Yol vardır…
Asırlar boyu milyonlarca insan her gün defalarca bu yola eriştirmesi için Rabbine niyazda buluna gelmiştir. Çünkü bu yol “sırât-ı müstakîm”dir (Fatiha 1/4) ve HÂDÎ olan Allah’ın nimetlerine erdirdiği kimseler olan nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlere bir ikramıdır. (Nisâ 4/69)
Mü’minler böylesine güzel insanların kafilesine katılmak ve onlarla aynı yolu yürümek için daima dua ederler. Allah Teâlâ da bu dualar karşısında Kur’ân vasıtasıyla kendi rızasına uyanları “selamet yolları”na eriştirir ve onları karanlıklardan çıkararak “sırât-ı müstakîm”e ulaştırır. (Mâide 5/16)
Yol vardır…
İnananlar o yoldan olabildiğince uzak durmak için yine Rablerine yakarırlar. Çünkü o yol “gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin yolu”dur. (Fatiha 1/7)
Yol vardır…
Bu yolda öldürülen kimselere ölü denmez, bilakis onlar diridirler ve bizim şuuruna eremediğimiz bir hayatı yaşarlar. (Bakara 2/153) Onlar bu yolda şehadete kavuşmakla sözlerinde durmuşlar (Ahzâb 33/23), canları karşılığında cenneti elde etmişler (Tevbe 9/111) ve Rableri katında nimetlere mazhar olmuşlardır. (Âl-i İmrân 3/169) Çünkü onların yolu “Allah yolu”dur. Ve Allah kendi yolunda işkenceye maruz kalan, yurtlarından çıkarılan, hicrete zorlanan, savaşa giren ve öldürülen kimselerin günahlarını örteceğini, onlara mükâfat olarak cennetleri vereceğini söylemektedir. (Al-i İmrân 3/195; Nisâ 4/74)
İman edenler işte bu yolda yani Allah yolunda savaşırlar (Nisâ 4/75) ve Allah yolunda mücadele ederken hiçbir zaman kınayanların kınamasından çekinmezler. (Mâide 5/54)
Kâfirlere gelince onlar tağutlar uğruna ve onların yolunda savaşırlar. (Nisâ 4/75)
Yol vardır…
Bu yol “Müslümanların yolu”dur. Kendisine hidayet apaçık belli olduktan sonra her kim peygambere karşı gelir ve Müslümanların yolundan başka bir yola yönelirse Allah onu yöneldiği istikamette bırakır ve ahirette de onu cehenneme atar. (Nisâ 4/115)
Yol vardır…
Bu yol “fesat çıkaranların yolu”dur. Allah (c.c.), Hz. Mûsâ’nın ağzından bu yola girilmemesini emretmektedir. (A’râf 7/142) Çünkü onlar haksız yere yeryüzünde büyüklenmekte, bilseler bile “doğruluk yolu”na tâbi olmayıp, “sapıklık yolu”nu yol edinmektedirler. (A’râf 7/146)
Onların bu davranışları karşısında inanan insanların yapması gereken “istikamet” üzere yollarına devam etmeleri “kendini bilmezlerin yolu”na uymamalarıdır. (Yûnus 10/89) Çünkü inananlar “Allah’a yönelen kimselerin yolu”na uymakla emrolunmuşlardır. (Lokmân 31/15)
Allah Teala insana “yol”u göstermiş, bu yola uyup uymama konusunda onu iradesiyle baş başa bırakmıştır. (İnsân 76/3)
Şu halde dileyen “Rabbine giden bir yol” edinir. (İnsân 76/29; Müzzemmil 73/19)
Mü’minler Hz. Yûsuf örneğinde olduğu gibi “bilinçli bir şekilde” bu yola girerler ve muhataplarını “bilinçli bir şekilde” bu yola çağırırlar. (Yûsuf 12/108) Ayrıca onlar “Rablerinin yolu”na hikmetle, güzel öğütle davet ederler ve en güzel tarzda mücadele ederler. (Nahl 16/125)
Allah (c.c.) kendi yolunu yol edinen ve bu yolda gayret gösteren kimselere “yollarını” göstereceğini va’detmektedir. (Ankebût 29/69)
Yine Allah’a sımsıkı sarılanların “sırât-ı müstakîm”e kavuşacağı müjdesi verilmektedir. (Âl-i İmrân 3/101)
Öte yandan şeytanın bu “sırât-ı müstakîm” üzerinde oturup insanları yoldan saptırmak için her türlü hileye başvuracağına dikkat çekilmekte (A’râf 7/16-17), mü’minler şeytana karşı bir de “Allah’ın yolunda eğrilik bulmaya çalışanlar” ile “köşe başlarını tutup insanları Allah yolundan alıkoymak isteyenlere” karşı uyarılmaktadır. (A’râf 7/86)
“Bu benim dosdoğru yolumdur. Bu yola girin. Sizi bu yoldan alıkoyacak diğer yollara yönelmeyin.” (En’âm 6/153) buyuran Allah (c.c.), pek çok ayette son peygamber olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) tâbi olmayı emretmekte, onun “sırât-ı müstakîm” üzere olduğu ve insanları “sırât-ı müstakîm”e ilettiği vurgulanmaktadır. (Mü’minûn 23/73; Yâsin 36/4; Şûrâ 42/52; Zuhruf 43/43)
Mü’minler için “en güzel örnek olan” olan hayatıyla (siret) ve gidişatıyla (sünnet) yolumuzu aydınlatan Hz. Muhammed’e de (s.a.s) “Eğer Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân 3/31) buyrularak yolunu yol edinmemiz istenmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de üzerinde çokça durulan “sebilullah”, “sırât-ı müstakîm” gibi yola, yolda olmaya ve yol edinmeye işaret eden kavramlar yanında bu yolun yolcularından, onların yolculuk serüvenlerinden ve yüzyıllardır süregelen yürüyüşlerinden de bahsedilmekte, yürüyüşe yeni başlayanlara yol ve yürüyüş hakkında bilgiler sunulmaktadır.
