Dr. Abdulkadir Macit
Kur’ân-ı Kerim peygamberlerin gönderiliş amaçlarından bahsettiği âyetlerde bu amaçlardan birisinin insanların huzur içerisinde yaşayacağı bir toplumsal düzenin kurulması olduğunu belirtmiştir. Yani Kur’ân'a göre peygamberlerin kuracakları toplumsal nizamın hedefi insanların ıslahını tesis etmektir. Örneğin; Şuayb (a.s.) “Gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yok. Başarım ancak Allah’tandır”[1] diyerek bu hakikati aşikâr hale getirmektedir. Bu ıslah, toplumların hem ahlaki hem de beşeri durumları ve gelişmişlikleri itibariyledir. Zaten dikkat edilirse peygamberliğin sürekliliği, bozulan düzeni yeniden ıslah etmek ya da Hz. Süleyman peygamberde olduğu gibi var olan ıslah düzenini devam ettirmek şeklindedir.
Toplumların Oluşumu
İbn Haldun toplumların oluşumunda yatay ve dikey eksen olmak üzere iki temel unsura dikkatleri çekmektedir. Bunlardan toplumu oluşturan yatay eksen ile insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve stabil hale getirmek üzere bir araya gelme gayretlerini; dikey eksen ile de metafizik bilgileri kastetmekte, peygamberliğin toplumu kurma ve şekillendirmedeki rolünü ve biçimini ele almaktadır.[2] Yani insanların bir araya gelerek oluşturdukları toplumun ıslahını tesis etmek ve sürdürmek ancak peygamberlik ile sağlanmaktadır. Dolayısıyla peygamberlik toplumların oluşumunda ve sürdürülmesinde hayati bir rol üstlenmektedir.
Toplumların Etkileşimi ve Peygamberlik
Kur’ân farklı milletlerle tanışıklık kurulması şeklindeki teşvikini; “Ey insanlar! Biz sizi birbirinizle tanışmanız için kavimlere ve kabilelere ayırdık.”[3] ayeti ile açıkça dile getirmiştir. Bu durum Müslümanlara sürekli olarak kültürlerarası etkileşimi telkin etmiştir. Peygamberler de bir yönüyle toplumların birbiri ile iletişim halinde olmasını temin etmek, başka topluluklara kapalı olunduğu durumlarda bu duruma mani olmak için gönderilmiştir. Dikkat edilirse Hz. İbrahim’den önceki peygamberler daha çok lokal şahsiyetlerdir ve göçebe toplulukların temsilcisi hüviyetindedir. Getirdikleri mesajlar da buna göredir. Hz. İbrahim’den sonrakiler ise daha evrensel mesajlar ile gelmişlerdir. Bu evrensellik daha çok toplumların aldığı yeni biçim ile ilgilidir. Zira topluluklar artık göçebe, birbirleri ile kapalı halde değil aksine devletler ve imparatorluklar altında bir arada yaşamaktadırlar.
Peygamberliğin 3 Düzlemi
Peygamberliğin, toplumların gelişimi ile paralel olarak anlaşılması gerektiğini ifade eden Sunar’a göre insanlığın üç çağı aynı zamanda peygamberlerin yaşadıkları zaman dilimlerine uygun olarak şöyle dönemlendirilebilir: Göçebe Topluluklar Çağı, Toplum Çağı ve Evrensel Toplum Çağı. Bunlardan ilk çağ M. Ö. 20.000’lerden Hz. İbrahim’in yaşadığı M. Ö. 1800’lere kadar; ikinci çağ M. Ö. 1800’lerden Hz. Peygamberin vefat ettiği M. S. 630’lara kadar; üçüncü çağ ise 630’lardan kıyamete kadar süren zamanı ifade etmektedir.[4] Bu tefrik üzerinden açıklamalarımızı sürdürürsek peygamberliği, gönderildikleri toplumların durumu çerçevesinde üç düzlem üzerinden tasnif edebiliriz:
Birinci düzlem: Hz. Adem’den Hz. İbrahim’e kadar gelen peygamberliktir. Bu dönemde kabileler var ancak birbirleri ile etkileşimleri kapalı, kapalı toplumlar halindeler ve her toplulukta peygamberlik sürekli vardır. Gönderilen peygamberler de toplumların bu özelliklerini kapsayıcı daha sade mesajlar ile gelmişlerdir. Öyle olduğu için kabilelerin olduğu bir dünyada evrensel bir vahiyden bahsedemeyiz. Bu dönemde peygamberlik Hz. Adem, Hz. İdris, Hz. Şit, Hz. Nuh gibi nebiler ile temsil olunmuştur.
