Risalet ve Namaz:
Hz. Muhammed’in (as) arayışı, Hira mağarası ve Cebrail. Namazla yüceltilecek Ümmet-i Muhammed’e giden süreçler.
İlk vahiy “İkra” hitabıyla kendisine risalet verilen Hz. Peygamber bir gün Hira’dan dönerken gökyüzünde gördüğü Cebrail’le ikinci kez vahyin muhatabı olacaktı. Yaşadığı olağanüstü durumla örtüye bürünen Hz. Muhammed’e (as) “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kalk da uyar. Rabbini yücelt. Elbiseni tertemiz tut (nefsini arındır.) Kötü şeyleri terk et (şirkten uzak dur.)”[1] âyetiyle tebliğ görevi verildi artık.
Allah’ın âyetlerini okumak, insanlığı kötülüklerden arındırmak, onlara Kitab’ı, hikmeti ve daha önce bilmedikleri birçok şeyi öğretmek üzere gönderilen Peygamber’in[2] ilk ibadeti de o gün başladı. Mekke’nin üst tarafında Efendimize abdest almayı gösteren Cebrail (as), O’nunla (sas) birlikte iki rekât namaz kılarak ilk ibadeti öğretti. Hz. Hatice’ye abdesti ve namazı öğreten Peygamber Efendimiz, nübüvvet göreviyle birlikte ilk namazını da eda etmiş oldu.[3] Ümmet-i Muhammed’in namaz ile şereflenmesi bu şekilde başladı.
Kıblenümanın İstikameti:
Efendimizin hicretten önce Mekke’de kıble olarak Kâbe’ye mi yoksa Mescid-i Aksa’ya mı yöneldiğine dair değişik rivayetler bulunmaktadır.[4] Her iki yaklaşımı birleştiren “Resûlullah Mekke’de iken Kudüs’e doğru namaz kılıyordu. Kâbe de aralarındaydı. Böylece ikisini birleştirmek mümkün oluyordu. Hicret ettiğinde ise Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılmakla emrolundu.”[5] bu rivayet Hz. Peygamber’in (as) kıble olarak Kâbe’yi gözden kaçırmadığını gösteriyor. İşte henüz farz hükmünde olmayan namaz, Efendimiz ve ilk Müslümanlar tarafından böylece kılınıyordu.
Sıkıntı Anında Namaz:
Hz. Muhammed (as), vahyin geldiği o heyecanlı ve sıkıntılı döneminde ilk öğretilen ibadet olan namazla rahatlatıldı. Kıymetli eşini ve amcasını kaybeden Hz. Peygamber, namazın farz kılındığı Miraç mucizesiyle teselli edildi. Yaşadığı her iki olayda da Peygamber Efendimiz, sıkıntılarından namazla rahatlamayı öğrendi. Dolayısıyla “Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin…”[6] âyet-i celilesinde namaz, müminin acziyetini en güzel şekilde ifade edebildiği bir kulluk mertebesinin göstergesidir.
Kıblenüma Mabetler
Kâbe ve Mescid-i Aksa: Kâbe ve Mescid-i Aksa, Allah’ın emriyle yeri belirlenen ve peygamberler tarafından inşa edilen insanlık tarihindeki ilk mabetlerdir.[7] Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İbrahim’e ve Hz. İsmail’e (as) Kâbe’yi inşa etme emrinin verilme sebebi şu şekilde ifade edilir: “Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: ‘Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.’ ”[8] Aynı şekilde Mescid-i Aksâ’nın yeri de Allah tarafından tespit edilir. Mescidin planlanması Hz. Davut ile başlatılır ve yapımı oğlu Hz. Süleyman’a (as) verilir.[9] Miraç hadisesinde de Hz. Muhammed (sas), burada diğer peygamberlere imamlık yaparak namaz kıldırır.
Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevi:
Hicret ederken Medine’ye yakın bir köy olan Kuba’da dört gün misafir olan Efendimiz, Müslümanlığın ilk müstakil mescidi olan Kuba mescidini inşa ettirir. Bu mescit Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde anlatılır: “…Ta ilk gününde temeli takva üzerine kurulan mescit elbette içinde namaz kılmana daha layıktır. Onun içinde günahlarından arınmayı seven kişiler vardır. Allah da arınmış, ak pak olmuş olanları sever.”[10] Hz. Muhammed (sas), Medine’ye ulaşmak üzere Cuma günü sabahı yola çıkar. Ranuna Vadisi’ne gelindiğinde öğle namazı vakti gelir. Efendimiz, bu vadide ilk Cuma namazını kıldırır ve hutbe okur.[11]
Hz. Muhammed (sas) Medine’ye varır varmaz Mescid-i Nebevi’yi inşa ettirir. O dönemde dinî, içtimaî, siyasî ve ilmî faaliyetlerin merkezi olarak temerküz eden Mescid-i Nebevi ile Müslümanlığın ilk mescidi Kuba Mescidi arasında iki açıdan ortak özellikler bulunmaktadır. Her iki mescidin inşa edileceği yer, Hz. Peygamber’in serbest bıraktığı bir deve tarafından belirlenmiştir ve bunlar özgürlüğün ilk mescitleri olmuşlardır.
Kıblegâh:
Artık Hz. Muhammed (sas), kıblegâh olarak Kâbe’ye yönelmek istiyor ve Allah Teâlâ’ya niyazda bulunuyor. Peygamber’in (as) bu hâli âyette şu şekilde anlatılır: “(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz…”[12] Ve Hz. Peygamber, âyetin devamında Kâbe’nin kıblegâh olarak seçildiği emriyle seviniyor: “… (Merak etme) elbette Seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) hep o yöne dönün. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.”[13]
Bu âyet-i kerime, on altı – on yedi aydır Mescid-i Aksa’ya doğru yönelen secdeleri Mescid-i Haram’a çevirir. Âyetin nazil olduğu mekân, Benî Selime Mescidi’dir. Kıblenin değişmesi mescide “Kıbleteyn Mescidi” isminin verilmesine, Hz. Peygamberin de “imâmü’l kıbleteyn” unvanını almasına neden olmuştur.[14]
Yeryüzü Mescit:
Buhârî’nin Sahihi’nde geçen hadiste Hz. Peygamber, kendisine verilen özel şeylerden bahisle şöyle buyurur: “…Yer (yüzü) Bana temiz, temizlik sebebi ve mescit kılındı. Onun için kim olursa olsun namaz vakti gelip çatmış ise bulunduğu yerde namazı kılıversin…”
Böylece Ümmet-i Muhammed’e, bir yandan mabetlerle adım adım sağlam bir yön bilinci verilirken diğer yandan tüm yeryüzü mescit kılınarak geniş bir mekân algısı bahşedilmiştir. Hülasa doğu da batı da Allah’ın[15] değil midir zaten.
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, Kuba Mescidi’nden Mescid-i Nebevi’ye… Ve nihayet Kıbleteyn Mescidi’nde subutiyet kazanan kıblegâha tüm yeryüzünden yönelme şerefi, ümmet-i Muhammed’e bahşedilmiş. Ne mutlu bu şerefi idrak edebilenlere!
Add new comment