Kudüs’te alınan her soluk zikre dönüşür. Esen rüzgârında, yağan yağmurunda, basılan toprağında, dağında, taşında hep bir nefes hep bir “hû” duyulur. “Sübhân” ism-i celîli hissedilir dört bir yanında. Kudüs’te zaman ervâh-ı mukaddese ile huzur bulur.
Çünkü burası inananların yurdudur. Müminlerin dilinden düşmeyen dualarla bereketlenen mübarek bir mekândır.
Lacivert bir tül gibi olayları örten zamanın perdesi aralanır. Ardından mübarek isimler belirir. Burası İbrahim peygamberden beri peygamberler membaı olmuş kutlu topraklardır. Hz. İbrahim (as), Hz. İshâk (as), Hz. Yakup (as), Hz. Lût (as), Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as), Hz. Mûsâ (as), Hz. İsa (as) peygamberler ve daha niceleri… Birbiri ardınca sıralanan nebiler, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olarak eşsiz bir mücadelenin resmini çizerler. Bu, tevhit mücadelesidir.
Kur'ân-ı Kerim’de “bereketli şehir” olarak vasfedilen Kudüs’ün bereketi; ev sahipliği yaptığı peygamberlerden ileri gelebilir mi? Mir'âcda her kat semada Efendimizin (sas) bir peygamber ile selamlaşması bu şehrin tarihinde yaşadıklarının gökyüzünde dile gelmiş hali midir? Mir'âcın bu topraklarda yaşanması Hak dinin kemale erişinin Peygamberimizle (sas) gerçekleştiğinin göstergesi gibi midir? En doğrusunu Allah bilir…
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” ( İsrâ, 1)
Allah’ın (cc) ayetleri Kudüs’te o denli belirgindir ki; onları anlamak üzere semavi dinler birbiri ile yarışır. İç içe geçmiş kutsallar manzumesi okunur dört bir yanda. Gören göz bulur, kalp hisseder, akıl idrak eder. Lakin hak ile batıl ezelden ebede dek kavgalıdır. -Peygamberimizin (sas) Mir'âcını haber alan müşriklerin tepkisi gibi-, bu topraklarda hak dinin tekâmülünü idrak edemeyen nice izansız nefisler, aydınlık gök kubbeyi karanlığa çevirir. Kan kızıllığına büründürür zamanı…
Ah Kudüs…
Kalbim ağrılı, buruk… Bir yanım büyük özlem içinde. Hz. Ömer’in (ra) bu şehri teslim alışını hatırlayarak, doğacak günlerin bu mutluluğu yeniden getirişini özlemek çok kederli.
Hani Hz. Ali (ra), o günkü şartlar gereği Kudüs’ü teslim almaya gitmemesi istenen Hz. Ömer’e (ra) şöyle sesleniyordu: “Ey Müminlerin emiri! O topraklar sıradan topraklar değil, bunun için git. Git de kıyamete kadar gelecek Müslümanlar o toprakların kıymet ve şerefini unutmasınlar.” (Süleyman Gündüz, Kudüs, s.22)
Sanki dünden bugüne seslenmiş gibi o kutsî nefer. Bugün Müslümanlar bu toprakları başıboş, sahipsiz bırakarak, unutmamak zorunda. Zira peygamberler otağı olan Kudüs, manevi bereketin timsali niteliğindedir. O yüzden Kudüs davadır. O yüzden Kudüs sevdadır. O yüzden Kudüs Hakk’ın sesinin elbet bir gün galip geleceği günlerin habercisidir.
Hani Hz. Ömer (ra) Kudüs’ü teslim aldığında Hz. Bilâl (ra) dâvûdî ve yanık sesiyle bu beldenin İslâm olduğunu ilan ediyordu. Hz.Bilâl (ra), Rasûlullah’ın (sas) vefatından sonra ilk kez ezan okuyordu. Herkes hüzünlü idi, herkes buruk ama dimdik, vakarlı, onurlu… Kudüs semaları kaydetmişti Bilâl’in (ra) sesini… Önemli bir vazifenin yerine getirilişinin ilanıydı bu.
Hz. Ömer (ra) sesleniyordu Nebiler Nebisine… “Bu fethi istiyordun ya Rasûlallah! İşte şehri fethettik ve Kudüs kardeşlerine kavuştu” (Pelin Çift, Ömer Faruk Harman, Kudüs’ün gizemli tarihi, s.146 )
Bugün bir fetih daha gerek bizlere. Ve bu fetih, ancak maneviyatıyla yeniden dirilmiş, özü ile buluşmuş Müslümanların şahlanışında yazılacak tarihe. Filistinli gençlerin seslerinde hayat bulan Kelime-i Şehâdete eşlik edecek, sahip çıkacak bir nesli özlüyoruz… Kudüs semasına bir kez daha İslâm mührünü vuracak yeni Bilâl’leri bekliyoruz.