İkinci düzlem: Hz. İbrahim’den Hz. Muhammed aleyhisselâm'a kadar gelen peygamberliktir. Bu dönemdeki peygamberler kitaplı dinler olarak ortaya çıkmıştır. Temsil gücü yüksek örnek olarak Tevrat, Zebur ve İncil’i ifade edebiliriz. Zira bu dönemde toplumlar büyüyor, beşeri yaşamın ortaya çıkması gerçekleşiyor ve kabileler birbirleriyle daha çok Mezopotamya merkezli karışıyorlar. Bu yüzden topluma daha büyük ilahi müdahaleler vardır. Toplumsal yapıların ihtiyaçları arttığı için artık meseleler büyümekte, gönderilen peygamberler de bu meselelere çözümler üretecek mesajlar ile gelmektedirler. Bu dönemde peygamberlik Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İsa gibi rasûller ile temsil olunmuştur.
Üçüncü düzlem: Hz. Muhammed aleyhisselâm ile temsil olunan peygamberliktir. Bu dönem toplumların daha da büyümesi ve karışmasının zirveye çıktığı, bundan sonra da iç içe olmasının mukadder olduğu bir düzlemi karşımıza çıkarmaktadır. Diğer bir deyişle; artık toplumların birbirine kapalı olmasını sağlayan bir zemin olmayacaktır. Toplumların bu özelliği itibariyle peygamberlik evrensel bir vahiy olarak gelmektedir. Dolayısıyla nübüvvete bundan sonra peygamber üzerinden gerek yoktur. Son peygamber olan Hz. Muhammed aleyhisselâm 'ın getirdiği evrensel mesajlar toplumların meselelerini çözecek kapsam ve yeterlilik içindedir. Toplumların kapanma durumlarında ise ulema bunu içtihat ile açacaktır.
Dikkat edilirse İslam’ın çıktığı dönem iki toplumun (Bizans ve Sasaniler) yerküre üzerinde kapalı bir ortam oluşturduğu dönemdir. Bunu açmak gerekmektedir. Hz. Muhammed aleyhisselâm aynı zamanda bu işlevi görmüş, toplumların etkileşimini sağlamıştır. Peygamberliğin tamamlanması demek bundan sonra toplumların kapalı, etkileşime kapanmış bir halde olmaması demektir. Yani evrensel toplum aşamasına geçilmiş olmasıdır. Nitekim Hz. Muhammed aleyhisselâm'dan sonra toplumların iç içe olması durumu bugün “küreselleşme” olarak ifade edilen dünyanın küçük bir köye dönüşmesi, arzın bir tarafındaki hadisenin anında diğer tarafındakine ulaşması, ulaşım araçları ile uzun mesafelerin çok kısa zamanda aşılabilmesi gibi örnekler üzerinden de kolaylıkla anlaşılmaktadır. Ve bu etkileşim gün geçmesin ki yeni bir evreye girmiş olmasın.
