Ebû Fükeyhe
Ramdâ Vadisi’nde yaşlı bir adam… Elleri ayakları zincirlenmiş, elbiseleri çıkarılmış, öğle sıcağının en şiddetli anında çölün ortasında yüzüstü yere yatırılmış. Sırtında kocaman taşlar, ateş gibi yanan kumlar üzerinde zorlukla nefes alan yalnız ve zavallı bir köle: Ebû Fükeyhe.
Abduddaroğulları ve Kureyş’in diğer zalimleri acımasızca dövüyor, kırbaçlıyorlar zayıf bedenini. Sadece “Rabbim Allah’tır.” dediği için nefesi kesilinceye kadar sıkıyorlar boğazını. Hareketsiz kalınca öldü zannedip bırakıyorlar yakasını. Ebû Fükeyhe ölmüyor, henüz ilk nefesinde bir yanardağ gibi patlıyor, Mekke vadileri o muhteşem sloganla sarsılıyor:
“Allah bir!”
Alaylar, hakaretler, türlü türlü zulümler… Açlık ve susuzluktan mecali kalmayan bedenlere vurulan kırbaçlar, atılan taşlar ve dayaklar kim bilir kaç mevsim devam etti? Başı suya sokulup nefesi kesilen mazlum Müslüman, kaç kez ölümden döndü bilinmez. Bilinen şudur ki tüm bu işkenceler onu Rabbinden, yoluna baş koyduğu Sevgili Efendisinden ayıramadı.
Akıl almaz işkenceler altında inlediği bir demde Kureyş’in zalim önderleri sırıtarak sordular: “Şu yerdeki böcek senin Rabbin değil mi?” Allah’ın sevgili kulu korkusuzca haykırdı:
“Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz, o böceğin de Rabbi Allah’tır.”
Kureyş’in ileri gelenleri, vahşete susamış kâfirler, Ebû Fükeyhe’den istediklerini alamadılar. O’nu İslam’dan, hak yoldan ayıramadılar. Fakat yaşlı bedeninde silinmez acılar, derin işkence izleri bıraktılar. Dayaktan, kırbaçtan perişan olan Ebû Fükeyhe çok geçmedi, Bedir Savaşı’ndan önce Rabbine kavuştu. Ne dünyaya gönül verdi, ne dünyadan bir şey gördü. Rabbinin razı olduğu bir hayatın sonunda cennetlere yürüdü.[i]
Yeni yorum ekle