AŞK… BİR SURETİ TEK BAŞINA YAŞA(T)MAKTIR… AŞKTAN NARKİSSOS’A…
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”[1]
Bazı kelimeler vardır, söyledikçe anlam kaybına uğrarlar bellekte, bazıları da vardır ki, tekrar ettikçe ayrı bir anlam kazanır, damağınızda/dimağınızda lezzet bırakırlar. Aşk gibi, İstanbul gibi… ve her nedense shadow gibi…
“Önce aşk vardı. Gökler kat kat kurulmamış, yeryüzü kadem kadem örülmemişken, aşk vardı. Ay gecede saklanmadan ve gölge güneşe nikahlanmadan, aşk vardı. Dağlar yerin boynuna gerdanlık gibi takılmamış, yıldızlar gökyüzünde billur avizeler gibi yakılmamıştı ve aşk vardı. Hava suyla dertleşip toprak için ağlamamışken ve su toprakla bir olup ateşe kin bağlamamışken, aşk vardı… Kaderi heceleyen mühürlü defterden ve üzerine ant içilen kalemden önceydi O. Önce yoktu ve aşk vardı…”[2]
ve aşk kendisini,
“Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim…”[3]
diye tarif ediyorken… Önce aşkı, ille de aşkı anlatmalı, ille de…
Aşk bazen fiziki/beşeri/geçici; bazen metafizik/dini/hakikidir terminolojide. Tarifi zor olanı tarife kalkmak, öyleyse tarife kalkışanların sözlerine danışmalı, yalanlarına inanmalı, gerçeklerinden yudumlamalı… aşk her ne ise, ona adım atmalı…
Aramakla bulunmayanı aramalı satırlar arasında: Beyazıd-ı Bistami’nin dediği gibi: Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. Aramalı öyleyse, Hallac’a uğramalı, o aşkın yüreğe. Hallac, Rabbine olan aşkıyla Dicle’nin yarasıdır, çilesidir, ızdırabıdır ve kelamıdır “Enel hak” diyen. Ona göre, “aşkta; abdesti, sahibinin kanıyla alınacak iki rekat namaz vardır.”[4] O da aşka feda eder bedenini, beden ki aşığıyla aradaki örtü, suret, engeldir, sebepler de sadece engeli kaldırandır.
Aşk… Hallac-ı Mansur kadar Züleyha ‘dır. Dicle kadar Mısır’dir. Sureti aşmak kadar suretten yola çıkmaktır.
Aşk… Aşk Leyla ile Mecnun(Kays), Ferhat İle Şirin, Kerem ile Aslı, Mem ile Zin’dir de aşkı bilmek öncelikle Züleyha’yı bilmektir, önce onun kapısını çalmaktır.
Aşk, rüyayla uğrar yüreğine Zülayha’nın ve rüyasıyla değişir hayatı:
“Bu ne tanışıklık! Kimsin ey, in misin cin misin? Çık yollarıma benim sen ey, ne’msin bileyim. İste yollarımı önüne sereyim. İste ömrüne ömür vereyim.”der Züleyha ve bilir: “ Yarımını bulmazsa eksik kalacaktır. Bu suretin yollarıyla birleşmezse ömrünün yolları, içindeki boşluklar dolmayacaktır.” Hayatı Yusuf’un hayatı kadardır artık, varlığı Yusuf kadardır, Yusuf’tan haber almak için harcar servetini de kapılara düşer, karalara bürünür. Surettir onun için Yusuf, güzelliktir, bedendir. Aşksa suret, sureti aşmayana aşk uzaktır. Bilmeden Zülayha, suret özlemdir, duadır, istenendir. “Suret deyip geçmemeli, suretin asla nisbeti var. Üstelik bazen bir suret aslından çok daha tehlikeli olabilir. Çünkü kendi içimizde kendi zenginliğimizde tehlikesiz büyümektedir.”[5] Oysa sureti aşmadan Yusuf’suzdur Züleyha, sureti aştığındaysa Yusuf onundur; bir kalemde geri verilen gençlik ve güzellikle.
Aşk ya içten dışadır, ya dıştan içe. “Yaradan’ın aşkı içerden dışarıya çıkar; oysa yaratılanın aşkı dışarıdan içeriye girer. Nereye kadar nüfuz edeceği kişinin aşk yeteneğine göre değişir. En ziyade tesir ettiği zaman kalbin dış zarına kadar gelebilir. Kur’an’ın ifadesine göre Yusuf’un güzelliği Züleyha’yı çarptı(Yusuf,30)ğı zaman aşk ancak kalbin zarına gelebilmişti. Eğer oradan içeri girseydi Züleyha velayet makamına geçecekti. Çünkü aşkın önündeki tüm perdeler kalktığında nefis de aşka tutulmuş olur ki o vakit dünya, yaratıklar, şehvetler, arzular, her şeyi terk eder.”[6]
Aşk, sevgili olmaktır, tek olmaktır, vazgeçmektir her şeyden, bedenden ve dünyadan… ve ızdıraba talip olmaktır karşılık beklemeden… “aşk almadan vermenin, verdikçe yücelmenin, yaşamak için vermeyi ibadet bilmenin adı değil mi? Dilharab(gönlü perişan) olan derviş-i dilriş(yaralı yürek) hiç dilşâd (gönlü hoş)olur mu?”[7]diye sorar yazar, aşkı ara sokağa benzeterek; dert ve ızdıraptan kurtulmanın çaresine bakanların ara sokaklarda işi ne diyerek, ara sokaklara girmeye korkanlara, ızdıraba talip olmadan aşkın durağına uğranamayacağını hatırlatır. Ya da isyandır[8] başka bir şairin dilinde, ya da kavuşulamayan ve adı dilden dile yayılan bir rivayettir Monna Rosa[9] gibi.
