Yeni yorum ekle

Su Kasidesi Şerhi – V

 

(Ey Peygamber!) elbet Biz seni bir şahit (örnek, model), bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Şu nedenle ki (Ey İnsanlar!) Allah’a ve Elçisine inanasınız, O’nu(n dâvâsını) destekleyip O’na saygıda kusur etmeyesiniz ve sabah akşam O’nun yüceliğini dillendiresiniz.  (Fetih, 8/9)

“Canım kurban olsun senin yoluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed"

                             Yunus Emre 

Saba rüzgârının buram buram kokusunu taşıdığı tek çiçek, tek renk, tek hayat… Ümmetin, Livâü’l-Hamd’da, Sen’in kokunla uyanmayı arzu eder Sen’inle vardığı, Sen’inle kandığı derin uykudan…    

Sen, Evvel’in sevdası, Âhir’in muradı olan Gül-i rânâsın. Her renginde ayrı can, her kokunda letâfet… Çok renginde Tek’i anlatan, Tek renginde âlemler barındıran… İlk Sen’de tecelli etti Hakk’ın Cemâl’i, “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” diyerek.

Sen’den ayrı kalmışlığım, Sana susamışlığım… Yazım, kışım, fasl-ı Gül’üm… Toprağım, havam, suyum, ateşim… Dört unsurda var olan; sabr u sebatı öğretip acılarla pişirenim…

“Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü”

Yunusleyin konuşalım, Yunusleyin susalım… Suskunluğumuz da konuşmuşluğumuz da O’nun için olsun. Dilimiz onu söylesin, gönül mutribimiz onu çalsın. Zerrelerle çoğalalım, zerresinde kaybolalım…

 ***

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su

*Eğer (O’nun) dostu yılanın zehrini içse (bu ona) âb-ı hayât (hayat suyu) olur. (Ancak) (O’nun) düşmanı su içse (bu) su elbette yılanın zehrine döner.

Eski inanışlara göre âb-ı hayât denilen bir ölümsüzlük suyu vardır. Kaynağı Karanlıklar Ülkesi’nde olan bu sudan içen ölmez, sonsuza kadar yaşar. Rivayete göre Büyük İskender’in ordusunda asker olan Hızır ve İlyas Peygamberler, bu suyu bulup içen iki kişidir. Aslında, ölümsüz olmak isteyen İskender, bu sudan içmeyi istemektedir. Bu sebeple bu iki askerini âb-ı hayâtı bulmak üzere görevlendirir ve onları Karanlıklar Ülkesi’ne gönderir. Âb-ı hayâtı aramaktan yorulan ve acıkan iki asker dinlenmek ve yemek yemek için bir pınar başında mola verir. Hızır, pınarın suyundan ellerini yıkarken ellerinden azığındaki pişmiş balığa su sıçrar ve balık birden canlanır. Bunu gören Hızır ve İlyas âb-ı hayâtı bulduklarını anlarlar ve hemen bu sudan içerler. Böylece ölümsüz olan bu iki peygamberden Hızır, denizde, İlyas da karada başı sıkışanlara yardım etmek üzere Allah(cc) tarafından görevlendirilir. Bu arada Büyük İskender bu iki askerine ulaşamaz, dolayısıyla ölümsüzlük suyunu içemez. Beyitte bahsi geçen su da budur.

 Şair, buradan yola çıkarak, Hz. Muhammed(sas)’in dostunun içtiği şeyin, zehir dahi olsa, ölümsüzlük suyuna dönüştüğünü O’nun düşmanının içtiği suyun ise zehre dönüşeceğini ifade etmektedir.

Peygamberimizin Hz. Ebû Bekir(ra)’le Mekke’den Medine’ye giderken saklandığı Sevr mağarasındaki bir olaya da telmih vardır bu beyitte. Hz. Ebû Bekir (ra), mağaradaki delikten çıkan bir yılan görür. Yılan Peygamberimize zarar vermesin diye ayağıyla yılanın çıktığı deliği kapatır. Yılan Hz. Ebû Bekir(ra)’in ayağını sokar. Bunu gören Hz. Muhammed (sas), tükürüğüyle Hz. Ebû Bekir(ra)’in ayağını iyileştirir.

Başka bir olayda da Peygamberimizin dostlarından Hz. Ömer(ra)’le Halid bin Velid(ra)’in düşmanlar karşısındayken yılan zehrini içmek zorunda kaldıkları; ancak zehirlenmedikleri anlatılır. Zehir O’nun dostları için âb-ı hayât olmuş olur.

Bu iki telmihten yola çıkılarak söylenebilir ki Peygamberimizin dostlarına, Allah  dilerse zehir bile bir şey yapamaz.

Beyitteki zehr-i mâr ile âb-ı hayât, dost ile hasm (düşman) kavramları arasında tezat vardır.

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû’ içün gül-i ruhsâre su

*(Peygamberimiz, Hz. Muhammed (sas) ) abdest almak için avucundaki su(yu) gül yanağına vurunca  (suyun) her damlasından bin(lerce) rahmet denizi dalgalanmış(tır).

 Beyitte Peygamberimizin yanağı güle benzetilmiştir. Abdest alırken yanağına serptiği suyun damlaları rahmet olmaktadır. Su, Peygamberimizin maneviyatıyla rahmete dönüşmektedir. Müminler de abdestlerini hakkıyla aldıklarında günahları dökülür ve bu şekilde abdest suyu rahmete vesile olmuş olur. Yani Allah(cc)’ın Rahmân sıfatı tecelli etmiş olur. Bir katre olan rahmet çoğalarak ummana dönüşmektedir. Nitekim Allah(cc)’ın rahmeti sonsuzdur.

Beyitte, katre ve bahr (umman) kelimelerinin zıtlığından faydalanılmıştır.

