KUTLU DOĞUM VESİLESİYLE HZ. PEYGAMBER’İN (sas) DOĞRU ANLAŞILMASI MESELESİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başlatmış olduğu ve her yıl Nisan ayında tertip edilen Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin gerek ülkemizde, gerekse yurt dışındaki Müslüman vatandaş ve soydaşlarımızda yoğun bir dinî atmosferin yaşanmasına vesile olduğu bir gerçektir. Bu sayede, insanımızın dinî hassasiyeti Ramazan coşkusunu andırır derecede canlanmakta ve bir haftalık süre içinde İslâm dininin topluma yansıyan yönü müstesna örneklerle sergilenmektedir. Memnuniyetle ifade etmek gerekir ki, hafta boyunca çeşitli sivil toplum kuruluşları da resmî programlardan ilham alarak Hz. Peygamber’i (sas) tanıtıcı ve İslâm dininin güzelliklerini topluma yansıtıcı mahiyette çeşitli faaliyetler düzenlemektedirler. Gün geçtikçe bu tür organizasyonların sayısı artmakta, nitelikleri de seviye kazanmaktadır.
Gerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, gerekse sivil kuruluşların tertip etmiş oldukları Kutlu Doğum programlarının en önemli konusu, şüphesiz Hz. Peygamber (sas), onun dini ve sosyal hayattaki örnekliği ile İslâm dininin bütün insanlara müteveccih olan evrensel mesajlarıdır. Bu hususlar gereği gibi işlendiği takdirde, hem toplumumuzun din ve peygamber bilincinin seviye kazanacağı, hem de yüce dinimiz İslâm’ın mesajlarının bütün insanlığa en doğru şekilde ulaştırılacağı açıktır. Bu sebeple, verilecek mesajların muhtevası kadar, bunların nasıl verileceği hususu da önem arz etmektedir. Bu makalede “Günümüz insanına Hz. Peygamber’i (sas) nasıl takdim etmek gerekir?” sorusu etrafında bazı tespitler yapılmaya, ardından da teklifler sunulmaya çalışılacaktır.
İslâm dininin temel kaynakları Kur’ân ve Sünnet’tir. Kur’ân vahyin mesajlarını, sünnet ise Hz. Peygamber’in (sas) söz, fiil ve takrirlerini içerir. Sünnet bu yönüyle, Allah Rasûlü’nün (sas) İslâm dinini hayata yansıtma faaliyetinin bir bütünü olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple İslâm dininin anlaşılması, peygamberin ve onun davranışlarının anlaşılmasıyla doğrudan ilgilidir.
Tarih boyunca Hz. Muhammed’in (sas) tanınması ve anlaşılması gayesiyle muhtelif coğrafya, kültür ve dönemlerde farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş ve zamanla bu konuda geniş bir literatür meydana getirilmiştir. Günümüzde de Rasûlullah’ın (sas) hayatını yeniden okumak, düşünmek, anlamak ve anlatmak ihtiyacı artarak devam etmektedir.
Hz. Peygamber’in (sas) doğru anlaşılması hususunda ilk adım, O’nun hayatının ve davranışlarının sağlam kaynaklardan sahih bilgilere dayanılarak ortaya konulması olmalıdır. Bu konuda öncelikli kaynak tabii ki, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira Kur’ân’da Hz. Peygamber (sas) dönemindeki savaşlar, anlaşmalar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Münafıklarla ilişkiler, O’nun beşeri yönü, kendisine yapılan ilahî uyarılar vb. konularda bilgiler yer almaktadır. Hz. Peygamber’in (sas) hayatının ve kişiliğinin tüm yönleri ve yaşadığı muhitin sosyo-kültürel yapısı hakkında geniş bilgiler ihtiva eden ikinci kaynak ise bizzat ondan rivayet edilen hadisler, daha geniş ifade edilecek olursa O’nun söz, fiil ve takrirlerini ihtiva eden Sünnet’tir. Hadislerin, rivayet ve dirayet tenkidinden geçirilmesinin yanında Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin ışığında yeniden değerlendirmeye tâbi tutulması zaruridir. Çünkü sonraki dönemlerde siyasî veya dinî sâiklerle pek çok zayıf hadis delil olarak kullanılmış, hatta çeşitli itikadî-siyasî gruplar tarafından kendi görüşlerini desteklemek amacıyla hadisler uydurulmuştur.
