(Ümmetin çığlığını İki Cihan Serveri Dürri Yekta’dır duyan)
Hani susuzluktan dilim dilim çatlar ya topraklar, hani artık tutunamaz kendisine can veren dala, sararıp düşer ya yapraklar ben de öyleyim, ben de muhtacım öylesine. Tüm insanî değerlerin yitirildiği bir demde, insanların insanlığını yitirdiği zamanda hem de. Nefis çanağından türlü günah çalarken gönlüm, ak dururken bir yanda, siyaha çaba kılarken gönlüm, sana muhtacım Peygamberim. Kalbimi kurtarmak için ve kimliğimi sünnetinle diriltmek için muhtacım şefkatine.
Ne vakit ansam adını dudaklarım çatlıyor ey güzeller güzeli, Rabbimin Sevgilisi, şefaatin müjdecisi. Adını andığım zaman bir sıcak rüzgâr çarpıyor yüzüme. Kum tadında. Adını andığım demde kervanlar geçiyor ufkumdan ağır adımlarla. Arabistan’ın bütün çölleri üzerime geliyor sanki. Dudaklarım çatlıyor adını andığımda, sanki çöllerin bütün kumu üzerime akıyor. Dudaklarım kuruyor adını andığımda. Adını anmak kolay değil, adın öylesi kolay süzülesi değil dudaklardan. Yüreğimi kanatıyor adın. Yüreğimi. Duvarlarına çarpa çarpa çıkıyor adın, gırtlağımı yırta yırta, ses tellerimi kanata kanata. Dudaklarımı çatlata çatlata. Bu gün ellerimin derisi çatlayacak, derdimi sana anlata anlata.
Yine yolunu yitirmiş insanlık. Burunlarının doğrultusunda yol alırken dipsiz derin kuyuları yok gördükleri. Günah ektikleri topraklardan kor ateşin kendisidir derdikleri. Ey yolun nerede bittiğini bilen, yolcunun nereye gittiğini bilen, kâinatın güneşi! Ey yolun ve yolcunun sahibi, mihmandarların en kutlusu ve en soylusu! Ey Nur Dağı’nın nurlu misafiri! İnsanlığı arıyorum ben. İnsanı insan yapan değerleri. Değerlerimizi. Bulamıyorum Peygamberim. İnsanı arıyorum ben. Özünü arıyorum insanlığın. Sevgiyi nereye sakladılar Peygamberim? Sabrı nereye sakladılar? Hangi dağın ardına? Hangi kuşun kanadına? Tebessümü arıyorum. Selamı arıyorum. Dost bir bakışı. İnsanları sevme duygusunu. Paylaşmayı. Uzlaşmayı. Adaleti. Hoşgörüyü, merhameti, güzel sözü.
Yeryüzünde nerede bir ağlayan çocuk görsem sen aklıma geliyorsun. Çünkü şu gök kubbenin altında hiç kimse senin sevdiğin kadar sevmedi çocukları. O yüzden seni bekliyor çocuklar. Yaşlı gözleriyle şefkatini ve şefaatini bekliyorlar. Filistin’de, Gazze’de seni diliyor çocuklar. Ve bir geleceksin güneşin hükmü kalmayacak, bunu biliyor çocuklar. İnsanlığı arıyorum Peygamberim. Komşusunu gözeten komşuyu. Ağzına lokma götürmeden evvel komşusunu düşüneni. Sıcak sobasının yanında otururken acaba üşüyen komşum var mı diyerek duyduğu sıcaklıktan hicap duyanı. Gelsen de kapı çalmayı öğretsen ümmetine, gelsen de hatır sormayı öğretsen. Gelsen de ‘ben’ değil ‘biz’ olmayı öğretsen bizlere. Bilirim ki sen fakir ve kimsesizlerle birlikte bulunmayı tercih ederdin, bilirim ki onların gönüllerini alırdın. Aramızda olsaydın eğer senin güneş gibi engin şefkatinin, yağmur gibi bol merhametinin sayesinde tebessüm etmemiş kimse kalmayacaktı. Üşümeyeceklerdi insanlar. Aç kalmayacaklardı. Neden yoksun peygamberim. Neden çevremdeki insanlar merhametten yoksun. Neden üşüyenler var sokaklarda. Neden aç kalanlar, ekmek yüzü görmeyenler var. İnsanı arıyorum peygamberim. Nerede bu insanlık, nerede bu insanlar?