Mesela Hz. Mûsâ’nın ayrıntılı olarak anlatılan ve çok dikkat çekici durakları olan uzun bir yürüyüşü vardır. En genel anlamda bir “özgürlük yürüyüşü”dür bu. İsrailoğullarına zulmeden Firavun ve avanesi karşısında mazlum bir halkı önce zulmün fiili etkilerinden ardından da zihinlerde yer eden zillet ve meskenet duygusundan kurtarmaya yönelik adımlar, bu yürüyüşün en belirgin hususiyetlerindendir.
Hz. Mûsâ bu yürüyüşün başından itibaren ilahi lütuflara mazhar olmuş, korunmuş, desteklenmiş ve ilahi yönlendirme ile uzun yürüyüşe başlamıştır.
Öyle bir yürüyüştür ki bu, koskoca deniz açılarak bu yürüyüşe yol olmuş, yürüyüş erlerinin sahil-i selamete kavuşmasına ve zalimlerin helak edilişine tanıklık etmiştir.
Bu yürüyüşte çile vardır, zorluklara sabır vardır, ihanetler ve sapmalara rağmen kararlılık ve azim vardır. Vahiyle yüz yüze gelme, bilenme, pişme, olgunlaşma, yenilenme ve pes etmeyip tekrar tekrar kaldığı yerden devam etme aşkı vardır. Böylesine kararlı yürüyüşler tabii ki engellenememekte, kainat bütün mevcudatıyla Allah yolunun yolcularına yardımcı olmakta, yürüyüşe eşlik etmektedir.
Tarihin en anlamlı yürüyüşlerinden biri de “hicret yürüyüşü”dür. “Âlemlere rahmet olarak” (Enbiyâ, 21/107) gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.) ve onu her zaman doğrulayan Hz. Ebû Bekir (r.a.), inananlar için milat kabul edilen bu yürüyüşle Yesrib’i, Medinetü’l-Münevvere’ye çevirmişler ve oradan yayılan nurla bütün bir insanlığı vahyin diriltici soluğuyla muhatap kılmışlardır. Kur’an-ı Kerim bu yürüyüşten sonra Medine’de hayatın her alanına nüfuz eden ve yaşanan bir gerçeklik haline gelmiş, Mekke bu yürüyüşten sonra fethedilmiş, din bu yürüyüşten sonra kemale erdirilmiş, tamamlanmıştır. (Mâide, 5/3) Bu yürüyüş şirkten, zulümden, karanlıklardan ve her türlü kötülükten arınmanın, Allah rızası için her şeyden vazgeçebilmenin sembolü olmuş, sonrasında ortaya konulan güzellikler için de bir başlangıç noktası olarak tarihe geçmiştir.
İsrâ suresinde bahsi geçen “gece yürüyüşü” de inananlar için önemli bir yürüyüştür. Peygamberin şahsında insanlığın âyetlere mülâki oluşunu, yücelişini ve yükselişini anlatan, insana geldiği ve döneceği yeri hatırlatan böylesi yürüyüşlere ne kadar da ihtiyacımız var.
Kur’an’da her konuda olduğu gibi bu hususta da iyi görülen ve övülen güzel örnekler yanında yerilen ve kötü örnek olarak zikredilenler de vardır.
Mesela Ebrehe’nin Kâbe’ye yürüyüşü, yerilen bir yürüyüş örneğidir. Bu misal bir yönüyle zalimlere uyarı niteliği taşırken öte yandan mü’minlere umut ve güven mesajı vermekte, Allah’ın kendine ait olan değerleri koruyacağına, Allah’a karşı çıkışların daima akim kalacağına dikkat çekilmektedir.
Bir de topal karıncanın Kâbe’ye yürüyüşü vardır ki anlatmak istedikleriyle üzerinde düşünülmesi gereken çok anlamlı bir darb-ı meseldir bu.
Çok uzaklardan Kâbe’ye doğru yola çıkan karıncaya çevreden seslenirler:
-Sen bu halinle mümkün değil Kâbe’ye ulaşamazsın, yolda ölürsün!
-Olsun, der karınca ve ekler: Hiç olmazsa “bu yolda” ölürüm.
Evet! Aslolan yolda olmak ve bütün olumsuzluklara rağmen yola devam etmek, yürüyüşü sürdürmektir.
Aslolan “Rabbe giden bir yol edinmek”, “Allah yolunda mücadele etmek” ve “bu yolda” ölümü karşılayabilmektir.
Açıklama: Yürüyüş dergisinin Aralık 1998’de çıkan ilk sayısında yayınlanan ve benim dünyamda çok derin karşılıkları olan bir yazıyı paylaşmak istedim bugün. Kur’an-ı Kerim’deki yol ve yürüyüşle ilgili âyetlerin kısa bir değerlendirmesini içeren ve yıllar öncesinde yeni bir başlangıcın heyecanına katkı sunarak ortak olmaya çalışan bu yazıyı umarım sizler de beğenirsiniz.
Yeni yorum ekle