“Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise Ganî’dir, Hamîd’dir.” (Fâtır Suresi 35/15)
Akrabadan karîbim, kendimden yakînim merhaba. Bu defa arayı biraz uzattım, demini fazla kaçırdım mektubumun. Ne edeyim, aniden fırlamasından okun, kaçıvermesinden lafın hep korkmuşumdur. Süzüp, süsleyip, törpüleyip, terbiye etmeden çıkınca dildekiler, oradan çıkmakla kalıyor sadece. Hani güzel bir kelam var ya: “Dilden çıkan kulağı geçmez; kalpten çıkan kalbe ulaşır.” diye. Sanırım o kelama özeniyor benim içimden kopanlar da. Azıcık gönül tozuna yatmadan, orada biraz saklanıp etrafı izlemeden, yüzünü gözünü bulamadan o toza, ortalıkta arz-ı endâm etmeye çekiniyorlar. Belki hazır cevap olamamaya, ya da doğaçlama söz edememeye bir kılıftır bu, ne bileyim. Hazır hissetmeden atılınca bir hadisenin göbeğine, düşüncelerim mantık silsilesini kaybediyor, duygularım hepten yitiriyor ipin ucunu. Akla zarar bir durum anlayacağın. Neyse, toparlamazsam gecikmiş nâmemin özür girizgâhını, deminin koyuluğu, meziyet olmaktan çıkıp acı, buruk bir tat bırakacak senin damağında, dimağında.
Şu günlerde neyle savruluyor zihnim? Hemen söyleyeyim: İhtiyaç kavramıyla. Kul acziyetiyle. Bir güzel kelam nakletmişti üstadım: “İdrâkü’l-aczi idrâkün: Aczin idraki, başlı başına idraktır.” Ne hoş değil mi? Ne kadar da zor ama.
Aczi idrak, aczi itiraftan önce mi gelir, sonra mı? Önce gelir, itiraf gecikirse kibir; sonra gelir, arası açılırsa bünyeye zehir tesiri yapıyor galiba. Allah (c.c), sıralamayı doğru yapmayı ve ikisinin arasını fazla uzatmamayı nasibi müyesser etsin. Âciziz yarenim. Düşünürken, dua ederken, severken, isterken, ölesiye isterken, hatta vazgeçerken âciziz. Bu mudur idrak?
“İdrak” kelimesinin, kovanın, kuyunun dibine vurduğunda çıkardığı “drak” sesinden türetildiğini duymuştum. Hani bizde “kafaya dank” argo kullanımındaki mana. Şimşekler çakması beyinde. Yıkandığı suyun, vücudunun ağırlığıyla küvetten taşması sonucu, suyun kaldırma kuvvetinin kâşifi sayılan Arşimed’i, anadan üryan banyodan fırlatan “euréka (buldum)” anı.
İhtiyaç içindeki bir varlık, benlik güdebilir mi? Kendini müstağni sayıp zengin görebilir mi? Rabbimizin cevabı Alâk Suresi’nde gizli sanki. Hüve a’lem. “ İnsan kendi kendini yeterli görürse azar.”
Sıhhatini kaybedince azıcık ya da servetini, anında boynunu büküyor nefis. Müthiş. Bir nimetin süreli geri alınması. Ve aczi idrak ve itiraf.
Yârenim, peki nedir bu bizdeki “benlik sevdası” ihtiyaç içinde kıvranıyorken bile? Nedir bu direniş? Dikbaşlılık, müstağnilik, kibir? Kendimi yeterli görmediğim halde içerlerde bir yerlerde tuğyanımın iplerini kim çekiyor? Hangi iblis? İdrakime, gerçek idrakime daha kaç adım var? Kovanın ipi mi kısa? Bir türlü ulaşmıyor dibe. Kibirden üryan fırlayacağım ruhi yıkanışlar çok mu uzak? Âciz nefsim, gerçek zengin, hiçbir şeye ihtiyaç duymayan Rabbe çok mu ırak?
Seni sorularımla birlikte el-Ganî’ye emanet ediyorum.
Yeni yorum ekle