Mürekkebi hak olan kalemimle sonsuza kadar yazsam, gücüm yetse de. Bir avuç yüreğimi şerha şerha parçalasalar da görseler içte, dipte benim âşık olduğumu sana, dıştaki ben ne kadar dünya içinde kaybolup gitse de… Kızgın kumların topuğumu yakmaya meylettiği iklimlere düşüyorum kimi vakit. Susuyorum ve bir katre düşsün istiyorum yüreğime. Kanıyorum bir serabın güzelliğine. Yine susuzluğuma yine o kızgın kuma düşüyorum. Aşkını yitirdiğim demde ben Necef deryasında üşüyorum. Biliyorum beni ancak sen götürürsün yüreğimi ferahlatan doyurucu pınarlara. Ancak senin sevdan ile su serpebilirim çatlamış dudaklarıma.
Yaratılanların en soylusuna şu perişan halimiz aynen ayandır. Yandığımız yangınlar ahvalimden beyandır. El açıyorum çaresizce. Sen var iken biz kime gidelim ya Rasûlallah, erdir bizi aydınlık sabahlara ve şu gaflet uykusundan uyandır diyerek. Bizi en çok sen düşünürsün başka kapıya ne gerek. Kendisinden bir şey istendiğinde hiç kimseyi boş çevirmeyen, eline ne geçerse ihtiyacı olanlara dağıtan sen dürri yektasın bizi bizden daha fazla düşünen. Cihan üzerine düşen yağmur senin gözyaşındır. Yüreğimizdeki sabır ve dayanma gücü senin sevdandan örtüdür.
Küçücük elleri, büyük yürekleriyle ebabiller gibi zulmün üstüne taş olup yağan, Filistinli çocuğun kalbine sağanak sağanak sevgi yağdırman için bekliyorum Peygamberim seni. İbrahim’in baltasını eline alıp yüreklerdeki bütün putları kırman için bekliyorum. Musa’nın asasını vurup gönüllere ve bölüp yürek denizlerini ortadan ikiye, firavnî sevgiler boğulsun iman denizlerinin dalgalarında diyerek bekliyorum. Cihanım üzerine yağmur gibi seriversen diyerek bir katre ahlakından. Nasip almamışların başına bir katresi düşüverse yüreği körelmişlerin başına. Görüp de görmeyenlerin başına. Duyup da duymazdan gelenlerin başına. Cihanın her karışına toprağına taşına. O zaman olur muydu gözyaşı. Savaşlar olur muydu? Vurur muydu can canı? Gecelerin sessizliğini Katyuşa füzeleri yırtar mıydı? İnsanı şikâyet ediyorum sana. İnsanlığı. Merhamet deryasının seyyahı. Merhameti bilmiyor bunlar. Hoşgörü deryasının seyyahı. Hoşgörüden nasip almamış bunlar. Sevdaya uğramamış bunlar. Cennet bahçelerinden bir çıkın yap ta uzatıver kara bulutların sardığı dünyama. İçinde merhamet olsun. İçinde hoşgörü olsun. İçinde insan sevgisi. Hak olsun içinde.
Senin gözünle görselerdi kara bulutlar olmayacaktı başımızda. Senin bakış açınla baksak güzel görecektik her şeyi. Senin bağışlayıcı ve merhamet dolu yüreğinle çarpsaydı yüreklerimiz, kin nefret kavga girer miydi cihan üzerine? Senin düşündüğün gibi düşünseydik ‘keşke’lerimiz olur muydu? Sabrınla sabretsek pişmanlığımız olur muydu? Sevginle sevsek düşmanlığımız olur muydu? Tevazuunla yücelsek kibirler olur muydu. Benim Kitabım güzel ahlak üzerine kurulmuş. Benim Kitabım Senin yüreğin üzerine yazılmış. Güzel ahlak Senin özelliğindir. Kuran Senin kimliğin Peygamberim.
Ben bir peygamber tanırım. Ümmetini bir babanın çocuğunu sevmesinden daha çok seven daha yürekten seven. Mahşer gününde merhametin ve şefkatin tek temsilcisi olacak ve ana babanın evladından kaçtığı demde ümmetine sahip çıkacak. Ben bir peygamber tanırım, tanıdıkça kendi sevdalarımdan utanırım. Bir peygamber tanırım ben. Ötelerden bizim için içli içli ağlayan. Filistin’e güneşi elleriyle getirecek biliyorum. Yetimlerin öksüzlerin yanaklarında gamze olacak. Kum deryasında açan çiçek. Çatlamış dudaklara bir katre su. Ve kurak gönüllerin bereket yağmuru doğrusu. Gecemi yırtan aydınlık. Yaramın üzerine sürülü merhem. Ve ben sana sığınıyorum. Seni düşündükçe yüreğimdeki buzlar çözülüyor ve nurani bir aydınlık çöküyor zifiri karanlıklarıma. Şüphesiz ben seninle kurtulurum şu nefis batağından. Muştular alıyorum merhamet bağından sevda otağından. Benim yüreğim aşk ile kavrulurken bütün ırmakların suyunu serpmek için cismime, kaldırasım geliyor her birini aktığı yatağından.
