu övgüdeki ölçünün Allah ve Rasûlü’nün (sas) koyduğu sınırlar çerçevesinde kalması, hem nakle hem de akla uygun olması zarureti vardır. Çünkü gerçekle ilgisi olmayan aşırı yorumlar, Müslümanlara, İslâm öğretisine ve Hz. Peygamber’e (sas) hiçbir şey kazandırmadığı gibi, pek çok sakıncanın doğmasına da sebep olmaktadır. Hz. Peygamber’in (sas) ashabına gayet tabii gelen birçok hadise, zamanla bazı Müslümanlara yetersiz geldiğinden, Allah Rasûlü’nü (sas) övmede ölçüler aşılarak ona kendisinde olmayan ve risâleti için de herhangi bir anlam taşımayan nitelik ve güçler verilerek, bir anlamda onun beşeri yönü ihmal edilerek, ilahî sıfatlara bürünmesi sağlanmıştır.[9] Bu gibi yanlış tutumlara karşı Kur’ân’da Hz. Peygamber’in (sas) beşeri yönüne defaatle dikkat çekilmiştir:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmiştir. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, kendisi için dönmüş olur, bu tavır Allah’a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir”.(Âl-i İmrân, 3/144); “De ki, namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”(En’âm, 6/162);“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Ey insanlar, sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda duruşmaya çıkarılacaksınız.”(Zümer, 39/30-31).
İslâmî tebliğin başlangıç dönemlerinde Mekke müşrikleri kendilerine gönderilen elçinin bir insan olmasını anlayamamışlar; onun beşerüstü adeta bir melek şeklinde yahut melekler eşliğinde gelmesi gerektiğini söylemişlerdir. Müşriklerin bu görüşleri Kur’an’da Furkan Suresi 7-8. ayetlerde zikredilir: “Şöyle dediler: Bu nasıl peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer. Ona, beraberinde bulunup uyarak bir melek indirilseydi ya. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya faydalanabileceği bir bahçesi olsaydı.” Onların bu görüşüne yine İlahi Kitap’ta “Allah, Rasûl olarak bir insanı mı gönderdi? De ki: Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik”[10]ayetiyle cevap verilmiştir.
Hz. Peygamber (sas) döneminde karşılaşılan bu anlayışın, çeşitli sâiklerle onun vefatından sonra da varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Nitekim pek çok siyer ve şemail kitabı beşer üstü peygamber takdim ve tasvirleriyle doldurulmuştur. Bu hususta yapılan araştırmalar, Rasûlullah’ın (sas) hayatıyla ilgili güncel ve sıradan olayların, daha sonraki yazarlar tarafından mucizeleri çoğaltmak amacıyla kitaplarda zikredildiğini ortaya koymaktadır.[11]
Siyer kaynaklarında olağanüstü bir peygamber takdimi yapılmasında, insanların peygamberi kendilerinden çok üstün ve ulaşılamaz bir varlık kabul etmelerinin önemli derecede etkisinin olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki, olağanüstü özellikleri öne çıkarılan ve mucize merkezli olarak sunulan bir peygamberin, insanlar tarafından örnek alınması mümkün değildir.[12]
Hz. Muhammed’i (sas) beşer üstü konuma çıkararak model alınmasını zorlaştıran, hatta imkânsızlaştıran anlatımlar, yüceltme ve abartmalar, yüceltmek veya saygı göstermek bir tarafa, işlevi ve örnek alınması bakımından onu devre dışı bırakmaktan başka bir sonuç getirmez. Bu tür anlayışlar Hz. Peygamber’i (sas) yol göstericiliği ve evrenselliği anlamında onun misyonunu ortadan kaldırmak anlamına gelir. Çünkü insanlar tarafından örnek alınamayan bir peygamberin varlığı ile yokluğu arasında bir fark yoktur. Hâlbuki Hz. Peygamber (sas) kıyamete kadar sadece müminler için değil, bütün insanlar için rahmet kaynağı, hidayet rehberi ve örnek alınacak ahlâk sahibi olarak gönderilmiştir (Ahzâb, 33/21).
Unutmayalım ki, Allah Rasûlü (sas) bir insan olması hasebiyle, bir çocuktur, bir eştir, bir babadır, bir komşudur, bir komutandır, bir liderdir; özetle ortalama bir insanının pek çok konuda kendisiyle paralellik kurabileceği özellikleri haiz bir beşerdir. Dolayısıyla insanlığın, bilhassa da Müslümanların, insanî özellikleri şahsında barındıran bir peygamberi örnek almaları ve onun gibi davranmaları pekâlâ mümkün olur.
