Hz. Ebû Zer, Hz. Osman zamanında Medine’de ve Şam’da emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münkerle meşgul olmuş, bu mücadelesi kendisinden sonra pek çok kimse tarafından yanlış anlaşılmış hatta istismarlara yol açmıştır.
Emevi valilerinin uygulamaları; Hz. Peygamber (s.a.s) döneminin samimiyet ve sadeliğini, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinin adaletini yaşamış olan sahâbenin tepkilerine yol açıyordu. İşte bu tepkileri en açık ve en gür şekilde seslendiren Hz. Ebû Zer oldu. Onun bu tenkitlerinin ülke içinde huzursuzluğa sebep olabileceğini düşünen Hz. Osman radıyallahu anh, kendisini uyardıysa da Ebû Zer tepkisini sürdürmeye devam etti. Medine’den ayrılıp Şam’a yerleşen Ebû Zer, Hz. Muâviye’nin icraatlarına karşı da sert eleştiriler getirdi. Özellikle servet biriktirme ve zenginlerle ilgili fikirleri dikkat çekti. Etrafında önemli bir muhalif güç oluştu. Bu durumdan rahatsız olan Hz. Muâviye, Ebu Zer’den hoşnutsuzluğunu dile getirince Halife tarafından Medine’ye çağırıldı.
Hz. Osman döneminde sınırların iyice genişlemesi, toplum katmanları arasındaki ekonomik dengenin bozulması pek çok sıkıntıyı beraberinde getirmişti. Günümüzün olağanüstü iletişim imkânlarına rağmen devletlerin, tüm bölgelerini yönetmekte zorlandığı gerçeği karşısında o günün şartlarında Hz. Osman’ın işi hiç de kolay değildi. Hz. Osman İslam topraklarını en güzel ve adil bir şekilde yönetmek, sorunlara acilen müdahale etmek amacıyla çok güvendiği ve yetişmeleri için özel ilgi gösterdiği bazı kimseleri belli mevkilere getirdi. Ancak bu yöneticilerden bir kısmı Hz. Osman’ın güvenini ve ümitlerini boşa çıkardı. Onların icraatları ülke içinde huzursuzluğa, muhalif bir çizginin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Bu dönemde müslümanmış gibi gözüken gayri müslim unsurların fitneleri de had safhaya ulaşmıştı. Allah Rasûlü’nün yüce damadı fitnenin ortadan kalkması için elinden geleni yapıyor, tek bir müslümanın zarar görmemesi için azami gayret gösteriyordu. Ebû Zer’i de bu amaçla Medine’ye çağırmış, onun iyi niyetli ikazlarının kötü niyetli kişiler tarafından İslam toplumunun aleyhine kullanılmasını engellemek istemişti.
Rebeze’deki Yaşamı
Ebû Zer, halifenin çağrısı üzerine Medine'ye geldi. Fakat ikaz ve tenkitlerine devam etti. Nihayet Ebû Zer’in Rebeze’ye gidip orada yaşaması uygun görüldü. Medine’ye 3 mil mesafede bir su kenarında bulunan Rebeze’de, Gıfâr kabilesinin bazı mensupları zaman zaman çadır kurarlardı. Ebû Zer de Hz. Peygamber döneminde zekât hayvanlarını burada otlatırdı. Hz. Osman işte bu sebeplerden ötürü Ebû Zer için bu yeri seçmişti. Başka bir rivayete göre ise Ebû Zer kendi isteğiyle Rebeze’ye gönderildi.[1]
Hz. Osman’ın Ebû Zer’e Rebeze’ye giderken bir miktar deve ile iki hizmetçi verdiği, ayrıca günlük hesabıyla atâ bağladığı nakledilir.[2]
Ebû Zer’in temelde karşı olduğu nokta; yanlış icraatlar, Hz. Peygamber’in yaşadığı sade hayattan uzaklaşılması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan lüks ve israftı. Burada onun mücadelesinin, iktidarı devirmeye yönelik bir eylem olduğu düşünülmemelidir. Zira o, siyasi otoriteye bağlılıkta kusur etmemeye çalışmış, hatta bu bağlılığını kendi ifadesiyle şöyle dile getirmiştir: “Başımda Habeşli bir köle bile olsa dinlerim ve ona itaatte kusur etmem.”[3]
Bu konuyla ilgili Müslim’in Sahih’inde Ebû Zer’den nakille şu bilgiye yer verilmektedir: “Hz. Peygamber bana elleri, ayakları kesilmiş sıradan bir köle bile olsa onu dinleyip itaat etmemi ve namazı vaktinde kılmamı emretti.”[4]
Rebeze’de iki yıl kadar münzevî bir hayat süren Ebû Zer, Hz. Osman’ın isteği üzerine zaman zaman Medine’ye gidip geldi. Halifeye isyan edeceklerini söyleyerek kendisine liderlik teklif eden bazı yönetim aleyhtarlarına yüz vermediği gibi onlara halifeye bağlı kalmalarını ve onu küçük düşürecek hareketlerden uzak durmalarını tavsiye etti.
