Cahiliyye Toplumunda Kadın

Tarih boyunca insanlar, kadının hakları ve sosyal konumu üzerindeki tartışma ve değerlendirmelerine devam etmişlerdir. Bu süreçte konuyu manevi açıdan kadın-erkek eşitliğini ortaya koyarak açıklığa kavuşturan İslâm dini, en mükemmel ıslahatlarla kadına hak ettiği değeri vermiştir.

İslâm’dan önce cahiliye devrinde kadının yerini anlayabilmek için öncelikle o günün toplum yapısını incelememiz gerekiyor. Çünkü o zamana ait şartlar ve yaşam biçimleri, toplumdaki algıları ve kabulleri şekillendiriyor. Fakat o günlerde yazının çok az bilinip kullanılması, sözlü örf ve âdetin egemenliği, güvenilir kaynakların varlığı noktasında sıkıntı oluşturmaktadır. Bu sebeple de yapılacak çalışmalarda bir takım zorluklar görülmektedir. Ancak Arapların ileri seviyede kullandığı şiir ve edebiyat eserleri bizi bazı bilgilere ulaştırmaktadır.

Cahiliye toplumunda, “yerleşik” ve “göçebe” olmak üzere iki türlü hayat tarzı görülmektedir. Yaşam şekillerindeki bu ayrılık, pek çok konuda yaklaşım ve uygulama farklılığını ortaya çıkarmaktadır. Araplar arasında kabile birliği esastır. Kabile reislerinin hâkimiyeti otoriteyi oluşturmaktadır. Bu sebeple kabileler arasında farklı uygulamalara rastlamak da mümkündür.

Kadına ve erkeğe aynı mükellefiyeti yükleyen İslâm dini; insanlıkta, kullukta mükâfatta eşitliği getirerek, bu iki cins arasında değer ve sorumluluk bakımından bir fark olmadığını ortaya koyar. Peygamber Efendimiz (sas)’in teşbihi, konuyu özetler niteliktedir: “Kadınlar ile erkekler bir ağacın iki dalı gibidirler.”(Tirmizi, Taharet, 82.)Ataerkil aile yapısının yaşandığı bu toplumda aile, erkekten ve erkeğin akrabalarından oluşuyordu. Kadının akrabaları aileden sayılmazdı. Kabileler arasındaki savaşlarda erkek, gücü ile ön plana çıkıyor, kuvvet ve hâkimiyeti temsil ettiği için değer kazanıyordu. Kadın ise sadece tüketici olarak kabul ediliyordu. Bu sebeple de itibar görmüyordu. Bu durumu Hz. Ömer (ra) bir rivayette şöyle dile getiriyor: “Cahiliye devrinde kadına hiçbir değer vermezdik, İslâm gelip, Allah’ın onlardan bahsettiğini görünce (…) onların üzerimizde bazı hakları olduğunu gördük.” (Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, 9,322.sy)

Şimdi İslâm öncesi Arap toplumunda kadının yerini belirleyen önemli başlıklara kısaca göz atalım:

1-      Kız Çocuklarının Gömülerek Öldürülmesi

toprak kürek gömmeAraplar kız çocuklarının gömülerek öldürülmesine ve’d, bu âdete ve’du’l-benât derlerdi. Bu âdetin ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinemese de Hicaz bölgesinde Hz. İbrahim (as)’in döneminden itibaren zaman zaman çocukların Allah (cc)’a kurban edilmek istendiğini biliyoruz. Hz. İbrahim (as)’in gördüğü bir rüya üzerine oğlu Hz. İsmail (as)’i, Abdülmuttalib’in on oğlan çocuğuna sahip olursa birisini Allah (cc)’a kurban adaması gibi. Ancak ve’d hadisesi, bu durumun dışında kız çocuklarının bir yük ve utanç vesilesi olarak algılanmasından dolayı öldürülmelerini kapsar.

