Bir rüyanın izinde
Efendimiz Aleyhisselam bir gece rüyasında arkadaşlarıyla birlikte Mekke’ye gittiğini, saçlarını kestirip Kâbe’yi tavaf ettiğini, umre yaptığını gördü. Rüyasını ashabına anlattığında Medine’de büyük bir sevinç, adeta bayram yaşandı. Yıllar var ki müminler Mekke’ye gidemiyor, Beytullah’ı tavaf edemiyor, muhacirler vatan hasretinin acısıyla yanıyorlardı. Bu rüya büyük bir müjdeydi.
Hudeybiye Antlaşması
Allah Resulü’nün önderliğindeki 1400 Müslüman Hudeybiye denilen yere geldiklerinde Halid bin Velid kumandasındaki düşman birliğiyle karşılaştılar. Efendimiz Aleyhisselam Mekke’ye gönderdiği elçiler aracılığıyla savaşmak gibi bir niyetinin olmadığını, yalnızca Mescid-i Haram’ı ziyaret etmek için geldiklerini haber verse de olumlu bir netice alamadı. Kureyş’in önde gelenleri Resul-i Ekrem’in Mekke’ye girme isteğini kesin bir şekilde reddetti. Yaşanan pek çok hadiseden ve diplomatik münasebetten sonra iki taraf arasında bir antlaşma imzalandı.
Antlaşma maddeleri
Bu antlaşmaya göre Müslümanlar ve Mekkeli müşrikler on yıl boyunca birbirleriyle savaşmayacaklardı. Müslümanlardan birisi dininden dönüp Mekke’ye gittiğinde, Mekkeliler onu geri vermeyecek, buna karşılık müşriklerden birisi Müslüman olur ve Medine’ye hicret ederse Müslümanlar onu Mekkelilere teslim edeceklerdi. Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi ziyaret edemeyecek, ancak ertesi yıl Mekke’ye gireceklerdi. Arap kabilelerinden dileyen, Mekkeli müşriklerle; dileyen de Medineli Müslümanlarla müttefik olabilecekti.
Bu antlaşmanın gerek yazımı sırasında yaşanan bazı olaylar ve antlaşma maddeleri, Müslümanları oldukça rahatsız etti. Yeni Müslüman olan bir kimse nasıl müşriklere teslim edilebilirdi? Antlaşmanın yazımı sırasında müşriklerin isteği üzerine “Muhammedun Resulullah” ifadesi silinmiş, bunun yerine “Abdullah’ın oğlu Muhammed” yazılmıştı. Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Müslümanlara sığınan Ebu Cendel, antlaşma uyarınca müşriklere teslim edilmişti. Müslümanlar yıllardır hasretini çektikleri Mekke’nin hemen yakınına kadar gelmiş, ama geri dönüyorlardı. Başta Hz. Ömer olmak üzere pek çok sahabi bu durumu kabullenemedi. Hak dine mensup olan müminler, müşriklerin lehine olan bu şartları neden kabul etsindi?
‘Apaçık bir fetih’
Ashab-ı Kiram derin bir üzüntü içerisinde Medine’ye dönerken Allah Teâlâ, Resulü’ne şu ayetleri indirdi: “Biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlasın ve sana olan nimetini tamamlasın. Seni doğru yola iletsin ve Allah sana şanlı bir zafer versin.” [Fetih Suresi 1,3]
İlk başta müşriklerin lehine gibi gözüken Hudeybiye Antlaşması, Rabbimizin de ifadesiyle müminler için büyük bir fetih oldu. Mekkeliler bu antlaşma ile Medine İslam Devletini resmen kabul etti. Efendimiz antlaşma sayesinde Medine’nin güneyini güvenceye almış, güneydeki Mekke ve kuzeydeki Hayber Yahudileri arasındaki ittifakı etkisiz hale getirmişti. İki düşmandan birisi ile antlaşma yapılınca, diğeri ile daha kolay mücadele edilebilirdi. Nitekim kısa bir süre sonra Allah Resulü Hayber’i fethetti. Şer olarak gördüğümüz şeyler, hesap edilemez nimetler halinde karşımıza çıkıyordu.
Müslüman olup da Medine’ye gidemeyen müminler, Mekkelilerin Suriye ticaret yolu üzerindeki bir mevkide toplanarak Kureyş kervanlarına zarar vermeye başladılar. Mekkeliler, antlaşmanın kendilerine ilk önce avantaj sağlayan, ama artık zarar veren bu maddesini kaldırmayı Efendimizden rica ettiler.
