Hak Batıl Çizgisinde İslami Duruş
Zeynep ALBAYRAK -
Selamünaleyküm arkadaşlar. Hepiniz hoş geldiniz. Sohbetimizin konusunu biraz farklı seçtik, inşallah beğenirsiniz ve istifade edersiniz.
Sohbetimize yaşadığım bir olayı sizinle paylaşarak başlamak istiyorum. Bu yaz güzel bir Kur’an kursunda bulundum. Kursumuz epeyce kalabalık ve dünyanın farklı ülkelerinden gelen öğrencilerden oluşan bir kurstu. Türkiye’nin birçok ilinden gelen öğrenciler vardı. Türkiye dışından ise Kazaklar, Kırgızlar bir de Patanililer vardı. Patani’yi belki bilmeyenleriniz vardır. Tayland’ın güneyinde azınlık olarak Müslümanların yaşadığı bir yer. Müslümanların gözü önünde bulunmayan uzak, sahipsiz, mazlum, fakir bir yer. Neyse, bu arkadaşlar dinimizi daha iyi öğrenip, oradaki Müslümanlara anlatmak için bu kursa getirilmişler hayırseverler aracılığıyla. Bir de bu öğrenciler bizim gibi sadece yaz için değil; iki sene hiç ülkelerine gitmemek üzere bu kursa gelmişler. Biz de merak ettik hocalarımıza sorduk “Aileleri hiç görmedikleri gitmedikleri bir yere çocuklarını nasıl gönderebiliyorlar?” diye. Düşünsenize bizim ailemiz bizi iki ay bile olsa başka bir ülkeye göndermez değil mi? Hocalarımızın bize söylediği şey şu oldu: “Aileleri Türkiye topraklarının Osmanlı toprakları olduğuna, bu topraklarda hala Osmanlı ruhunun yaşadığına inanarak buralara gönderdiler. Osmanlı… Bir zamanlar bizim, evin hizmetçisi bir eşya kırdığında ev sahibine mahcup olmasın diye bu eşyanın tamiri için tamirhane yaptıran, göç zamanı yaralı göçmen kuşları tedavi etmek maksadıyla vakıflar kuran bir ecdadımız vardı. Osmanlı Devleti varlığı süresince batıla karşı hakkı savunan bir anlayış içerisinde olmuştur.
Hak ve Batıl çatışması Hz. Adem (a.s) dan itibaren Habil ve Kabille başlayıp kıyamete kadar da devam edecektir. Asırlarca süren Osmanlı Devleti de asr-ı saadetten sonraki en muhteşem İslam devletidir.
Osmanlı Devletinde pencerenin önüne beyaz gül konulduğunda bu, evde hasta var anlamına gelirmiş. Mahalledeki çocuklar o sokakta oyun oynamazlarmış. Sadaka taşları varmış o zamanlar o taşa para konulurmuş, parayı ihtiyacı olan insanlar alırmış. Bir gün adamın biri bir miktar para koymuş sadaka taşına ve “Anamdan emdiğim süt gibi helal paradır, gerçekten ihtiyacı olan alsın” yazmış. O taşa bir hafta sonra bakmışlar ve para olduğu yerde duruyormuş, kimse dokunmamış. Bir düşünün o sadaka taşlarının şuanda olduğunu… Ben düşünemiyorum. Şimdi bir bakın yaşadığımız çevreye, sokaklarımıza… Hani nerede Osmanlı ruhu? Var da biz mi göremiyoruz? Hayatımız artık televizyondan, bilgisayardan, boş işlerden ibaret değil mi? Vaktimizi nelere ayırdığımıza bir bakın. Eski aile kültürüyle şimdikine bir bakın.