Cahiliye toplumunda görülen bu davranış Kur’ân-ı Kerîm’de net bir şekilde ortaya konulup eleştirilmektedir:“Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda…  O gün her insan, kendisi için ne hazırlamış olduğunu görecektir.”  (Tekvîr 81/8,9,14)

“Beyinsizlikleri yüzünden körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri –Allah’a iftira ederek- haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zaten doğru yolda da değillerdi.” (En’âm 6/140)

Cahiliye toplum yapısında kadına karşı olumsuz bir bakış açısı vardı. O, sadece tüketen bir üye idi. Kabile hayatına katkısı bulunmazdı. Savaşlarda esir düşebilir ve bunun sonucunda da “cariye” olarak satılabilirdi. Evlenip başka bir kabileye de gidebilirdi. Beraberindekilere hiçbir faydası olmayan kadın, bu durumu ile ancak bir utanç vesilesi idi. Oysa erkeğin pozisyonu farklı idi. O kabilenin en önemli üyesi idi. Savaşmak, göç etmek onu ayrıcalıklı kılıyordu. Kabilenin gücü ona bağlı idi.  Bu sebeple kız çocukları olduğu zaman utanıyor, onları istemiyorlardı. “Birine kız doğduğuna dair haber gelse öfkelenir, çehresi bozulurdu. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl 16/58-59)

Araplar Lât, Uzza, Menât putlarına taparlardı. Onları “Allah’ın kızları” olarak kabul eder; güç, kuvvet, bereket timsali olduklarına inandıkları için bu şekilde adlandırırlardı. Ancak kız evlatlarına bakış açıları düşünüldüğünde durumun teşkil ettiği tezat Kur’an-ı Kerim’de ifade edilir: “Onlardan biri Rahman’a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir.”(Zuhruf 43/17)

Arapların doğan kız çocuğunu öldürmeleri hadisesinin yaygın bir davranış olmadığını Temim, Sakîf gibi belirli birkaç kabilece uygulandığını ve İslam’dan hemen önce ortaya çıkmış bir uygulama olduğunu düşünen araştırmacılar da vardır. Şehir hayatı yaşayan Araplardan ziyade genellikle göçebe Araplar arasında böyle bir uygulamanın görüldüğü de ifade edilir.

Araplar kız çocuklarını bir takım sebeplerle öldürmeyi tercih ediyorlardı. Bu nedenlerden birisi geçim kaygısı idi. Arabistan’da görülen kıtlık ve yokluk senelerinde çocukların öldürüldüğü ifade edilir. Çölde ve köylerde yaşayan Araplar arasında bu davranışın yaygın olması da bu nedenledir. Kur’an-ı Kerim bu gerekçenin geçerli olmadığını belirtir:“Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” (İsra 17/31)

Bir diğer sebep ve’d’in Arapların dini inançları ile alakalandırılmasıdır. Melekleri Allah’ın kızları olarak düşünen Araplar, kızlarını meleklere katmak için gömüyorlardı. Tanrıların bunu tasvip ettiğini ve bunun dini bir görev olduğunu düşünüyorlardı.

Kişisel nedenlerin yanı sıra, hastalık, çirkinlik gibi sebeplerle de kızlarını diri diri gömenler vardı.

Çölde yaşayan fakir bedeviler arasında ve’d hadisesinin yaygınlığını, şehirlerde pek görülmediğini dolayısıyla yaygın bir davranış olmadığını göz önünde bulundurmak gerekir. Her ne sebeple olursa olsun zikrettiğimiz ayetler ışığında kesinlikle anlaşılıyor ki; cahiliye toplumunun bu âdeti İslâm tarafından reddedilmiş ve kaldırılmıştır.

2-Evlilik ve aile


Özellikle göçebe Araplar arasında evlenme bir alım satım işi gibi görülürdü. Kadına ait olması gereken mehir adlı ücreti velisi alırdı. Evlenme akdinde de kız adına taraf olarak velisi bulunurdu. Bunun sonucu olarak koca, istediği zaman mehri vererek karısını boşayabilir ya da boşamadan onu ailesine geri gönderebilirdi. Erkek maddi durumu gereği mehir vermeyi ve geçindirmeyi göze aldığı sürece istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Kocasının ölümü halinde kadın mirasçı olamazdı. Miras erkeğin ailesine geçer, kadın babasının evine geri dönerdi.

