“Kullarım sana beni sorarlarsa söyle: ‘Ben onlara çok yakınım. Bana dua ettiklerinde dualarına icabet ederim. O hâlde onlar da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar umulur ki doğru yolu bulurlar.’ ” (Bakara, 2/186)
Her suskunluk, söylenecek yeni sözlere gebedir. Taşımak zorken dünyaya ait tüm yükleri, içimizin ağırlığını hafifleten sözler ilaç olur. Toprağı yeşil bir vahaya çeviren Rabbimiz kararmış yüreklerimizi cilalar Sevgilisi’nin diliyle.
Karşılıksız bir veriş, karşılığını duada bulan… Karşılıksız bir seviş, karşılığını Mevlâ’da bulan… En büyük arayışların sığınağı Allah’ın evi; gönüller… Gönüllerin mimarı, cennet bahçesinde bir Gül ve güzel kokular…
Vuslat isterken ayrılığın kollarında kendini bulan yürekler, Sevgili’nin Sevgilisi’nden medet umar. Medet ya Resûlallah!
Büyük çalkantıların koynunda boğulmak üzere olan ruhlar, kurtarılma ümidini taşıyanlar, ümidini yitirenler… Titreyen ellerini açar, yine ve tekrar Yaradan’ına niyaz eder: “Sen ruhlarımızı içinde bulunduğu amansız buhrandan kurtar! Sen bizi O’nun rehberliğinde Sana ulaştır! Sen, Sen… diyen dillerimizi adını anmakla şerefyâb et…”
Nereden gelip toprakla nasıl hemhâl olduğumuzu ve ne şekilde toprak olacağımızı bilen! Topraktan yeşil ot bitirmek için Rahmet’ine muhtacız. Yoktan var eden! Mizacımızı has eyleyen Sultan’ın, bizim de Sultan’ımız… Cân’ımız, Cânân’ımız…
***
Ravza-i kûyına her dem durmayub eyler güzâr
Âşık olmış gâliba ol serv-i hoş-reftâre su
* Su, galiba o yürüyüşü güzel olan serviye âşık olmuş. (Bu sebeple de) durmadan, her an onun yaşadığı cennet (gibi) bahçeye (doğru) akar.
O nazlı nazlı yürüyen sevgiliye âşık olan su, ona doğru akmaktadır. Aslında bu akış tabiî meylinden kaynaklanmaktadır. Ancak şair bu akışı sevgiliye ulaşmak amacına bağlamıştır. Sevgili ile kastedilen Peygamberimiz’dir. O’nun ravza-i kûyuna, yani mahallesine doğru akmaktadır. Peygamberimizin evinin ve mescidinin bulunduğu yere “ravza” denmektedir. Bu sebeple buradaki ravza-i kûy ile kastedilen Ravza-i Mutahhara’dır. Bağdat’ta oturan Fuzûlî’nin bulunduğu yere göre Peygamberimizin ravzası güney yönünde kalmaktadır. Güneye doğru akan Dicle ve Fırat nehirlerinin aslında Sevgili’ye ulaşmak aşkıyla o yöne doğru aktıklarına dair güzel bir sebep bulmaktadır. Ancak bunu da ‘galiba’ kelimesiyle ihtimal olarak ifade etmektedir.
Servi şekil olarak ‘١’(bir) rakamına benzediğinden “vahdet”in, yani Allah’ın da sembolüdür. Burada bu şekilde bir kasıt da olabilir.
Su yolın ol kûydan toprağ olub dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahi ol kûya koyman vâre su
* (Sevgilinin bulunduğu) o yere gitmesin diye, toprak olup suyun yolunu tutmalıyım (önünü kesmeliyim). Su benim rakibim olduğu için suyun o köye varmasını engellemeliyim.
Şair burada suyu rakip olarak görmekte dolayısıyla onu kişileştirmektedir. Daha önce suyu ferahlatıcı bir unsur olarak gören Fuzûlî, bu beyitte suyu sevgiliye varmaması gereken bir rakip olarak düşünmektedir. Bu sebeple toprak olup onun yolunu kesmeyi istemektedir. Böylece su sevgiliye ulaşamayacaktır. Beyitte şair açıkça kıskançlığını ortaya koymuştur, çünkü seven sevdiğini kıskanır. Böyle olunca da sevgilisinin yoluna toprak olmayı göze almıştır. “Toprak olmak”, yolunda can vermektir aynı zamanda. Mecazî anlamda da ifadesini bulmuştur bu deyim.
