İslam’a ve onun getirdiği değerlere tahammül edemeyenler, Hz. Nuh’tan (a.s) beri onu yok edebilmenin veya boğabilmenin savaşını vermektedirler. Son dönemlerde gerek ülkemizde gerekse başka Müslüman ülkelerde cereyan eden olaylar ve yapılan eylemlerde gösterilen tavırlar dini değerlere ve dindar olanlara düşmanlıkları bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Allah’ın emri olan başörtüsünü taktığı için bir hanımı acımasızca dövenler, eylem adı altında Allah Teâlâ’nın haram kıldığı içkiyi içme yarışına girenler, mabedin mahremiyetini çiğneyenler, kendi makamlarını korumak için insan katledip toplumun önderlerini derdest edenler içlerindeki kini açıkça ortaya dökmüşlerdir.
Kamuya ait mallara veya şahıslara ait her türlü eşyaya zarar verilmesini hoş görmek, böylesi serkeşlikler yapan insanları teşvik etmek, silahın gücüyle insanları korkutmaya çalışmak ve insanları katletmekten kaçınmayan katillleri alkışlamak Müslüman’ı bırakın insanım diyen birinin yapacağı bir şey değildir.
Yaşamış olduğumuz zaman diliminin hayat algısı, dünya üzerinde hâkim olan sistemler, Müslüman’ım diyenleri zorda bırakacak şekilde çarkını döndürmektedir. Adeta her tarafı acı ve gözyaşıyla kuşatılmış bir dünya Müslüman’a reva görülüyor. Bizlere öğrenilmiş çaresizliği kabul ettirmeye çalışıyor. Daha önce defalarca denediğiniz ve başarısız olduğunuz bir şeyi tekrar deneme cesaretini yitirmişseniz, o zaman öğrenilmiş çaresizlik duygusu yaşıyorsunuz demektir. Rehberimiz Kur’an ise kıssalar vasıtasıyla bize çaresiz olmadığımızı ve direnip sabredersek Allah’ın yardımının geleceğini müjdelemektedir.
İman eden birisi asla şunu unutmamalıdır: Allah Teâlâ, yeryüzünü bir hak-batıl mücadelesi üzerine kurmuştur. Şeytana mühlet verdiğinde bu mücadele başlamıştır ve kıyamete kadar son insana kadar da devam edecektir. Bazen hakkın bazen batılın üstün gelmesi, birinin diğerine üstünlük sağlaması tamamen Allah Teâlâ’nın dilemesi iledir. “Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.”[1]
Adalet sahibi olan Allah, kâfirlere ve onlarla saf tutanlara azgınlıklarının tamamen artması, nasiplerini dünyada tamamen almaları için mühlet verir. Mü’minler, hak ettikleri veya hak yolunda tüm çabayı gösterip çaresiz kaldıkları zaman Allah’ın yardımını görürler. Az da olsalar, güçleri sınırlı ve yetersiz de olsa, yardım gördükleri için galip gelirler, küfür de kendi içine siner. “…Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”[2]
Kur’an kıssaları, insanlık tarihi içerisindeki bazı yaşanmış olayları ders ve ibret almamız için sunar. Kur’an gibi yüce bir kitapta, Firavun ve benzerlerinin yaptıkları, peygamberlerin ve inananların tavırları, ibret alınması, yaşanılan asra ve olaylara ışık tutması hikmetine binaen anlatılır. Firavunlar bu dünyada belli bir süre Mısır’a hâkim olmuştur. Onların tarihi iyi bilinirse, şimdiki Firavunların akıbeti de iyi idrak edilmiş olunur. Musa’nın (a.s) ve inanmışların Allah’ın arzına vâris oldukları bilinir ve bu esasa göre mücadele edilir.
Ebû Cehil de bir süreliğine Mekke’de hüküm sürmüştür. Hatta Allah Rasûlü’nü oradan hicrete mecbur etmiştir. Ancak Mekke’den çıkmaya mecbur kalan Yüce Nebi on sene sonra fetih için yurduna geri dönmüştür. Karşılaşılan sıkıntı ne kadar büyük olursa olsun Allah’ın yardımıyla zorluklar kolaylığa dönüşmüştür.