Hz. Muhammed’in (sas) insanlara tanıtılmasında Kur’ân ve hadisten sonra müracaat edilecek üçüncü derecedeki bilgiler ise siyer ve meğâzî kitaplarında yer alan ve tenkit süzgecinden geçmiş, daha da önemlisi ilk iki kaynaktaki esaslarla paralellik arz eden rivayetlerdir. Bu hususta gösterilecek hassasiyetin sebebi, Hz. Peygamber’in (sas) doğru bilgilerle tanıtımının sağlanmasıdır. Kabul etmek gerekir ki, Allah Rasûlü’nün (sas) insanlara takdimi meselesi zaman içinde genelde ilmî anlayıştan edebî anlayışa kaymış görünmektedir. Bunun sonucu olarak yazarlar ve özellikle de şairler -birçoğu da samimi niyetlerle- tarihte yaşayan peygamber yerine hayallerinde canlandırdıkları peygamberi insanlara takdim etmişlerdir. Neticede Müslüman toplumlar, peygamber tasavvurlarını genelde şairlerin tasvir ettikleri peygamber imajından ilham alarak oluşturmuşlardır. Tasvirlerin tarihî gerçeklere uyup uymadığı, sağlam kaynaklarca desteklenip desteklenmediği hususu umumiyetle ikinci planda kalmıştır. Müslüman şairlerin dizelerinde Hz. Muhammed (sas) sadece bir övgü (medh) konusu olarak görülmüştür. Şiirde övgü önemli bir temadır. Ancak Allah Rasûlü’nün (sas) sadece bu çerçevede ele alınması, insanlara bu zaviyeden takdim edilmesi O’nun tanıtılması açısından yanlış olmasa da, eksiktir. Örnek vermek gerekirse Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i edebî bir eserdir, hatta çağları aşıp hâlâ etkisini sürdürmesi sebebiyle bir şaheserdir. Ancak o bir siyer kitabı değildir. Onu kendi kategorisinde değerlendirmek, siyer alanında bilgi kaynağı olarak görmemek gerekir. Ancak günümüzde de şahit olduğumuz gibi, bilhassa Kutlu Doğum etkinliklerinde edebî eserler merkezli bir peygamber sunumu öne çıkmakta, programlar şiir dinletileri ve menkıbevî siyer anlatımlarıyla doldurulmakta, zaman zaman da Hz. Peygamber’i (sas) tanıtma faaliyeti duygu-yoğun söz ve müziklerin de kullanılmasıyla neredeyse ağlama seanslarına dönüştürülmektedir. Hâlbuki Hz. Peygamber’i (sas) ağlayarak değil, düşünerek öğrenmek ve tanımak esas olmalıdır. Başka bir ifadeyle Müslümanların O’nu tahayyüllerle değil, gerçek hâliyle anlamaya ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaç da ancak sağlam rivayet ve muhakeme ile ortaya çıkan doğru bilgilerle gerçekleşir. Kanaatimizce peygamberi tanıma ve sevme konusunda, insanların salt duygularına hitap eden, onları heyecana sevk eden övgü dolu manzumelerden ziyade, düşünmeye, tefekküre götüren yol gösterici bilgilere müracaat etmek, bunları esas alan toplantı ve konferansların koordineli bir şekilde sayısını ve niteliğini artırmak gerekir.