Dest-bûsı arzûsiyle ger ölürsem dûstlar
Kûze eylen toprağım sunun anunla yâre su
* Dostlarım, (eğer) sevgilinin elini öpme arzusuyla ölürsem, toprağımdan testi yapıp onunla sevgiliye su verin.
Karşılıksız aşkın en güzel örneğidir bu beyit. Çünkü şair sevgiliden bir şey beklemeden ona kavuşmayı istemektedir. Eğer ölmeden vuslat olmazsa bari öldükten sonra mezarımın toprağından bir testi yapıp sevgilinin eline bu testiyle su dökün ki bu şekilde O’na ulaşmış olayım, der. Dostlarından onu bu murada eriştirmelerini ister. Âşık, engel tanımaz bir aşkla sevmektedir O’nu; yani Peygamberimizi.
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meğer
Dâmenin duta ayağına düşe yalvare su
* Servi, kumrunun ona yalvarması karşısında dik başlılık etmektedir. (Her halde) servinin bu tavrına karşılık, suyun servinin eteğini tutup yalvarmasını istemektir.
Kumrular servi ağaçları üzerinde durup daima dem çeker. Dem çekişleri esnasında çıkardıkları “hu, hu…” sesleri mutasavvıflar tarafından, kumrunun Allah’ı zikri olarak yorumlanır. Servi ağacındaki kumru, tıpkı bülbülün güle âşık olup ona niyazda bulunması gibi, daima Allah’a yalvarmaktadır. Ancak servi bütün bu yakarışları dikkate almadan dik başlılık etmekte, kumruyu umursamamaktadır.
Elife benzeyen servinin rüzgârla salınışındaki şekil ise lâmelife (ﻻ ) benzemektedir. “Lâ” yani “Olmaz, olmaz!” şeklinde bir tavır içerisindedir servi, kumruya karşı. Su ise beyitte bir arabulucu gibidir. Kumrunun yakarışlarına kulak vermesi ve onu önemsemesi için servinin eteğini tutup serviye yalvarmaktadır. Mutasavvıflara göre “elif”e benzemesi yönünden servi Allah’ın sembolüdür. Kumru ise daima Allah’a yalvaran kuldur. Hatta dem çekişindeki “hû, hû…”larla bir dervişi hatırlatmaktadır. Âşığın, kendisini affetmesi veya onunla ilgilenmesi için yakarışına cevap vermeyen Allah’ı ikna etmek için devreye “su” girmektedir. Beyitte “su” Peygamberimizdir. Peygamberimiz, ümmetini bağışlaması için Allah’a yalvarmakta, ümmeti için şefaat dilemektedir.
Şair, oldukça tabiî olan üç durumu farklı sebeplere bağlamıştır: Servinin sallanması, kumrunun ötmesi ve de suyun ağaçlık yerlerde akması gibi.
İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtare su
* Gül bir reng (hile) ile bülbülün kanını içmek ister. Su, gülün budağının mizacına girsin (ve bülbülü) kurtarsın.
Bu beyitte gül-bülbül hikâyesine telmih vardır. Efsaneye göre bülbül gonca hâlindeki gülün açılması için sabaha kadar yalvarmaktadır. Ancak gül, bülbülü umursamayıp açılmamaktadır. Bülbül bu şekilde feryat ederken günler geçer, geceler sabaha erer. Bülbülün kanını içip kırmızı renge bürünmek isteyen gül ise bu yakarışlara aldırış etmez. Günlerce yalvaran bülbül bir gece sabaha karşı yorgunluktan kendinden geçer. Yorgun düşen bülbül kendini bırakınca gülün budağındaki diken bülbülün vücuduna batar. Bülbülün kanı güle ulaşır ve gül açılarak kırmızı rengini alır; ancak günlerdir yalvarıp yorgun düşen bülbül canından olmuştur. Gülün kırmızı renginin buradan geldiği düşündürülmek istenmiştir.
“Reng” kelimesinin bir diğer anlamı da “hile”dir. Gül, hile ile bülbülün kanını içmek ister. Su da gülü bu huyundan vazgeçirmek için gülün budağına girmek ve onun bu kötü huyunu değiştirmek ister. İkinci mısradaki “gül” kelimesi hem birinci mısraın hem de ikinci mısraın anlamını tamamlayacak şekilde iki mısra için ortak kullanılmıştır.
***
Gül’ün hoş kokusundan ve güzelliğinden nasiplenmek dileğiyle…
Add new comment