Batılın taraftarı olmuş insanlar, tüm güçlerini harcayarak mücadele ederken hakkın tarafında olanlar da takatleri ölçüsünde mücadele edeceklerdir. Hak için çaba sarf edenlerin sayısal üstünlüğü Allah’ın yardımını celbeden şey değildir. Hakkı savunanlar davalarında samimiyetlerini ispat ettiklerinde ummadıkları yerlerden Rablerinin lütuf ve yardımlarına mazhar olurlar. Yaşanılan hâl ve vaziyet ne olursa olsun hüküm Allah’ındır. Her şey yüce Rabbimizin kudret eli altındadır ve O’nun dilediğine galip gelecek yoktur. Allah galiptir, dini de galiptir. Allah’ın yardım ettiğine de galip gelecek yoktur. “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.”[3]
İslam davası için yola çıkanların ufku sadece yaşadığı mekân ve toplumla sınırlı kalmamalıdır. Yeryüzünün en uzak köşesinde yaşayan Müslüman da onun kardeşidir, onun derdi hepimizin derdidir. Rabbimiz bizi Kerim kitabında kardeş ilan etmiştir. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.”[4]
Numan bin Beşir radıyallahu anhüma’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[5]
Mü’minlerin, sevgi, merhamet ve diğer kardeşini esirgeyip korumada, birbirlerine yar ve yardımcı olmaları gerekir. Mü’minler birbirlerini sevmeli, birbirlerine merhamet etmeli, acımalı ve şefkat edip yardımcı olmalıdırlar. Çünkü fert olarak Müslüman bireylerin huzur ve afiyet bulabilmesi hem de ümmetin felahı; gönüllerini ve kafalarını Müslüman sevgisiyle doldurmuş ve hayatlarına bu duygularla yön veren kadrolarla sağlanabilir. Bu güzel duyguların karşıtı olan sevgisizlik, merhametsizlik, şefkatsizlik ve ilgisizlik hastalıklarından kurtulmak gerekir. İnanmış bir gönül Allah’a isyanın olduğu bir durumdan, Müslüman kardeşinin başına gelen kötü durumdan rahatsız olur ve üzülür.
Şeytan ve yandaşları, bir daha Kur’an ile hükmetmenin mümkün olamayacağına bizi inandırmak istemektedir. Çeşitli isimlendirmelerle İslam’ın hükmünün bittiğini dünyaya ve Müslümanlara dayatmaya çalışmaktadır. Ancak Allah’ın vaadi haktır ve Kur’an her daim en güçlü ve en güzel söz olacaktır. İslam Allah’ın dinidir ve O, nurunu tamamlayacaktır. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”[6]
Kışın arkasından yazı, gecenin karanlığından sonra gündüzü her sene ve her gün getiren; bulutlarla kapanmış gökyüzünü bir anda açıp güneşi her yerde gösteren Allah, bu karanlık geceleri, çirkinliklerle dolu kış mevsimini de bir anda gündüze, güneşe ve yaza çevirebilir. Yeter ki bizler o güzellikleri hak edelim. Onun rahmet ve bereketine itimat edip güvenelim. Bizim görevimiz, üzerimize düşeni yapmaktır. Oturanlardan değil cihat edenlerden olabilmektir.
“İçinizden iyiliği emreden, kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”[7] ayeti gereğince Allaha inanmış insanların tebliğ gibi önemli bir misyonu vardır. Müslümanlar olarak toplumu değiştirmeye, takva ekseninde dönüştürmeye çalışma görevimiz bulunmaktadır. Kur’an ve Sünnet’ten aldığımız değerlerimize göre toplumu bilinçlendirme, insanımızı eğitme, idealimizdeki İslami toplumun oluşmasına yönelik yapılabilecek her tür faaliyetleri yaparak model bir toplum oluşturmaya çalışmak vazgeçilmez şiarımız olmalıdır.
“Allah’ın, bu dinde sakladığı fidanları vardır; onları kulluğunda kullanır.”[8]
Mezramızın kuruduğunu zannettiğimiz herhangi bir zamanda Allah Teâlâ’nın sakladığı fidanları muhakkak vardır. On dört asırlık tarihimiz bunun muazzam örnekleriyle doludur. Küfür, Allah’ın nurunu söndürme zevkini hiçbir zaman yaşayamamıştır, ebediyen de yaşayamayacaktır. Mü’min gençler, engin yürekli olmalıdırlar. Küçük düşünmemelidirler. Küçük düşünürlerse büyük dinin adamı olamazlar. Önlerindeki küçük örneklerden de etkilenmemelidirler. Geçmişlerindeki büyük örnekler onlara yeterlidir.[9]
Din Allah’ın olunca, dinin sürekliliği için de tedbirleri alan O’dur. Kullar sadece o tedbirlerde rol alma şerefine ererlerse onun kıymetini bilmelidirler. Allah Teâlâ kimseye muhtaç olmadığı hâlde, kullarını dinlerine sahip çıkmaya davet etmiştir ki kulları ahireti kazansınlar; Allah’ın razı olacağı kullarından olsunlar. Allah, kimi bir fidan gibi dikmeyi dilemişse onun için büyük bir hayır dilemiştir. Anne-babalar yavrularını Allah’ın bahçesine bir fidan olarak adamayı bilmelidirler. Bu fidan, ilimle şekillenebilir, infakla şekillenebilir, ibadetle şekillenebilir. Allah’ın rızasını kazandıracak her ne varsa o, bu bahçenin bir fidanıdır.[10]
[1] Âli İmran Sûresi, 3/140.
[2] Bakara Sûresi, 2/249.
[3] Âli İmran Sûresi, 3/160.
[4] Hucurat Sûresi, 49/10.
[5] Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
[6] Saff Sûresi, 61/8.
[7] Âli İmran Sûresi, 3/104.
[8] İbni Mâce, Mukaddime,8; Ahmed, 17787.
[9] www.sosyaldoku.com.
[10] http://www.siyerinebi.com/dusunmek-icin.html.
Add new comment