Şunu unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber’i (sas) Allah övmüştür, O’nun kulların övgüsüne ihtiyacı yoktur. Asıl kulların, yani ümmetlerinin O’nu bütün yönleriyle ve en doğru bir şekilde tanıma ve anlamalarına gerek vardır. Dolayısıyla kullara düşen O’nu övme yarışına girmek yerine, doğru tanıma, anlama ve örnek alma çabası sarf etmek olmalıdır. Edebiyat faaliyetlerinin (şiir, hikâye, piyes vb.) peygamberin tanıtımında ve takdimindeki ehemmiyetini -hatta çocuklar ve gençler için zaruretini- kabul etmekle birlikte, Allah Rasûlü’nün (sas) tanıtımını da, hissî boyuttan daha fazla, aklî temellerle gerçekleştirilmesinin zarureti dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Günümüz insanının Hz. Peygamber’i (sas) anlaması konusunda takip edilmesi gereken yollardan biri de, onun insanî-beşerî yönünün öne çıkarılarak takdim edilmesidir. Peygamberler ilahi tebliğin insanlara ulaştırılması için Allah tarafından seçilmiş müstesna şahsiyetlerdir. Onlara diğer insanlarda bulunmayan mucize, ismet sıfatı gibi beşer üstü özellikler verilmiştir. Üstelik bunlar, peygamberliğin şartlarındandır. Ancak bununla birlikte onlar her şeyden önce birer insan olarak kabul edilmişlerdir ki, bizzat kelime-i şehadetin muhtevası bu hususu açık bir şekilde gösterir. Kur’ân’da da ifade edildiği gibi (İsrâ, 17/95; En‘âm, 6/9), insanlara gönderilecek bir elçinin, ancak insan olması lüzumu vardır. Aksi takdirde insanların kendileri dışındaki bir varlığa (melek) tâbi olmaları ve O’nun gibi davranış geliştirmeleri mümkün değildir. Bu değerlendirmelerden yola çıkarak günümüz insanına Hz. Peygamber’in (sas) insanî yönünü belirginleştiren bir sunum yapılması, başka bir ifadeyle Rasûl-i Ekrem’in (sas) peygamber olmakla birlikte, bir insan olarak tanıtılmasının gereğini vurgulamak gerekir.
İslâm tarihi kaynaklarının önemli bir kısmında Hz. Peygamber’in (sas) hayatının olağanüstü boyutta aktarıldığı ve genelde mucize merkezli bir peygamber takdiminin yapıldığı görülür. Örnek vermek gerekirse, hicret hadisesinden bahsedilirken Sevr Mağarası etrafındaki gelişmeler, yolculuk esnasındaki olağanüstü durumlar ile Sürâka olayı öne çıkarılır. Hâlbuki bunlar hicretin mahiyeti ve önemi bahsinde esas konular olmadıkları gibi, hicretin gerek İslâm tarihi, gerekse dünya tarihi açısından dönüm noktası olması yönünü geri plana iten rivayetlerdir. Bu durum son peygamberin evrensel mesajının gerçek yönüyle anlaşılmasını da gölgeleyebilir.
Kaynaklarda olağanüstü bir peygamber takdimi yapılmasında, insanların peygamberi kendilerinden çok üstün ve ulaşılamaz bir varlık kabul etmelerinin ve özellikle de Hz. Peygamber’in (sas) vefatından sonraki dönemlerde farklı din mensuplarıyla girişilen peygamber tartışmalarının etkisi mutlaka vardır. Ancak olağanüstü özellikleri öne çıkarılan ve mucize merkezli olarak sunulan bir peygamberin, insanlar tarafından örnek alınması ihtimali de ortadan kalkabilir. Çünkü insanlar tamamen beşer üstü hususiyetlerle bürünmüş bir insanı davranış geliştirme ve kendilerine model alma konusunda âciz kalacaklarını ifade edecekler, bu hususta mazur sayılmayı isteyeceklerdir. O zaman, bunun yerine, peygamberin, vahyin tebliğcisi olmasının yanında beşerî vasıfların hemen tamamını üzerinde barındıran bir insan olduğu bilgisi ve fikrinin öne çıkarılması, O’nun insan olarak örnek alınacak pek çok hususiyete sahip olduğunun vurgulanması, insanî davranışlarının örneklenmesi, Müslümanları/insanları O’nu tanıma ve O’nun davranışlarını kazanma yönünde ikna ve teşvik edecektir.