İmam Zühri’nin de ifade ettiği gibi Hudeybiye Antlaşması, İslam’ın en büyük zaferi oldu. Zira devamlı savaş halinde olan müminler, İslam’ı yaymak, Allah’ın dinini anlatmak için önemli bir fırsat kazandı. Allah Resulü çevre ülkelerin hükümdarlarına mektuplar gönderip, onları İslam’a davet ediyor, Arap yarımadasındaki pek çok kabileye Allah’ın dini anlatılıyor, Mekke müşrikleri dahi içten içe eriyor, Halid bin Velid, Amr bin As gibi Mekke’nin lider kadrosu, Hak dine teslim oluyordu. Geçen her gün Müslümanların lehine işlerken tam bu sırada gerçekleşen bir hadise, Hudeybiye Antlaşmasının bozulmasına sebep oldu.
Kureyş antlaşmayı bozuyor
Mekkelilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi, Efendimizin himayesinde olan Huzaa kabilesine bir baskın düzenledi. Bir gece Bekir oğullarından Enes bin Züneym adlı bir kimse, insanların toplanmış olduğu bir yerde Peygamberimizi ve Müslümanları aşağılayan bir şiir okudu. Efendimize hakaret edilmesine dayanamayan Huzaa kabilesinden bir genç, bu adama saldırarak başını yardı. Uzun bir süredir Huzaa kabilesine kin besleyen Beni Bekir kabilesi bu olayı bahane ederek Mekke’nin alt tarafındaki Vetir suyu başında bulunan Huzaalılara saldırdı. Bu saldırıya Kureyş kabilesinden de pek çok kişi katıldı. Mekkeliler gerek silah, gerekse binek ve adam vererek müttefikleri Bekir oğullarına destek sağladılar.
Huzaa kabilesi Hudeybiye antlaşması sebebiyle her hangi bir saldırı beklemediğinden bu baskına hazırlıksız yakalandı. Onlar canlarını kurtarmak için Mekke Haremine, Kâbe’ye sığınıyor, saldırganlar ise Mekke’nin kutsallığını hiçe sayarak katliama devam ediyorlardı. Sabah olduğunda Mekke sokaklarında cansız yatan yirmi üç Huzaalı vardı. Mekkeliler destek verdikleri katliamın sonucunu görmüş ve çok pişman olmuşlardı. Allah Resulü kendisine sığınan ve O’nu savunduğu için canından olan bu kimselerin hakkını mutlaka arayacak, onları öldürenlerden hesap soracaktı.
‘Kendimi ve ailemi koruduğum gibi’
Huzaa Kabilesinin lideri Amr bin Salim hadiseyi haber vermek ve yardım istemek amacıyla kırk adamıyla birlikte Medine’ye geldi. Efendimizin karşısına çıkarak yaşadıkları zulmü, başlarına gelen felaketi anlatmaya başladı. Kendilerinin kimsesiz zannedilerek saldırıya uğradıklarını, rükû ve secdedeki insanların vahşice boğazlandığını söyledi.
Peygamber hiddetleniyor!
Gözleri dolan Efendimiz şöyle buyurdu: “Kendimi ve ailemi nasıl koruyorsam bunları da öyle koruyacağım. Yağmur veren bulutlar gibi Huzaalılara yardım edeceğim. Ey Amr bin Salim sen yardım olundun.”
Allah Resulü daha önce hiç bu kadar öfkeli olmamıştı. Derhal Mekkelilere bir mektup göndererek, onlara şu üç şeyden birini tercih etmelerini haber verdi: “Öldürülen Huzaalıların diyetlerini vereceksiniz. Bunu kabul etmezseniz, saldırganlarla ilişkinizi keseceksiniz. Yok, eğer bunu da kabul etmezseniz sizinle savaşacağım.”
Kureyşin önde gelenleri Resul-i Ekrem’in bu tekliflerini kabul etmedikleri gibi elçisini de hakaretlerle geri gönderdiler. Oysaki onların, İslam ordusuyla savaşabilmek için ne kuvvetleri ne de cesaretleri vardı. Durumu müzakere eden Mekkeliler, antlaşmayı yenilemek ve barışı sürdürmek amacıyla liderleri Ebu Süfyan bin Harb’ı alelacele Medine’ye gönderdiler.
Yazının Devamı: Apaçık Müjdelenen Bir Fetih: Mekke’nin Fethi – II
Yeni yorum ekle