Önceki sayılarda şerh ettiğimiz beyitlerde de yine Peygamberimizin parmaklarından akıttığı suyun rahmete dönüştüğünden bahsetmiştik. Peygamberimizin parmaklarından akan suyun koca bir orduya yettiğini görmüştük ki bu büyük bir rahmettir.

Beyitte Peygamberimizin yüzü, istiare yoluyla, güle benzetilmiştir.

 Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

*Su, (Hz. Muhammed(sas)’in) ayağının toprağına ulaşayım diye, daima başını taştan taşa vurup avare (bir şekilde) gezer.

 Şair, beytine bir hüsn-i ta’lille başlar. Suyun tabiî akışı şair tarafından güzel bir sebebe bağlanmıştır. Fuzûlî’nin yaşadığı topraklar Peygamber Efendimizin yaşadığı topraklara göre kuzeydedir. Su olarak, muhtemelen, bu topraklardan akan Fırat ve Dicle nehirleri kastedilmiştir. Su, Hz. Muhammed(sas)’in ayağının toprağına, O’nun yaşadığı yere yahut mezarına, ulaşmak için başını taştan taşa vurarak akmaktadır. Kıvrıla kıvrıla akan su akış şiddetiyle taşlara çarpa çarpa gider. Ancak şair buradaki “başını taştan taşa vurma” deyimini “Su, Sana olan aşkından başını taştan taşa vurarak, Sen’in makamına doğru akmaktadır.” diyerek olayı güzel bir sebebe bağlamıştır.

 Şair, beyitte “başını taştan taşa vurmak” ve “avare gezmek” deyimlerini kullanarak suyu insana benzetmiştir. Bunlar insana ait özelliklerdir. Suya atfedilen bu özelliklerle istiare sanatı da yapılmıştır. Su tıpkı sevgilisine âşık olmuş bir insan gibi vasıflandırılmıştır. Çünkü âşık sevgilisine ulaşmak için kendinden geçmiş, avare bir şekilde başını taştan taşa vurur. Ayrıca, ömrünün sonuna kadar akmaktadır, ifadesi de suyu insanla, insan hayatıyla özdeşleştirdiğini göstermektedir.

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

 *(Su O’nun) dergâhının toprağına nur salmak ister. Parça parça olsa (da) o dergâhtan (geri) dönmez.

 Şair beyitte suyu kişileştirmiş ve onun Peygamberimizin dergâhına doğru akışını tasvir etmiştir. Su, dergâha doğru hızlı bir şekilde akarken, özellikle yükseklerden dökülürken, zerreler etrafa saçılmakta, güneş ışığının etkisiyle oluşan parıltılar nura dönüşmekte ya da nur gibi algılanmaktadır. İşte su, bu nura benzeyen parıltıları O’nun dergâhına salmayı ister. Su, temizleyici nurlandırıcı bir özelliğe sahiptir.

Su, O’nun dergâhına varırken parça parça olsa da geri dönmeyi istemiyor. O’nun yolunda parça parça olsa da yine bir araya toplanır ve yoluna devam eder. Gerçek müminler de O’na, O’nun dergâhına ulaşmak için her türlü zorluğa katlanır ve oraya varırlar. Beyitte dergâhla kastedilen Peygamberimizin mezarının bulunduğu Mescid-i Nebevî olmalıdır.

Zikr-i na’tun virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’i humâr için içer meyhâre su

*Sarhoşların, (sarhoşluk sonrası) baş ağrılarını gidermek için su içmeleri gibi, günahkârlar da (Peygamberimizin) naatını söylemeyi derman (olarak) görürler.

 Humar, içkinin keyif vericiliği geçtikten sonra ortaya çıkan baş ağrısıdır, bir hastalıktır. Sarhoşların bu baş ağrısını gidermek için su içmeleri onlara ilaç gibi gelir. Günah sahiplerinin Peygamberimizin naatını zikretmeleri de, tıpkı su gibi, onlara derman olur. Günahkârları tedavi eder. Naat, Hz. Muhammed(sas)’in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kasidedir. Günahkârlar da ancak O’nun naatını zikredip O’ndan şefaat dileyerek günahlarından kurtulabilirler.

Beyitte leff ü neşr sanatı yapılmıştır. “Meyhâre” yani içki içenler ile “ehl-i hatâ (günahkâr)”; “def’i humâr” ile “dermân olmak”; “zikr-i na’tun virdi” ile “su içmek” ifadeleriyle birinci mısradaki kelimelerle ikinci mısradaki kelimeler arasında bir ilişki kurulmuştur.

 “Zikr” ve “vird” kelimeleri burada, ezberleyecek kadar çok ve devamlı okumak anlamlarını karşılar. Günahlarının affı için Peygamberimizi öven bu eseri daima okumaları gerekmektedir. Bunlar, “su gibi ezberlemek” deyimiyle örtüşen kavramlardır. Naat yazma ve okuma geleneği Yunus Emre’den günümüze kadar gelmiştir. Pek çok şairin Peygamberimizi övmek amacıyla şiirler yazdığı bilinirken bu naatların çeşitli yerlerde, şekillerde ve defalarca okunduğu bilinmektedir. Hatta eskiden Araplarda ve Türklerde hastalara “derman” olması niyetiyle okunduğu da söylenmektedir.

 ***
İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir
Yunus Emre

Bizden olmayan tüm sözlerin sahibine hamdolsun… Kasidemizin “son bölümünde” yeni sözlerle buluşmak dileğiyle…

İlgili Yazılar:

Su Kasidesi Şerhi-IV

Su Kasidesi Şerhi-III

Su Kasidesi Şerhi-II

Su Kasidesi Şerhi-I

Su Kasidesi (Fuzûlî) Şerhi


Etiket: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.