İlimlerin Teşekkülü ve Peygamberlik
Dünya üzerinde göz ile görünen mahlûkat dört varlıktan mürekkeptir. Bunlar; madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Her bir varlık Cenâb-ı Allah’ın iradesi çerçevesinde bir önceki varlığın özelliğine sahip, ancak ilave özellikleri de kuşanarak yaratılmıştır. Bu bağlamda madenler, farklı unsurların bir araya gelmesi ile oluşurlar. Yani madenin en önemli özelliği farklı unsurları bir arada barındırmasıdır. Bitkiler, farklı unsurları bir arada barındırma özelliğine ilave olarak beslenme, üreme, büyüme, yok olma özelliğini kuşanarak yaratılmıştır. Hayvanlar, farklı unsurları bir arada barındırma, beslenme, üreme, büyüme, ölme özelliğine ilave olarak hareket ve duyuları da kuşanarak yaratılmıştır. İnsan ise farklı unsurları bir arada barındırma, beslenme, üreme, büyüme, ölme, hareket ve duyular özelliğine ilave olarak düşünme/akletme özelliğiyle ilişkili dört temel vasıfla donatılmış bir varlıktır. Bu vasıflar Erbakan’a göre; doğru ile yanlışı, adalet ile zulmü, faydalı ile zararlıyı, iyi ile kötüyü ve çirkin ile güzeli ayırt etme vasıflarıdır. Bu özellikler temelinde beşer toplumlarında; doğru ile yanlışın ayırt edilmesinden “ilimler”, iyiyle kötünün ve güzelle çirkinin ayırt edilmesinden “ahlak ve din”, faydalıyla zararlının ayırt edilmesinden “ekonomi”, adalet ile zulmün ayırt edilmesinden ise “siyaset ve hukuk” ortaya çıkmıştır. İşte insanın sahip olduğu kromozomuna diğer canlılardan farklı olarak yüklenen bu çeşitlilik, toplumların ve dünyanın imar edilmesini sağlamıştır.[5]
Peygamberlik insanların sahip oldukları bu vasıfların doğruya, iyiye, güzele ve faydalıya yönlendirilmesi konusunda toplumun ahlaki kemâlâtını hedeflerken aynı zamanda mezkûr vasıfların ortaya çıkardığı ilimlerin öncülüğünü de gerçekleştirerek topluma bir rehberlik oluşturmuş, bu sayede toplumun beşeri kemâlâtını da sağlayan bir bilgi aktarımı sağlamıştır. Diğer bir deyişle topluma yeniden şekil veren bir mekanizma oluşturmuştur. O yüzdendir ki vahiy alan topluluklar tarih boyunca ahlaki ve beşeri gelişmişlik olarak diğer toplumlardan bir adım öne geçmişlerdir.
Hz. İbrahim’in (a.s) toplumu ile yıldız, ay ve güneşe dair diyalogu[6] insanlık tarihinde büyük bir dönüm noktası olarak (insandaki doğru ile yanlışı ayırt etme vasfının neticesinde ortaya çıkan) ilimler çağını kemale erdirmiş ve inanılacak şeylerin selim akla uygun olduğu dönemi başlatmıştır. Bir Bâbilli olan ve yıl, ay, gün hesabını ilk ortaya koyan Babillilerin peygamberi olan Hz. İbrahim’in astronomi bilgisi onun nebi oluşundaki özelliğinin bir yansımasıdır.
Hz. Musa (a.s), herkesin uyacağı temel hukuk kuralları olan evâmir-i aşereyi yani “On Emir”i[7] getirerek insanlık tarihinde (insandaki adalet ile zulmü ayırt etme vasfının neticesinde ortaya çıkan) hukuk döneminin kemale ermesini sağlamıştır. Kuran’da İsrâ suresinde dile getirilen “Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik”[8] ayetinde Cumartesi yasağı dışındaki emirlere işaret edildiği kabul edilmektedir. Yani onun koyduğu kurallar, bütün insanlığın uyması gereken nizamı ortaya çıkarmıştır. Karakoç’a göre, daha önce Hz. Yusuf (a.s)’ın öncülüğünde düşüncesi oluşan devletin Hz. Musa (a.s) ile kanunları tesis edilmiştir.[9]
Hz. Davud (a.s) döneminde insanlık artık bütün yönleriyle yerleşik hayata geçtiği ve peygamberlik öncülüğünde yönetimde imparatorluk tesis edildiği için o, zamanında imparatorluk içi ve ülkeler arası (insandaki faydalı ile zararlıyı ayırt etme vasfının neticesinde ortaya çıkan) ticareti geliştirmiş ve ekonomi çığırını başlatmıştır.