Vefatı
Ebû Zer el-Gıfârî, H.32 yılının Zilhicce ayında Rebeze’de vefat etti. Cenaze namazını, bir kafile ile oradan geçmekte olan Abdullah b. Mes’ûd’un kıldırdığı söylenir. Evinde Ebû Zer’e yetecek kadar kefen bezi bulunmadığı, kafiledeki bir gencin onu kendisine ait bezlerle kefenleyip cenaze namazını kıldırdığı da nakledilir.[5]
Ebû Zer Rebeze'de yalnız vefat ettiğinde Abdullah ibn Mes'ud, Rasûlullah'ın (s.a.s.) şu sözlerini tekrarlamaktan kendisini alamadı. “Allah, Ebû Zer'e rahmet etsin. Yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşrolur.”[6]
Diğer bazı sahabiler gibi Ebû Zer’in de İstanbul’da Ayvansaray semtinde bir makam kabri bulunmaktadır. Hanımı, kızı ve bir hizmetçiden ibaret ailesine üç merkeb, birkaç keçi ile birkaç hayvanın miras kaldığı[7] ve Hz. Osman’ın, Ebû Zer’in ailesini Medine’ye getirip geçimlerini bizzat üstlendiği bilinmektedir.
Şahsiyeti
Ebû Zer radıyallahu anh esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimseydi. İslamiyetten önce yol kesen ve canlara kıyan bu sert tabiatlı insan, İslâm’ın terbiyesiyle tamamen değişmiş, fakir ve düşkünlerin hâmisi olmuştu. O aynı zamanda yaptığı bir kusurdan dolayı kendisini bağışlamasını istediği Hz. Bilal’in ayağının altına yüzünü koyacak kadar mahviyetkâr, hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemeği yiyecek kadar mütevazı bir kimse haline gelmişti. Ayrıca cesur ve doğru sözlü bir kişiydi. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gökkubbenin altında Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” buyurmuştu.[8]
Ebû Zer, Allah’ın emirlerine te’vile kaçmadan uyar, cihaddan geri kalmaz ve dünyevî zevklere değer vermezdi. Rivayet edildiğine göre o, insanın helal rızık kazanmak ve ahireti elde etmek için yaşaması gerektiğine inanır, üçüncü bir hedefi zararlı görürdü. Dolayısıyla paranın, aile fertlerine helal lokma yedirmek ve ahiret yolunda sarfetmek için kazanılması gerektiğini söylerdi. Yine Hz. Peygamber’in onun hakkında, “Ebû Zer, İsa b. Meryem gibidir. İsa b. Meryem’in tevazuuna bakmak isteyen Ebû Zer'e baksın. Zühdü ve ibadeti İsa b. Meryem'e en çok benzeyen Ebû Zer'dir. Ebû Zer yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdüyle yürür.” buyurduğu nakledilmektedir.[9]
Ebû Zer, korku nedir bilmezdi. İslâm onu öyle yoğurmuştu ki, Kur'an'ın emrinden ve Rasûlullah'ın (s.a.s) sünnetinden en ufak bir şekilde sapmamak için elinden geleni yapardı. Bununla birlikte, fıtratında kısmen şiddet vardı. Rasûlullah kendisine sabır tavsiye etmese, Hz. Osman zamanında şiddete başvurabilecek yapıdaydı. Fakat İslâm'ın hükmü karşısında her zaman boynu kıldan ince idi.
