Modern Türk şiirinin vazgeçilemez/yok sayılamaz şairlerinden (belki de en vazgeçilmezi) İsmet Özel, İnce Sızı şiirinde şöyle söyler:
"Yokum arkadaş düşünmekle varılan tada
Hayata yalnızca kafanı banmak"
Bu ifadeler, günümüzde dini, vahyi, nübüvveti, metafiziği, gaybı, maverayı, öteleri, kalbi, ruhu, duyguları velhasıl insanı insan yapan membaları, olmazsa olmaz hassalarımızı göz ardı edenlere bir şair tarafından çok çarpıcı bir uyarıdır aslında. (Bu uyarıya Şair’in bizzat kendisinin ne denli riayetkar davrandığı da tartışılabilir ama o bir bahs-i diğer.)
Kimleredir bu uyarı?
İnsanı, kalbiyle, ruhuyla, bedeniyle, aklıyla, zihniyle, duygularıyla yani tüm yönleriyle ve bütün latifeleriyle değerlendirmek gerekirken, bütünsel bakış açısından uzaklaşarak sadece akla indirgeyenlere...
Dini özellikle kalbi boyutundan uzaklaştırarak salt akılla, katı bilimle/bilimcilikle anlamak isteyenlere...
Metafiziği aklın/rasyonalitenin dar kalıplarına sığıştırmaya çalışanlara...
Hayatı anlama ve anlamlandırma sürecinde katı bilim, kalpsiz akıl, ruhsuz gramer ve kuru mantıktan medet umanlara…
Aydınlanma meta-anlatısı üzerinden pozitivizm, rasyonalizm, empirizm, sensüalizm, hümanizm, sekülerizm, scientism, progressivizm, modernizm ve post-modernizm virüslerini kapıp da hala bunun farkına varamayanlara…
Gaybı, sonsuzluğu, sınırsızlığı, sadece görünen âlemin ve onu algılayan beş duyunun ihata alanında görmek isteyenlere…
Mutlak olanı mukayyet olanın sınırlarına ve nesneye indirgeme çocuksuluğunu ve ilkelliğini bilimsellik diye yutturmaya çalışanlara…
Aklıma yatmıyor arkadaş, bu akla aykırı, dolayısıyla kabul edilemez sığlığını marifet sananlara…
Daracık aklına sığıştıramadığı, belki de –biraz argo olacak ama- kafasının basmadığı her hususu reddetme temayülünde olanlara…
Kalbe ve ince duygulara yer açamamasından kaynaklanan nasipsizliğini, güya akla aykırılık argümantasyonuyla temellendirmeye çalışanlara…
Gramerin ve mantığın dar koridorlarına hapsolunmuşluğunu, benlik zindanındaki tutsaklığını göremeyenlere…
Bütün bunlara rağmen kendisi himmete muhtaç haldeyken bir de gayrıya himmet etme gayretkeşliğine düşüp, bunu bir de çok akıllılık ve çokbilmişlik sosuyla yedirmeye çalışanlara…
Dini anlama ve yaşama sürecinde nihai noktada ancak benlik kabarması, enaniyet şişmesi, ego patlaması ile izah edilebilecek durumlarını, müstağni duruşlarını, tekebbürlerini, tribünlere oynama bencilliklerini “en hakiki dini anlayış benimkisi, benim söylediklerim dışındakiler ise laf salatası” basitliğinde fanlarına arz edip, talep oluşturma ticaretine soyunanlara…
Evet bu zikredilenleri uzatmak mümkün.
Böyle davrananların söylemlerine de yüzlerce örnek verilebilir.
Mesela arkadaşımız bir yandan pozitivist formata maruz kalmış aklına sığıştıramadığı için miracı reddediyor, hissi mucizelere burun kıvırıyor öte yandan her tarafa çekilebilecek “İslam, akıl ve mantık dinidir” hüküm cümlesini, kendisinin hiç de âkil olmayan aklının dar sınırlarından tüm dine ve Müslümanlara teşmil etmeye çalışıyor.
Aklı sıra hem de akl-ı selim olmamasına rağmen hepimize akıldânelik yapıyor.
Bir misyoner edasıyla, altında ezildiği seçilmişlik duygusuyla ve mevhum kutsal görev bilinciyle, geleneğin yanlışlarından kurtarmak istediği dini, modernitenin yanlışlarına kurban ediyor farkında değil. Aklınca tüm dindarları rahatsız etme misyonuyla kendisini vazifeli addediyor. Oysa kendisi rahatsız, şuurunda değil!