Özellikle Cumhuriyet Döneminden sonra çağdaşlaşmak(!) adı altında Müslümanlar çok tehlikeli bir yola girdiler. Biz burada bu yolun ahlaki yönünden bahsedelim. Mesela televizyon denilen aletin hayatımıza girmesiyle insanlar kendilerini işlerinden güçlerinden alıkoydu. Televizyon aslında bizden çok şeyi götürmüştür. İzlediğimiz hangi dizi İslam’a uygun? Aklımızdan bile geçmeyen ahlaksızlıklar bizlere artık normal gelmeye başlamadı mı? Medenileşmek adına aslında biz Müslümanların hayâ duygularına müdahale ettiler. Bakışlarımıza İslam’ın öngördüğü şartlar değil de İslam dışı dünyanın gözümüze taktığı gözlükler hâkim olmuştur. Size birkaç gerçeği söylemek istiyorum. Batı bütün insanları bilhassa müslümanları dıştan ve içten uyutabilmek için her yola başvurmuştur. Bu işe tiyatrodan başlayarak kumar, piyango, at yarışı, maç, alçaklık sergileyen filmler çıkarmışlardır. Asıl istekleri, Müslümanın aklını, kalbini İslam’dan başka yöne çekmekti ve başardılar. Bugün Müslümanım diyen kişi, dinini öğrenmek için hiç vakit ayırmıyor. Onunla ilgilenmiyor… Her şeye zaman buluyor sıra dine geldi mi “Zaman bulamıyorum” diyor. Kârını zararını bilmiyor. Biz inancımızı muhafaza edip Batıya özenmeseydik, bugünkü Türkiye bu hale gelir miydi? Bugünkü gençliğin faturası kimin üzerine kesilecek? Gençliğin kurtuluşu için en ufak bir çaba göstermeyen biz Müslümanlar, kendimizi suçsuz görünce kurtulacağımızı mı zannediyoruz? Kimindir esrarkeş gençler… Kimindir yuvalardaki babasız çocuklar… Kimindir kumar yüzünden yıkılan yuvalar? Ölenler, sürünenler… Bugün bu vahşet ve tüyler ürpertici olaylardan kim suçsuzum deyip de sıyrılabilir?
İşte gördünüz alışveriş yerleri, eğlence yerleri tıka basa doldu. İnsanlar yılbaşı kutlama telaşına girdiler. Sorsak her birine “Sen Hristiyan mısın?” diye. Müslümanım diyecekler. İşte anlatmak istediğim de bu; İslam’la Batı zihniyeti asla beraber olamaz. Size şöyle bir örnek vermek istiyorum. Vitrin kadınları ile tesettürlü kadınları bir araya getirsek ve sorsak “Bunların hangisi köle?” diye. Batı zihniyeti ne der? Tabi ki tesettürlü olan der. Hâlbuki tesettürlü olan istediği gibi hareket eder. Tesettürlü, erkeklerin arzularının kölesi değildir… Ama yine de tesettürlüye acınacak ve öteki daha özgür görülecektir. İşte ne zaman tesettürlünün daha kârda, daha özgür, daha onurlu olduğunu kabul ederse Batı zihniyeti, işte o zaman sağlanır dünya düzeni. Toplumumuzda da vitrin kadınlarının daha özgür olduğunu söyleyen kadın yok mudur? Çoktur. Burada vahim olan olay da şudur ki; bunları söyleyen maalesef Müslüman evlatları.
Sohbetimi şöyle bitirmek istiyorum. Zararın neresinden dönülse kardır. Hatamızı anlarsak dönüşümüz de o kadar kolay olur. Batı anlayışının zihnimize bulaştırdığı bakışla İslam’ı anlayamayız. İslam’ı bugün öyle kavramak zorundayız ki, kendimizi şimdiye kadar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi kabul edeceğiz. İlk Müslümanlar nasıl Müslüman olmuşlarsa, biz de onların yolunu izleyeceğiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) veda hutbesinde bizlere “Size sımsıkı sarılacağınız sürece sapmayacağınız iki şey bıraktım: Allah’ın kitabı ve Rasulünün sünneti” buyurmuyor mu? Hak ve Batıl mücadelemizde bu iki emanetimiz en büyük dayanağımız olacaktır ve zafer mutlaka inananlarındır.