İslâm öncesi Arap toplumunda birkaç çeşit nikâh söz konusu idi. Bunlardan birisi erkeğin başlık parası vermemek için kız kardeşini ya da kızını başka bir kadınla değiştirerek evlenmesidir. Buna “şiğâr evliliği” denir. Bir diğer çeşit evlilik “makt nikâhı”dır. Erkeğin, babası öldükten sonra üvey annesi ile evlenmesidir. “Mut’a nikâhı” ise bir erkeğin velisinin izni olmadan bir kadınla bir süreliğine evlenmesidir. Bu evliliklerin tamamı İslam döneminde yasaklanmıştır. İki kız kardeşin aynı anda aynı kişiyle evli olması hâli de kaldırılmıştır.

Araplarda çok eşle evlilik için eşine bakabilecek maddi güce sahip olması ve eşler arasında adaletin sağlanması temel ilkedir. Ancak bu özelliklere sahip olanlar ikinci veya daha sonraki eşlerini almayı düşünmekteydi. Bu açıdan çok eşli olmak erkeğin güç ve imkânlarının  bir göstergesi, toplum içinde öne çıkmanın da bir yolu idi. Erkeğin, gurur sebebi olduğu için daha çok erkek evlada sahip olmak istemesi de çok eşliliğin sebeplerinden birisidir.

Ve’d hadisesinde olduğu gibi evlilik mevzusunda da kabileler arasında farklı uygulamalar görülmekteydi. Çok eşle evlilik daha ziyade göçebe hayat yaşayan kabilelerde hâkimdi. Mekke, Medine gibi şehirlerde pek bulunmuyordu. Gençlerin çoğunlukla tek eşli oldukları, çok eşlilerin ise genellikle orta yaş üstü oldukları ifade edilmektedir. Siyasi liderler, maddi imkânı ve nüfuzu artan kişiler, sosyal ve ekonomik durumlarından dolayı çok eşli olmayı tercih ediyorlardı.

3- Sosyal Hayat

İslâm’dan önce kadınlar evin tüm mutad işleri ile ilgilenirlerdi. Erkekler bu işlere bakmayı ar sayardı. Kadınlar çarşı pazarda dolaşır, erkeklerden kaçınmaz, alış veriş yapabilirlerdi. Hakemlik yaptıkları, şair oldukları görülürdü. Birkaç rivayetle sınırlı bile olsa kabile reisi ve melike olan kadınlardan da bahsedilmektedir. Erkeklerle beraber savaşa katılırlar, onlara cesaret verirlerdi. Hemşirelik yaparlardı.

Arap kadınları süslenmeye, takı ve elbiseye çok değer verirlerdi. Saç da çok önemli bir zinet idi. Savaşlarda veya eşlerinin ölümlerinde saçlarını tamamen traş ederlerdi. Eşi vefat eden kadın saçını traş eder, bir yıl boyunca evinden dışarı çıkmaz, hiçbir şekilde vücudunu temizlemezdi. Yasını tamamladıktan sonra banyo yapar, süslenir ve görücülerini kabul ederdi.

Araplar kadının hilebaz, intikamcı, dedikoducu olduğuna inanırlardı. Sözlerine itibar etmez, fikrini sormazdı. Görüş ve aklının varlığını tartışırlardı.

İslâm, Arapların kadınla ilgili tüm olumsuz düşünce ve davranışlarını, yanlış ve aşırılıklarını yasaklamış, kontrol altına almaya çalışmıştır. İnsan olma noktasında kadınla erkeği bir tutmuş, tüm mükellefiyetler ve mükâfatlar açısından eşit davranmıştır. Kadını sosyal hayattan çıkarmaya çalışmamış sadece kadın-erkek ilişkilerinin ölçülerini, ilke ve sınırlarını belirlemiştir.

………………………………………………

Yararlanılan Kaynaklar:

 Sosyal Hayatta Kadın, İsav Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Ensar Neş., İstanbul, 2005.

 Adnan Demircan, Kızların Gömülerek Öldürülmesi ve Çok Kadınla Evlilik.

 İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte,IX,s.322-325.

 Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslâm, Beyan yay.,II/ 247-260, 328, IV/229-365.

 Hayrettin Karaman, İslâm’da Kadın ve Aile.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.