Güzel göremiyor, güzeli göremiyor, hayatından lezzet alamıyor, mutlu olamıyor, her şeyi sorunsallaştırıyor, hep yanlışı görüyor, hep yanlış yerden görüyor, zihninin keşmekeşinde, aklının labirentlerinde boğuluyor, bütün bunlar yetmezmiş gibi kalkıp bir de herkesi yanlıştan kurtarma triplerine giriyor. Otobanda ters yönde giden Temel’in polis radyosu anonsunda ifade edilen “Değerli sürücüler, otobanda bir araç ters yönde ilerliyor, lütfen dikkatli olunuz” uyarısına “Ne birisi, hepisi hepisi” demesi gibi beyimiz hayata başka yönlerden dalıyor ama yanlış dalanlar hep başkası oluyor. Ah bir görebilse aynada ruhunu! Anlayacak Hanya’yı Konya’yı ama nerede?
Güya hak dini, halisane bir niyetle ve hayır murat ederek, yanlışlarından arındırmaya soyunuyor ama inhisarcı bir yaklaşımla diktiği yeni elbiseye dinin sığması mümkün değil, bunu göremiyor. Bu arada kendisi de kraldan daha çıplak ama nedense hissedemiyor.
Sırf kendine piyasa oluşturabilmek için ve çoğunlukla zulmederek, yani eşyayı yerinden ederek, bir şekilde dini, dinin temel değerlerini, usullerini, kaynaklarını tartışma objesi haline getiriyor. Kafaları karıştırıyor, zihinleri ve gönülleri bulandırıyor. Pervasızca üfürüyor. Ama sorarsanız beyimiz “dilde arılaşma” çabasında olanları kendine hayran bırakacak şekilde “dinde arılaşma” hamiyetiyle hareket ettiğini söylüyor ve kendini savunuyor.
Her fırsatta ve her salataya maydanoz olarak tartışma platformlarında arz-ı endam ediyor. Her geçen gün daha bir agresifleşiyor, saldırganlaşıyor. Neredeyse hiçbir sınır ve ölçü tanımıyor. Ölçüsü ve usulü olmadığı için de rüzgar ne yandan eserse o yana dönüyor, yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya taşıyor, alkış hangi tribünden gelirse yumruğunu o tarafa kaldırıyor. Ama sorarsanız beyimiz kimsenin tarafında değil, daima ve her zaman hep hakkın, hakkaniyetin tarafında. Hatta tarafında olmak ne kelime? Hak ve hakikat onunla tanınır, bilinir. Hakkın ve hakikatin baş temsilcisi o!
Yüzlerce yıldan beri hiçbir Müslüman âlime ve düşünüre nasip olmayan hikmet kıvılcımları nedense sadece bu zeka küpü beyimizin o mübarek dudakları arasından etrafa saçılıveriyor. Hikmet sadece onun klavyesindeki tuşlarla ekrana yazı olarak yansıyabiliyor ve ellerimize birer kutsal metin olarak sadece onun kitaplarıyla ulaşıveriyor.
Şimdiye kadar ulemanın, hukemanın ve fuzalanın çözemediği lügaz, bu bizim beyimize birdenbire faş oluveriyor ne hikmetse!
Öncekiler mi? Dini hiç anlamamışlar. Ya da hep yanlış anlaşılmış bu din. Yüzlerce yıldan beri doğru anlaşılma hasretiyle yanıp, tutuşmuş ve hep bu çağdaş beyimizi beklemiş.
Beyimiz kelimeleri ve kavramları, Arap grameri ve mantık kuralları çerçevesinde onlarca farklı yaklaşımdan biriyle mesela Ragıp el-İsfahani’nin Müfredat’ı yardımıyla ancak güç bela anlıyor, sonra da yaptığı tercihle meseleyi hallettiğini zannediyor. Meal bile yazabiliyor.
Beyimiz gene iyi. Hiç olmazsa az buçuk mürekkep yalamışlığı var.
Etrafında kümelenen hayran kitlesi, daha toy olan yeni fanlar, nâdanlar ve tengsizler ise artık büyük bilge Google marifetiyle ve derin meal bilgileri üzerinden her bir müşkülümüzü hall u fasl eyleyiveriyorlar.
Âlimlere ne gerek var canım! Hem bu din, herkesin dini değil mi? Kur’an herkes tarafından anlaşılır bir kitap değil mi?
Aç, iç, oku! Mealler arasında kısa bir gezinti, ardından gelsin yeni içtihatlar, ahkam kesmeler, bana göreler, ben öyle düşünmüyorumlar! Sonrası mı? Kimin umurunda? Reytingler ne âlemde? Fanlar çoğaldı mı? Hayran kitledeki artışlar nasıl gidiyor?
Beyimize dönelim.
