Müslümanların en belirleyici direnç ve dinamizm kaynağı olan “Allah yolunda Cihad ve Şehadet” aşkının en şahika örneklerini ise, ilk İslâm-Küfür savaşı olan Bedir Gazvesi’nde buluyoruz.
“Cihad, din binasının en üst noktası, zirvesidir.”[5] Hanımlar ise muhârip sınıf değildir. Onlar için hac (ve umre) ibadeti cihad yerine kâimdir. Zaten hac, çarpışmasız cihaddır. Kadınların fıtrî ve şer’î durumlarına uygun olan da aslında budur.
Dünya durdukça, nefis ve şeytan var oldukça müminin hicreti hiç bitmez. Uzun bir yürüyüştür hicret. Esaretten hürriyete, isyan bataklığından itaat gülistanına uzun bir yürüyüş… Mümin insanın ömrü oldukça sürdüreceği bir özgürlük seferidir hicret.
cihat en genel anlamda hayatın her alanında aksiyon ve dinamizmi tevhid merkezli inşa etmenin adıdır. İslam’ın programına direnen her türlü karşıt direnç noktasına yönelik hamledir. Dolayısı ile hayatın kanunları çerçevesinde adalet, ibadet, riyazet, tebliğ, ilim, irşad, zalime hakkı söyleme, nefsini, ailesini, Müslümanları, İslamî değerleri, vatanını, savunma gibi konularda söz, fiil ve silah gibi beşerî aksiyonun ortaya konulduğu her vasıta ile mücadele etmek cihaddır.
Allah yolunda cihad “Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar”[1] emriyle başladı. Muhammed aleyhisselâm güvendiği, ümit beslediği kimseleri tek tek İslam’a davet ediyordu. Sonra bir sabah Safâ tepesinden seslendi tüm Mekke halkına: “Ey insanlar! Şu dağın ardında size saldırmak isteyen bir düşman ordusu var, desem bana inanır mısınız?” diye sordu
Cihad Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmek, kul ile Rabbi arasındaki tüm engelleri ortadan kaldırmaktır. Cihad müminin iyi bir kul olabilmek için nefsiyle savaşması, zalimin karşısında diliyle, eliyle, malıyla ve canıyla mücadele etmesidir.
“Öğreneceği veya öğreteceği bir hayr (ilim ve amel) için benim şu mescidime gelen, Allah yolunda cihad eden mücahit hükmündedir. Bunun dışında bir şey için gelen ise, başkasına ait eşyaya bakıp duran kişi (seyirci, turist) durumundadır.”
Cahiliye Mekke’sinde muvahhid olup tevhidi haykırmak yürek isterdi. Çünkü o gün Lâ ilâhe illallahdiyen, kendisini bir anda, saldırmak üzere bekleyen bir sürü aç kurdun tam ortasında bulurdu. Sevgili Peygamberimizin (sas) Mekke’deki davetinin özü de işte bu tehlikeli söz; yani La ilâhe illallah sözüydü.