Sonuç olarak burada şu hususu açıkça ifade etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in (sas) günümüz insanına tanıtılmasında, başka bir ifadeyle, zamanımızda Allah Rasûlü’nün (sas) anlaşılmasında onun insanî/beşerî yönünün ön plana çıkarılması demek, ilahî tarafının, gösterdiği mucizelerin geri plana alınması, onun risâlet yönünün ikinci derecede değerlendirilmesi anlamına gelmez. Müslümanlar için Hz. Muhammed (sas), kendisine vahiy gelen, gerçekleştirdiği dönüşümün stratejisini ve içeriğini ilahî vahyin belirlediği, başarısının temelinde de vahyin bulunduğu bir şahsiyettir ve son peygamberdir. Bunun en açık işareti olan Kur’ân-ı Kerîm de onun en büyük mucizesidir. Hz. Muhammed’in (sas) genel hayatından bahsedilirken veya hayatının bir bölümünden bir hâdise yazılır veya anlatılırken mutlaka onun nitelikleri ve davranışında vahye, vahyin rolüne işaret edilmelidir.[13]Bizim burada açıklamaya çalıştığımız husus, günümüz Müslümanlarına ve bütün insanlığa Hz. Muhammed’in (sas) takdiminde peygamberlik ile insanî yönden hangisinin önemli ve öncelikli olduğu meselesi değil, konunun sunumunda meselenin pratik ve güncel boyutudur.
[1] İsrâ, 17/95; En‘âm, 6/9.
[2] Sarmış, İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, I-II, Konya 2005, I, 3-4.
[3] Hz. Peygamber’in (sas) gerek risâletinden önce, gerekse sonra meydana geldiği bildirilen olağanüstü hallerle ilgili olarak farklı bilgi, yorum ve değerlendirmeler için bk. Sâbûnî, Nureddin Ahmed b. Mahmûd,Matüridiyye Akaidi,(çev. Bekir Topaloğlu), Ankara 1979, s. 109-127; Filibeli Ahmed Hilmi, İslâm Tarihi, İstanbul 1982, s. 145-148; Bulut, Halil İbrahim, Nübüvvetin İsbatı Açısından Hissî Mucizeler, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2001, s. 30-44, 69-85, 215-290; Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Muhammed’in Peygamberliği,İstanbul 2002, s. 66-225; Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi I, Ensar Neşriyat, İstanbul 2006, s. 105-123;Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâleti Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi -Peygamberimiz Hz. Muhammed Özel Sayısı-, Ankara 2003, s. 33-67.
[4] Meselâ bk. Ebû Bekr Cafer b. Muhammed b. Hasan Firyâbî, Delâilü’n-Nübüvve, (thk. Amir Hasan Sabri), ? 1986, (DâruHira); Ahmed b. Abdullah el-İsfahânî, Delâilü’n-Nübüvve,Halebts. (Dâru’l-Vâî); KâdıAbdülcabbar, TesbîtüDelâili’n-Nübüvve,(thk. AbdülKerîm Osman), I-II, Beyrut 1966, (Dâru’l-Arab); Beyhakî,Delâilü’n-Nübüvve ve Ma‘rifeti Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, I-VII, Beyrut 1985.
[5] bk.Kırbaşoğlu, Hayri, İslâm Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara 1999, s. 268, 338-340; Yıldırım, Enbiya, Hadis Problemleri, İstanbul 2001, s. 127-128, 198-199; Arpaguş, Hatice Kelpetin, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, İstanbul 2001, s. 174, 185-216
[6] Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 50, İ’tisâm, 14, 16; Müslim, İlim, 6.
[7] Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 48.
[8] Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 50.
[9] Arpaguş, Hatice Kelpetin, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, s. 214-215.
[10] İsrâ, 17/95; En‘âm, 6/9.
[11] Arpaguş, Hatice Kelpetin, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, s. 211.
[12] Mucize İslâm âlimlerine göre peygamberin nübüvvetinde ancak yardımcı olarak değerlendirilir. Meselâ Bağdadî bu kanaattedir. Ona göre peygamber olduğunu iddia eden kimsenin peygamber olduğunu bilmek, mucize ve diğer aklî delillere müracaatla elde edilen aklî bir sonuçtur. Şer’îilimler nazara (akl) dayanır. Çünkü şeriatın sıhhati, nübüvvetin sıhhatine, nübüvvetin sıhhati ise nazar ve istidlal yoluyla nübüvvetin bilinmesinin sıhhatine bağlıdır. (Abdülkadir el-Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, İstanbul 1928, s. 156-157). Benzer şekilde H.VII. yüzyıl sûfilerinden es-Sühreverdî de peygamberlerin nübüvvetinin mucize ile değil, irsâl (insanlara peygamber olarak gönderilmek) ile sabit olacağını ifade eder. (es-Sühreverdî, Ebu’n-NecibAdâbü’l-Mürîd,Kahire ts., (Dâru’l-Vatani’l-Arabî), s. 26. Bu konuda değerlendirmeler için bk. Karadaş, Cağfer, “İsbat-ı Nübüvvet ve Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği Adlı Eser Üzerine”, Hadis Tetkikleri Dergisi,sy. 1, İstanbul 2003, s. 152-156. Mucizelerin Hz. Peygamber’in (sav) tebliği ve ilahi mesajın sunumundaki yeri hakkında bk. Apak, Adem, Bir Siyer Âlimi Olarak Muhammed Hamidullah, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleri İle Muhammed Hamidullah, İstanbul 2005, s. 186-196.
[13] Sarıçam, İbrahim, “Hz. Muhammed’in Hayatının Güncel Sunumu Üzerine Bazı Düşünceler”, İSTEM,yıl. 4, sy. 7, Konya 2006, s. 11.
Yeni yorum ekle