Hz. İsa aleyhisselâm'a gelince, o da (insandaki iyi ile kötü, çirkin ile güzeli ayırt etme vasfının neticesinde ortaya çıkan) ahlakın temelini oluşturmuştur. Ayrıca tıbbı da Hz. İsa (a.s) getirmiştir.[10] Bu sayede insana verilen dört temel meziyet (iyi-kötü, doğru-yanlış, faydalı-zararlı, güzel-çirkin hususiyetlerini birbirinden ayırt etme) insanlık tarihinin dönüm noktaları olarak peygamberler aracılığıyla aynı zamanda ilmi bir hüviyet kazanmış ve toplumların ilmi tekâmülünü sağlamıştır.
Hz. Muhammed (a.s.m.) ise önceki peygamberlerin parça parça temsil ettiği ilmi, ahlakı, ekonomiyi ve hukuku kendisinde mezcederek evrensel olarak her şeyi adalet ile tanzim etmiştir. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Hz. Muhammed hem peygamberliğin zirvesi hem de bütün insanlığın en önemli şahsiyetidir, dönüm noktasıdır.
Ahlaki ve Beşeri Gelişmişlik ile Peygamberlik
Malumdur ki Hz. Adem (a.s)’den Hz. Muhammed (a.s)’e kadar bütün peygamberler aynı gerçeği tebliğ etmişlerdir. O gerçek ve hak olan da İslam’dır. Toplumların gelişimine uygun mesajlar ile gönderilen peygamberlerin tebliğ ettikleri dinde inancın temel esasları aynıdır. Bunlar “Amentü”de toplanan ilkelerdir. Sadece ibadetlerde birtakım değişiklikler olmuştur. Nihayet Hz. Muhammed (a.s)’e indirilen Kur’ân, insanlığın huzur bulacağı ve ona uyduğu takdirde kurtulacağı esasları içermektedir. Ayrıca bütün peygamberlerin medeniyetler tarihinde açtığı çığırlar ile ilimleri inşa eden kurucu unsurlar olduklarını önceki satırlarda belirttik.
Ahlaki önderlik hususunda Karakoç’a göre Hz. Âdem (a.s); hakikat uygarlığının varoluş hikmeti önderi, Hz. Nuh; varoluşun temellendirilme önderi, Hz. İbrahim ise inanç temellenmesinin önderidir. Zira babası ve akrabası bayramlaşmaya iştirak etmesini istediklerinde “Yıldızlara baktı da, ben hakikat hastasıyım”[11] demesi bu hususiyetinin tezahürüdür. Hz. Muhammed ise “alemlere rahmet” sıfatı mucibince hakikat uygarlığının ahlak önderidir.[12]
Beşeri gelişmişlikteki önderlik olarak gemicilik sanayine ait temel fikirleri Hz. Nuh (a.s), terziliği ise Hz. İdris (a.s), sihirlere ait ilimleri de Hz. Musa (a.s), tıb alanındaki ilkeleri ise Hz. İsa (a.s.) getirmiştir.[13] Peygamberler arasında ilk defa yönetici peygamber misyonu ile görev üstlenen Hz. Yusuf (a.s) ile devleti yönetme pratiği gerçekleşmiştir. Bu yönüyle o, devlet düşüncesi ve girişiminin öncüsüdür. Yönetici peygamber olarak takdim olunan Hz. Davut’tan sonra Hz. Süleyman da ideal devlet formunun öncülüğünü yapmıştır.[14] Hz. Muhammed ise “üsve-i hasene” sıfatıyla devlet adamlığı vasfıyla en güzel devlet yöneticiliğini sergilemiştir.[15]
Son Söz Yerine
Açıkça görünen o ki peygamberlik, insanlık tarihinde toplumları kuran ve adalet ile sürdüren merkez ve vasat unsurdur. Peygamberlerin adalet merkezli ve farklılıklar ile bir arada yaşamayı gerçekleştiren yönetim fikrini, ahlaki ve beşeri gelişmişliği hedefleyen mesajlarını ihtiva eden İslam, tarihte peygamberliğin mevzubahs ettiğimiz yönleriyle bağlantılı olarak doğru bir şekilde anlaşılmasını talep etmektedir.
[4] Sunar, Lütfi, “Dünya Tarihinin Ekseni ve Zemini Olarak İslam Medeniyeti”, İslam Düşünce Atlası (İDA), s. 68-75.