Hadi bu duruma neyse diyelim ama beyimiz burada durmuyor, bir de bunu tekçi ve indirgemeci anlayışla, alternatifi olmayan en yüce hakikatmiş gibi sunuyor. Etrafındaki fanların goygoylarıyla “yürü be kim tutar seni” tezahüratları altında, aydınlanmacı ve aydınlatmacı dinin yılmaz savaşçısı olarak çalımla yürüyor, medya arenasına sell ü seyf ederek ve naralar atarak dalıveriyor. Artık arenadaki en büyük dövüşçü o.
Derin âlimliğine bir de dövüşçülük ve entelektüellik ilave etmiş bu yüce efendinin artık tercihlerini kabul etmeme lüksünüz yok. Neden mi? Çünkü o artık bir idol. Büyük otorite. Derin âlim. Kesmedi mi? Mutlak müçtehit. O da mı yetmedi? Beklenen mehdi aslında o. Daha üstü yok mu? Canım rasüllerden bir rasül oluversin ne var sanki? Beyimize bir risaleti çok mu görüyorsunuz? Hem ayette nübüvvetin son bulduğu söyleniyor. Risaletin son bulduğu belirtilmiyor ki?
Şey duyamadım: Bakırköy mü dediniz? Aslında siz de haklısınız. Bu ilahiyatçıların sorunu dinden değil de yanmış kafalardan kaynaklanıyor herhalde! Belki de bu müstesna beyinleri Hayırsız Ada’ya nefyetmek yerinde olur. Böylelikle millet de kurtulmuş olur onlardan. Orada kendi aralarında halletsinler problemlerini. (Bakınız bu ada fikri fena olmadı galiba?)
Neyse biz aklı başında olan beyimize geri dönelim:
O herkesi eleştirebilme ayrıcalığına sahip. Ama siz onu asla eleştiremezsiniz. Her şeyi en iyi o bilir, o anlar. Bilmediği bir şey de yoktur. Olamaz zaten. Bir de hiçbir görüşünde yanılmaz. Hep isabetli konuşur ve en isabetli görüşler ondan sadır olur. Ondan gelen her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmeniz gerekir.
O, üstatçılığa, abiciliğe, otoriteye karşıdır ama onun üstatlığını ve otoritesini kesinlikle sorgulayamazsınız. Ebu Hanife de kim oluyor diyerek küstahlık ve cüretkarlıkta sınır tanımaz ama siz ona bir eleştiri getirmeye kalktığınızda 40 yıldır ilim yolunda dirsek çürütmüşlüğünden girer, bir kitaplık dolusu telifi bulunduğundan çıkar. Oysa 40 yıl boyunca sadece kafayı yakmış, ilimden zerrece nasibini alamamıştır. Malumat yığmayı, nakliyeciliği ilim sanmıştır.
Ha bir de o la yüs’el ve la yuhtidir. Allah’ın –haşa- 1400 yıl bekleyip de 21. yüzyıl Müslümanlarına sunduğu göksel bir armağandır adeta kendisi.
Oysa “ulum-ı akliyye ile tevaggulünden dolayı artan emrâz-ı kalbiyesinden” bîhaber bir zavallı belki de! Ama aklî sermestîsinin farkında bile değil.
Etrafınızda artık rahatlıkla görebileceğiniz ve her geçen gün sayıları artan böyleleri hakkında, yani yeni ve çağdaş azizler ve az da olsa azizeler, kutsal hocaefendiler ve yine az da olsa hocahanımlar, kerameti kendinden menkul yeni üstatlar, her bir şeyden anlayan eşsiz entelektüeller hakkında çok şeyler söylenebilir ama şimdilik sadece Allah ıslah etsin, kalplerine ve duygularına istikamet versin ve hastalıklarına şifalar versin demekle iktifa edelim. Belki bir de şunu söyleyebiliriz: Allah bunların yanılmalarından ve yanıltmalarından, sapmalarından ve saptırmalarından cümle ümmet-i Muhammedi muhafaza buyursun. Âmin.
Anladınız siz onları.
Not: Muhterem takipçilerimden ve kârilerimden bazıları diyebilir ki “Hoca, tek taraflı yüklenmişsin. Sadece bir kesime vurmuşsun! Nakilcilere söyleyeceğin bir şey yok mu?” Cevaben derim ki: Muhatap öncelikli olarak esin kaynağı olan şiirden hareketle hayata kafasını bananlardı. Hayatı nakilden ibaret görüp de geçmişten bugüne gelemeyenlere gelince: Bunlar birbirinin opoziti. Aralarında lazım-melzum ilişkisi var. Birbirlerinden besleniyorlar. Biri diğerinin varlık sebebi. Bu sebeple fark etmez. Al birini vur ötekine.
Etiketler: akıl, çağdaş islam düşüncesi, gelenekçilik, islam düşüncesi, modernistlik, yenilik
Yeni yorum ekle