O yüzden gel Peygamberim. Dünyaya gelişin bütün insanlık hatta bütün bir varlık âlemi için düğündü bayramdı. Dünyaya geldiğin gün, nurlu bir kandil gibi insanlık semasına asılmıştı. Sen yine gel Peygamberim. Dünya dönerken başları dönen ümmetine, ticaret deryasında menfaat deryasında kendi kimliklerini kaybeden ümmetine ışık ol. Sen yine gel Peygamberim. Cahiliye karanlıklarını nurunla yırttığın o gün gibi yine gel. Güneş yetmiyor karanlıkları silmeye artık.
Çevremde yumuşak huylu, yavaş, uslu, sessiz kimlikleri arıyorum. Gözlerimi yoruyorum, bulamıyorum. Sen insanların en halimi, en yumuşak huylusu. Sen hayatı boyunca bu sıfatını devam ettiren en soylu insan. Sen hiç şahsına yapılan kötülüklerden dolayı intikam almayı düşündün mü Peygamberim? Sen hiç kırmayı, vurmayı, eziyet etmeyi aklından geçirdin mi? Başımı çevirdiğim her yerde intikam duygusu. Başımı çevirdiğim her yerde nefsine hâkim olamayan insanların çokluğu. Merhametin yokluğu. Sen yine gel Peygamberim. Bize bağışlamayı öğret. Bize hiddete düşmemeyi, düştüğümüzde ise en zararsız şekilde çıkmayı öğret Peygamberim. Gel, bizi hiddet bataklığından çıkarmaya gel, bizi sabır deryasına daldırmaya gel. Bu cihanı gaflet uykusundan kaldırmaya gel. Gel ki günümüz aydın olsun, ibadetlerimiz bereketli olsun, gönlümüz nurla dolsun, sabır doruklarına ulaşalım, sancağın altında toplanıp muhabbetinle coşalım.
Yazdıklarım kifayetsiz… Ne desem eksik kalıyor ne desem yarım. Ben bendeki seni anlatamam. Özlemlerimi kalem yazamaz, kâğıt bedeninde taşıyamaz. Yazdıklarım hissettiklerimin tırnak ucudur. Ben yine yazacağım ve penceremin pervazına konan kuşların kanadında göndereceğim selamımı. Biliyorum. Yağmur olup geleceksin. Bir çocuğun gözlerinde gördüğüm sevinçte bulacağım seni. Tenimi ısıtan güneşte. Ekmeğimi dertsiz tasasız böldüğümde ve dünyanın en ücra köşesindeki o son insanı da mutlu gördüğümde.
Sen ki sesini asırlar, nesiller ötesine ulaştıran o güçlü soluğun sahibi. Artık yetmiyor haykırışlarım, benim de düşlerime düş diyerek. Ve artık yetmiyor bekleyişlerim, aşkın esvabını giyerek. Seni sevmek senin ardından kuru sevda cümleleri sarf etmek değilmiş ve seni sevmek adını anmak değilmiş sadece. Seni sevmek sana tabi olmaktır ey iki cihanın serveri. Seni sevmek seni, davanı anlayabilmekmiş, senin hayatını en güzel şekilde öğrenebilmekmiş. Ben seni görmeden sevdim, en üstün kelamın, tertemiz sünnetin siretin şahitliğinde.
Seni sevmemek ne mümkün bu aciz kula. Sana yöneldikçe kabıma sığmaz oldu sevdam. Ahirette kavuşmanın muştusuyla bekler oldum vuslat gününü. Zihnimdeki senle seni biliyorum. Gönlümdeki senle sana yöneliyorum. Seni olduğun gibi bilmeyi diliyorum. Ve dünyada sünnetinden ayrılmadım ahirette de sen sohbetinden ayırma diyerek diz çöküyorum sevdan önünde. Nurundan nur devşirmeye geldim, geri çevirme aciz kulunu. Bilirim sevgi, karşılıksız kalmaz sende. Bilirim seni sevmek en kısa yoldan Hakk’a ulaştırır bizi. Hakk’ın Sevgilisini severek ve sana bağlanıp kendimi sana nispet ederek yola çıkan yolcuyum. Ya Rasûlallah, bırakma bizi bu bitmez yollarda! Tut ellerimden, tut ellerimizden. Yürek sesimi yolluyorum, beyandır hâllerimizden.
Yeni yorum ekle