Kuşluk Vaktine And Olsun!
KUR’AN’DAN MÜLHEM YAZILAR-III (DUHA SURESİ)
Ebû Leheb…
Herkesin el-Emin dediği doğruluk timsali, kâinatın övünç kaynağı Hz. Muhammed(sas)’in amcası… O’na inanmayan amcası: Ebû Leheb… İnanmayıp da kendi yaktığı ateşte yanan amcası…
Ebû Leheb’in günahlarına ve Rasûl-i Ekrem’e yaptığı ezalara, ortak olan karısı Ümmü Cemîl…
O’nun kapısına döktükleri pislikler kendi başlarına çalındı, yollarına koydukları dikenler O’nun gül kokulu ayakları altında ipeklere dönüştü.
Ve Tebbet Suresi, nazil oldu…
“Ebû Leheb’in iki eli de helâk olsun! Oldu da. Ne malı fayda verdi ona, ne de kazandıkları. Yakında o alev alev bir ateşe girecek. Karısı da odun hamalı olarak, boynunda liften örülmüş urganıyla girecek.”
Buna öfkelendi Ümmü Cemîl. Âlemlere rahmet olana geldi. O’nu kendisine lanet okumakla suçladı; fakat kör olmuş ruhu da aklı da vahyin Allah’tan geldiğini göremedi.
Fetret-i vahiy…
Hikmeti kendi içinde saklı sessizlik günleri…
Hikmetinde rahmet olan bekleyiş günleri…
Rasûl’un içini burkan, O’nu hüzne gark eden geceler…
O’nu Nebî yapan tebliğ: Vahiy.
Allah’la aralarındaki “ince sır”…
Bir gün…
Ve bir gün daha…
Üç gün, üç ay belki de üç yıl vahiy gelmedi.
Cebrail aleyhisselam O’nun şerefli mekânını teşrif etmedi.
Ümmü Cemîl, nefsinin boynuna taktığı kölelik urganıyla insanların en doğru sözlüsüne gelip kinini kustu: “Muhammed! Şeytanın gelmediğine göre, umarım seni terk etmiştir.”
…
Ve’d-Duhâ…
Rabbim indirdi vahyini.
“And olsun kuşluk vaktine.”
Güneşin etrafı aydınlatması gibi, gelen vahiyle O gül yüzlünün yüzü aydınlandı ayın on dördü gibi.
Vahiy, cehaletin karasını cahillerin yüzüne çalmaya geldi.
Karanlık bir geceden doğan hakikat güneşi, kuşlukla birlikte rahmetini etrafa yaymaya başladı.
İşte gecenin sükûnu…
Gecenin karara vardığı dem…
Tüm kâinat sessiz bir uykuda…
Dalgasız, asude bir deniz; sakin ve rüzgârsız bir gece…
Ses, seda yok.
Gece kararını bulmuş, örtüp gizlemiş en koyu hâliyle.
Dinleyin geceyi…
O Allah ki geceyi dinlemeniz için yarattı.
Biten geceyle huzursuzluğun bittiğini müjdeleyen Rabbim, gecenin sonundaki sükûnete kulak vermeni istedi.
Kuşluk vaktine de gecenin dinginliğine de yemin olsun ki,
“Rabbinin seni terk ettiği de yok, sana darıldığı da…”
Vahyin gelmesi de kesintiye uğraması da, mutlaka, Sen’in için hayırdır, hayırlıdır.
Kederlenme…
Seni boğan o geceler, Rabbinin gazabından değil rahmetindendir.
Ve Rabbin senin için sonrasını öncesinden, ahirini evvelinden hayırlı kıldı. Bulunduğun her hâlin sonu başından daima iyidir. Ahiretin de bu dünyandan daha hayırlı olacaktır.
Ve Sen hayırlarla yükseleceksin!
Hakikatte de Sen’in her işin, daha iyisine referans oldu. Yıldızın, bir önceki günün güneşinden daha parlak; güneşin önceki karanlıklara aydınlatıcı oldu.
Ve inen vahiyler gibi inecek olanlar da geleceğini aydınlatacak. Senin hayrın Sana olduğu kadar ümmetine de hayır getirecektir. “Kim bana uyarsa bendendir.” diyen Sen, Sen’inle gelen tüm hayırlara bizi de ortak ettin.
Rabbin söz verdi, Sen’in geleceğini hayırlarla donatacak. “Rabbin sana istediklerini verecek sen de (Rabbinden) hoşnut olacaksın.” Rabbinden razı olacaksın, Rabbin de senden…
Ancak Rabbinin rıza göstermediği hiçbir şeye zaten Sen de rıza göstermezsin, biliriz.
Müjde, büyük müjde!
Seni Makam-ı Mahmud’a çıkaran Rabbin, Sana ümmetine şefaat etme hakkını verdi.
Ne büyük vaad!
Hem geçmişinde hem geleceğinde hem de ahiretinde türlü hayırlar olan!
“Ümmetim, ümmetim…” nidasıyla Rabbinden ümmetini cennete almasını isteyen Nebi! Bizler de Sen’in ümmetin olmakla şerefyâbız. Sana şefaat etme yetkisini veren Rabbimizin cennetine varmayı umuyoruz.
Ne büyük lütuf!
“(Sonunu öncesinden hayırlı kılan) Allah, Seni yetim bulup da barındırmadı mı?”
Allah, Vâcid’dir. O, her dilediğini var eder ve varlığından hiçbir şey kaybetmez.
Babasından yetim, annesinden öksüz kalan Muhammed (sas)!
İşte Rabbin, ki her şeye gücü yeter, Seni önce yetim kıldı. Öyle bir yetim ki “dürr-i yetîm”… İnci tanesi, en değerli tek inci…
Sonra da Seni barındırdı. Sonunu başından hayırlı kıldı, hidayete erdirdi. Öncesinde tertemiz kılınan Sen, peygamberlikle birlikte akıl, irade, kavrayış, ilim ve irfan bakımından da donatıldın.
“(Ve) Sen yoksul iken, ihtiyaç sahibi iken Seni zengin etmedi mi?” Rabbin zenginleşmen için türlü vesileler kıldı.
Rabbin lütfetti, bundan sonra da lütfedecektir.
Sen de Ey Nebî!
Şükrünü göster: “Yetime sakın kötü davranma.” Onu hor görme. Nasıl ki yetimken hoş muamele gördün Sen de öylece yetimi hoş tut. Onun hakkını yeme, yedirme ki Seni örnek alan ümmetin de yolundan gidip yetime merhamet etsin, onun başını okşasın. Böylece ahirette Sen’inle “işaret ve orta parmak” gibi yan yana olsun.
“İsteyeni ve soranı da azarlama.” İsteyenin ihtiyacını karşıla veya kalbini kırmadan reddet.
Ama ilim isteyeni, asla, geri çevirme.
Ve bu kadar bol veren “Rabbinin nimetlerini yâd et.”
Daima zikret ve verdikleri için şükret.
Ve bil ki “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmiş olmaz.”
***
Yüce Rabbim, “Sûre-i Duhâ”nın feyziyle feyizlenmeyi ve şükrü bilmeyi nasip et!..
İlgili Yazılar: