Ölümlerden Ölüm Beğenmek
Ecelinizi nasıl isterdiniz?
Trafik kazasıyla mı, amansız bir hastalıkla mı, bir doğal afetle mi, iş kazasıyla mı, balkondan düşerek mi, gazdan zehirlenerek mi ya da küt diye aniden mi?
Bu saydıklarım dışındaki ölümlerden bir ölüm de beğenebilirsiniz. “Her nefis ölümü tadacaktır”[1] buyuruyor Rabbimiz. Hepimize yetecek kadar ölüm var. Karar veremediyseniz telaşlanmayın. Ama yok “Ölümün adı bile soğuk, düşünmek istemiyorum.” diyorsanız o da olur, sorun değil.
Çünkü ayetin devamında “Bir imtihan olarak sizi hayır ile de şer ile de deniyoruz. Sonunda ancak bize döndürüleceksiniz.” diyor Rabbimiz. Ecelin ne şekilde geldiği değil, onu ne şekilde karşılayacağımız yani asıl olan, imtihanı geçip geçemeyeceğimiz.
Ölüme tam manasıyla hazır olmak elbette mümkün değil. Hz. Mevlana olmadıkça düğününü bekler gibi ölümünü beklemek de mümkün değil. O hâlde niye bu laf kalabalığı?
Ben psikolojik değil fiziki, manevi değil maddi bir karşılamadan / bekleyişten / hazırlıktan bahsediyorum. Azrail geldiğinde nasıl bir manzarayla karşılaşacak?
Ünlü dil âlimi Câhız, çalışmakta olduğu sırada üzerine kitaplarının devrilmesi sonucu vefat etmiş. Muhtemelen bir sarsıntıdan dolayı odadaki kitap kuleleri yıkılıyor ve Câhız altında kalıyor. Azrail’in şahit olduğu manzarayı hayal edelim: rahlesinde ilimle meşgul olan bir adam ile onun üzerine ve odaya saçılmış kitaplar.
5,8’lik korkunun ardından sürekli gündemde olan deprem sonucu Azrail’in karşılaşacağı manzarayı hayal edelim: çok kapılı gardıropların altında kalan kadınlar, dev ekran plazmaların altında kalan erkekler ve oyuncaklarla, fotoğraflarla, test kitaplarıyla dolu kitaplıkların altında kalan çocuklar.
Kayınpederimi iki yıl önce kanserden kaybettik. Son günlerinde hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu; yatağını kıbleye doğru çevirmemiz için odanın sol çaprazını göstermesi ve ezan okunmaya başladığı zamanlar elini pencereye uzatıp “açın” işareti yapması dışında. Şuuru yerinde değilken ve sayılı nefesi tükenmek üzereyken bile, ezana ve namaza duyduğu hasreti dindirmeye çalışan bir hasta, Azrail’i bekleyen manzara.
Tolstoy’un İvan İlyiç’i de hayali bir karakter değil yalnızca. Hastalığını kabullenemeyen ve onunla mücadele etmek yerine ona direnmeye çalışan, isyan eden, etrafındaki herkesi hastalığından sorumlu tutup alınganlık gösteren, hastalığı ile değil türlü evhamlarla ölümü çağıran İvan İlyiç gibi nicesinin son anları da Azrail’i bekleyen başka bir manzara.
Eski görev yaptığım okulun emektar bekçisi Sururi amca her işe koşturur, “Devlet malıdır, ilim yuvasıdır.” diyerek okula gözü gibi bakardı. Bir karne günü kendisini kaybettik. Azrail geldiğinde şöyle bir manzarayla karşılaştı: kimse tarafından görevlendirilmediği hâlde kantinin üstünde biriken yağmur sularını temizlerken merdivenden düşen ve yanında ambulans bekleyen insanlara “Sizleri de meşgul ettim kusura bakmayın.” diyen bir adam.
Haberlerde rastladığım bir iş kazası da şöyle: Sahtekar müteahhit az malzemeyle daha çok müşteri hırsı yüzünden bir inşaatın çökmesine sebep olduğu gibi bir sürü işçinin de hayatını kaybetmesine sebep oluyor. Azrail’in karşılaştığı ilginç manzara şu ki müteahhit de yıkılan inşaatın altında can veriyor.
Daha birçok farklı ölüm şekli, farklı hikâye, farklı manzara… “Her mihnet kabulüm, yeter ki/ Gün eksilmesin penceremden” [2] diye de niyaz edebiliriz. “Gözlerim müebbette/ Günü gelir elbette/ Gelir, Melek nöbette/ Safa geldi, hoş geldi” [3] diye de bekleyebiliriz
Azrail’i ne şekilde karşılayacağımızı, yaşadığımız hayat belirliyor. Ölümlerden ölüm beğenmek elimizde.
“Sen dur burada ey insan
Duy içinde tutuşan ormanı
Ve yakıştırmasını bil üstüne ey Ademoğlu
Usta bir makasla biçilen toprağı…”[4]
Merve KAHRAMAN ÖZTÜRK