Aşk kimi bir insanadır kimi de yaratıcıya… Kimi içten dışadır, kimi dıştan içe… iki yüzü vardır da her iki yüzünde de tek olmadan, sevgili olmadan aşk yoktur…
Satırlar, dizeler bunları söylüyor işte… Tüm yazılanların toplamı,” Aşk bana göre değil” oluyor ve birileri de “Ben aşığım arkadaş” diyorsa, içten içe bir kıskançlıkla yalan söylüyordur diyorsunuz. Kendinize bakıyorsunuz, “Aşık oldum mu ?“diye ve fark ediyorsunuz ki, aşkta bir sureti seviyor, o sureti yüceltiyor, onu farklılaştırıyor, onunla yirmi dört saat yaşayıp, onunla bir yaşam hayal ediyorsunuz. O, bunları bilmeden bir sevgili inşa ediyorsunuz, ondan çok kendinizden kattığınız özelliklerle. O, siz oluyorsunuz aslında, siz o değil. Onunla H.E.Adıvar’ın, “hayallerime giydirdiğim bir esvaptın”[10], dediği şeyi gerçekleştiriyorsunuz, o olmadan onu inşa ediyorsunuz. Öyle ki, bazen yanınızdan geçip gidiyor ve siz onu görmüyorsunuz. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanında Raif Efendi ‘si gibi. Raif, gençlik yıllarında Almanya’ya gider ve orada bir resim sergisinde gördüğü kadın tablosuna aşık olur. Yanına gelen bir kadın ressamla konuşur ve daha sonra bir gece aynı kadınla yine karşılaşır. Günlerce tabloyu izlemiş, onu muhayyilesinde “düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkında hükümlerini vermiş, dünyayı istihfaf eden” olarak tanımlamış, ona hayalen dokunamayacak kadar yüceleştirmiş, Raif’in sözleriyle “o soluk insan yüzüne kitaplar dolduracak kadar manalar vermiş, onda, hakikatte asla mevcut olmayan vasıflar”[11] yüklemiştir. Tablodaki kadınla iki kere karşılaşmasına rağmen, evet o kadın, aslını göremeyecek kadar surete aşık olmuştur, hayalinde yarattığı surete. Suretin varlığı kadına ait değildir artık, aşık olana aittir.
Aşk bir kurmaca aslında bu noktadan bakıldığında, bir kurma ve yıkma işlemi. Kurup kurup yıktığınız bir iskambil destesi. Kurduğunuz bir şato ama üflenince yıkılacak kadar da güçsüz, gerçek dışı, hayali. Sevgilinin kendisi de gelse, onda bulacağınız hiçbir şey, sizin inşa ettikleriniz kadar güzel olmayacak, hiçbir mimik, jest, diyalog size istediğinizi vermeyecek, sizin kurgunuzla sevgilinin gerçeği hiçbir zaman örtüşmeyecek çünkü.
Sizin gibi bir ölümlü değildir hayalinizdeki sevgili… İnsanüstüdür, aslında biraz da bu yüzden değerlidir. Siz, tek kişilik bir ilişkide hem sevgili olursunuz hem aşık. Yönetmen sizdirsiniz, senarist siz. O sadece suretiyle, görüntüsüyle bu filmin dramatizasyonuna yardımcı olur. Sadece surettir, esvaptır, görüntüdür. Kendisi gelse, yıkılıverecektir belki de hayalleriniz. Korkarsınız gerçekleşmesinden, gerçekleşmesi için kendinizi parçalarken hem de.
Kays çölde karşılaştığı Leyla’yı tanıyamaz, onun için mecnun olmuşken hem de… Raif, konuştuğu kadının, suretine aşık olduğu kadın olduğunu anlayamaz, sokaklarda bilmediğini sandığı kadını ararken hem de… İster içten dışa, ister dıştan içe, suret inşa edersiniz sevdiğinize. Kavuşmak ister ama kavuşmaktan korkarsınız…
Ve Narkissos… Suda gördüğü kendi suretine aşık olan ve ona/kendine ulaşmak için suyun başında susuz kalan…
Kendi güzelliğine aşık da olsan; kendine/güzelliğe kavuşmak için, kendini aradan çıkarmak gerekir, yok olmak gerekir… Aşkta kavuşmak için ille de aradan çekilmek gerekir.
Ve aşk, sizi tüketmedikçe, suyun kenarında susuz kalan Narkissos gibi, aşk sadece surettir yüreğinizde, izlediğiniz ve hiç kavuşulamayacak olan, sizi başlangıçta takılı bırakan ve tamamlanmanıza izin vermeyen.
Herkes aslında kendi suretinden başlar aşk yolculuğuna ve aslında herkes kendi yarattığı güzelliğe/kendine aşık olur. Suret aradan çekilmedikçe de, aşk uzak bir ülkenin varılamayan sınırı olur.
Narkissos, o sınırı aşanlardandır.
[1] Sezai Karakoç, Gün Doğmadan/Kara Yılan
[2] Ömür Ceylan, Önce Aşk Vardı.
[3] Cemal Safi, Tek Hece
[4] Sadık Yalsuzuçanlar, Gezgin.
[5] Nazan Bekiroğlu, Yusuf u Züleyha.
[6] İskender Pala, Aşkname
[7] Dücane Cündioğlu, Cenab-ı Aşka Dair.
[8] Nurullah Genç, Aşkım isyandır benim.
[9] Sezai Karakoç, Monna Rosa.
[10] Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal.
[11] Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna.
Add new comment