Bir defasında Hz. Bilâl'e, “Ey kara kadının oğlu!” deyivermişti. Bilâl'in şikâyeti üzerine, Efendimiz (s.a.s) Ebû Zer’e kızmış ve “Sende hâlâ cahiliyeden eser var. ” demişti. Bunun üzerine Ebû Zer, derhal Hz. Bilâl'in bulunduğu yere koşmuş, geçeceği yere yüzünü koyarak, “Bilâl'in ayağı bu yüzü çiğnemedikçe bu yüz yerden kalkmaz.” demişti.[10] Hak karşısında Ebû Zer işte böyle idi.
Hz. Osman zamanındaki davranışlarında, devrin icraatlarını ve yeni şartları gerektiğince dikkate almadığı söylenebilirse de, Rasûlullah'tan işittiği bazı şeyler onu bu şekilde davranmaya sevk etmiş diyebiliriz. 'Halilim' dediği Rasûlullah'tan (s.a.s), “Bana Kıyamet günü en yakınınız, benim dünyayı terk ettiğim şekilde bana kavuşanınızdır.” sözünü duymuştu. Yine, Ahmed İbn Hanbel'in rivayetine göre Allah Rasûlü, “Helak olsun altın ve gümüşe köle olan!” ikazında bulunmuş, Hz. Ömer'in, “O halde ne biriktirelim, neye sahip olalım?” sorusuna, “Zikreden dil, şükreden kalp ve ahiretinize yardımcı olacak hanım” cevabını vermişlerdi. Ebû Zer, şüphesiz bunu da duymuştu. Ayrıca Rasûlullah'ın (s.a.s) kendisine bir ahdi vardı. Bir gün, Efendimiz (s.a.s) ona, “Başındaki feyi kendilerine alan emirler olduğunda halin nice olur yâ Ebâ Zer?” diye bir hususa kapı aralamış, Ebû Zer'in, “Seni hakla gönderene yemin olsun ki, O’na kavuşuncaya kadar kılıcımı bırakmam.” cevabına ise şu mukabelede bulunmuştu: “Sana daha hayırlısını söyleyeyim mi? Bana kavuşuncaya kadar sabret.”[11]
İbn Hacer, Ebû Zer hakkında, “İlimde İbn Mes'ûd'a denk tutulurdu” der.[12]
İbn Sa'd, Hz. Ebû Zer'in ilmi hakkında Hz. Ali'den şu rivayette bulunur:
“Dini üzerinde son derece dikkatli idi. İlme de büyük hırsı vardı.”
Çok sorar, bazen cevap alır, bazen almazdı. Ama kabını iyice doldurmuştu.
Hılyetü'l-Evliyâ'da şu değerlendirme vardır:
“Abiddi, zahiddi. İtaat ve kullukta tekti; İslâm'ın dörtte biri, şeriat ve ahkâmın inmesinden önce de putları terk edendi. İslâm'ın selâmıyla Rasûlullah'ı ilk selamlayandı. Hak konusunda kınayanın kınamasından hiç korkmazdı. Valilerin ve hâkimiyeti elinde tutanların baskısı onu ürkütmezdi. Zorluklara ve sıkıntılara göğüs gerendi. Ahdleri ve vasiyetleri unutmadı; mihnet ve güçlüklere sabretti. Ebû'ş-Şeyh, onun hakkında şöyle demiştir: “Ebû Zer (r.a.), Rasûlullah'a usûl ve fürûdan, iman ve ihsandan, Allah'ın sevdiği kelâmdan, Kadir gecesinden, Allah'ı görüp görmemekten, her meseleden sorardı.”[13]
Yeni yorum ekle