Kudüs kardeşleri ile kucaklaşsın istiyoruz… Mekke ve Medine için atan kalplerimiz bir o kadar da Kudüs için çarpsın ve oraya kavuşmak için kuşlar gibi kanatlansın diyoruz… İslâm âleminin tek bir yürek olduğu günlerin demi gelsin diye niyaz ediyoruz…
Kanuni Sultan Süleyman Han bir gece rüyasında Kudüs’ün korunmaya ihtiyacı olduğunu görmüştü. Bu rüya üzerine mübarek belde için gerekeni yapmış, şehri surlarla çevirerek bir kale inşa etmişti. Kudüs korunmalıydı. Surun dört yanına diktiği “aslanlar” bu duygunun işaretiydi.
Bugün de dünden farklı değil. Aslanlı kapıdan geçecek aslan gönüllü neferlerin zaferine muhtacız. Ancak inananların oluşturacağı manevi kale ile Kudüs’ün seması güven ve huzur içerisinde aydınlanacaktır.
Mescid-i Aksâ Kudüs’ün kandilidir. Bu cami Davud (as)'dan ve Süleyman Peygamberden bir hatıradır. Allah’ın emri ile inşa edilen bu kutsî mekân yeryüzünde Mescid-i Haramdan sonra inşa edilen ikinci mescittir. Kâbe’den kırk yıl sonra Hz. Âdem (as) yahut melekler tarafından inşa edilmiştir. Peygamber Efendimizin (sas) buyurduğu gibi namaz ve ibadet için yalnız üç mescit ziyaret edilir ki bunlar; Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, ve Mescid-i Aksâ’dır. (M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, c.2,s.210)
Beytü'l-Makdis ilk kıblemizdir. Rasûl-i Zîşân’ın (sas) İsrâ mucizesi ile buraya yaptığı yolculuk, Mir'âc ile taçlanmıştır. Peygamber Efendimizin (sas); Hz. İbrahim (as), Hz. Mûsâ (as), Hz. İsa’nın (as) da aralarında bulunduğu peygamberlere burada namaz kıldırmış olması tüm semavi dinlerin İslâm üzerinde birleşmesini ifade eden bir parola olmuştur. Üç binden fazla peygamberin kabirlerinin bulunduğu zikredilen Kudüs, adeta ilahi davete merkez teşkil etmiş, gönüllerde iman filizleri yeşertmek bu coğrafyaya nasip olmuştur.
Gel gör ki, zulüm bugün bu toprakların rengini değiştirmiş. Bereketi ile tanınan bu yerler artık tarumar olmuş. Çocuklar ağlıyor, feryatları dünyayı sarıyor. Analar kahırlı, yürekleri yanıyor. Babalar ya mahpus ya da naçar ağlıyor. “Yetmez bu zulüm, daha istekler yerini bulmadı” diyen ey insanoğlu! Bu korkusuzca pervasızca başkaldırış neden? Tevhidi haykırmışken tüm nebiler, gerçeğe kör kalış neden?
Hz. Ömer’in (ra) zamanında adalet, özgürlük, saygı ve ihtimam her dinin mensubu için garanti idi. Bu yüzden şehrin anahtarları kendisine teslim ediliyordu. Bugün bu mirasın gerçek sahipleri, uyudukları bu uykudan uyanır mı acep? Hakk, imtihan için bizi gözlerken nerede gaflete dur demek?
Zaman geçiyor, Mescid-i Aksâ sallanıyor, sarsılıyor. Muallak kayası belki de olacakların vehameti içerisinde kalkmış kıyamda bekliyor. Mir'âca buradan yükselmişti Nebi… Müminlerin Mir'âcı gelmedi mi, dolmadı mı vakti? Kenetlensek bir olsak, hep bir, tek ses, tek yürek… Kudüs bizim, Aksâ bizim, niyazımız Allah’a, artık kucaklaşsak kardeşçe… Müslümanlar unutmamalı ki, bu ideal olmadan yaşadığımız her gün için, bu topraklarda bize gönül koyacak binlerce peygamber var.
Ağlamasın zaman. Küsmesin Kudüs… Vaat olunmuştur ki, rahmetin rengi semasında belirecek. Aksâ’da özgürce ezan sesleri eşliğinde alnımız secdeyi öpecek.
Zamanın eskitemediği şehirde zulmetin yerini selamet alacak…
Yeni yorum ekle