Unutulmalıdır ki, Allah Rasûlü (sas) insan olması hasebiyle, bir çocuktur, bir eştir, bir babadır, bir komşudur, bir komutandır, bir liderdir; özetle ortalama bir insanının pek çok konuda kendisiyle paralellik kurabileceği özellikleri haiz bir beşerdir. Bu durumda bilhassa Müslümanların peygamber sıfatıyla birlikte beşerî özellikleri de şahsında barındıran bir peygamberi örnek almaları ve O’nun gibi davranmaları pekâlâ mümkün olur.
Burada şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in (sas) günümüz insanına tanıtılmasında, başka bir ifadeyle, zamanımızda Allah Rasûlü’nün (sas) anlaşılmasında O’nun insanî yönünün ön plana çıkarılması demek, ilahî tarafının, gösterdiği mucizelerinin geri plana alınması, kısacası O’nun risâlet yönünün ikinci dereceye çekilmesi anlamına gelmez. Müslümanlar için şu mutlak bir gerçekliktir ki, Hz. Muhammed (sas) kendisine vahiy gelen, gerçekleştirdiği dönüşümün stratejisini ve içeriğini ilahî vahyin belirlediği, başarısının temelinde de vahyin bulunduğu bir şahsiyettir, son peygamberdir. Vahyin en açık işareti olan Kur’ân da onun en büyük mucizesidir.
Hz. Peygamber (sas) hayatı veya hayatından bir kesit sunulurken mutlaka O’nun nitelikleri ve davranışında vahye, vahyin rolüne işaret edilmelidir. Bizim yukarıda kastetmeye çalıştığımız husus, günümüz Müslümanları ve insanlığı için Hz. Muhammed’in (sas) takdiminde, peygamberlik ile insanî yönden hangisinin önemli ve öncelikli olduğu meselesi değil, konunun sunumunda meselenin pratik ve güncel boyutudur. Esasında Hz. Peygamber’in (sas) günümüz insanına tanıtılmasında öncelikli olarak Kur’ân ve sahih hadisin temel alınması gerektiği şeklinde yukarıda ortaya konulan düşünce, vahyi ve peygamberliği açık bir şekilde meselenin merkezine koymaktadır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Hz. Muhammed (sas) son peygamberdir ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O’nun getirdiği mesaj sadece belli bir bölgeye veya millete değil, bütün insanlığadır. Öyleyse O’nun mesajlarını bütün insanlığı içine alacak şekilde ele almak, O’nu evrensel mesajlar çerçevesinde insanlara tanıtmak gerekir. Allah Rasûlü (sas), İslâm medeniyetinin üzerine inşa edildiği değerler sistemini hayata geçiren, onlara dinamiklik kazandıran bir şahsiyettir. O’nun bu özellikleriyle sunulması, çağımızda kimlik bunalımı yaşayan Müslümanlar ve tüm insanlık için büyük ehemmiyet arz eder. Ferdî ve sosyal düzeyde hayatı anlamlandıran, kimlik, kişilik oluşturan, güven ve dinamizm kazandıran, özetle medeniyetin çerçevesini çizen ana unsur, değerler sistemidir.
İslâm medeniyetinin üzerine inşa edildiği inanç, aile, sevgi, saygı, doğruluk, adalet, eşitlik, dayanışma, çalışma, cömertlik, dostluk, merhamet, iyilik, tevekkül, hoşgörü, barış gibi belli başlı değerler ise Hz. Muhammed (sas) tarafından en güzel şekilde hayata geçirilen, Müslümanlara ve tüm insanlığa örnek olarak sunulan evrensel değerlerdir. İslâm medeniyetinin oluşum ve gelişme aşamalarında bu değerler Müslümanlara ruh vermiş ve bu ruh, zamanla eserlere ve kurumlara yansımıştır. Bu değerler merkezinde tanıtılan Hz. Peygamber (sas), şüphesiz hem Müslümanlar için, hem insanlık için en büyük rehber olma özelliğini güçlü bir şekilde devam ettirecektir.
Yeni yorum ekle