Mü’min;
bu dünyanın bir sonu olduğuna,
öldükten sonra yeniden dirilip hesaba çekileceğine,
ve ardından sonsuz bir âhiret hayatının başlayacağına inanmalıdır.
Önce, bir insanın kendi kıyameti demek olan ölümün nasıl bir şey olduğunu, sonra da kıyametin nasıl kopacağını görelim.
Ölüm ânı
Bir kimsenin ölüm ânı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü Allah’a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır.
Mü’minler ölürken yanlarına melekler gelir:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin” diye onlara müjde verir. [1]
Allah’ın kendisinden hoşnut olacağını ve bağışlayacağını duyan mü’min son derece mutlu olur. Bir an önce Allah’a kavuşmayı, Allah da ona kavuşmayı ister.
Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve Allah’a kavuşmayı istemez; esasen Allah da ona kavuşmayı istemez.[2]
Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak “Tadın bakalım yakıcı azabı” diye canını alırlar. [3] İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır. [4]
Mü’minin ve kâfirin ölüm ânı ve sonrası, bu bahsin sonundaki “Gül Kokusu”nda etraflıca anlatılacaktır.
Kabir hayatı
İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana kabir hayatı denir.
Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası âhiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile âhiret arasında bir engel oluşturduğu için ona Berzah hayatı da denir.
Bir bakıma kabir, âhiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir;
Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.[5]
Kabirdeki sorgu
Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir. Bu sorgulama şöyle olur:
Defin işi bitip de eş, dost ve aile fertleri mezardan birer birer ayrılırken, kabirde yalnız başına kalan kimse onların ayak seslerini işitir.
O sırada biri Münker, diğeri Nekir diye anılan siyah tenli, mavi gözlü iki melek gelir; ölen kimseyi oturtur, Müslüman olup olmadığını anlamak için “Rabbin kim? Hangi dindensin?” diye sorarlar. Müslüman ise “Rabbim Allah; dinim İslâm” diye cevap verir.
Bir de Resûl-i Ekrem hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterler.
Mü’min, ölmeden önce de dilinden düşürmediği gibi, kelime-i şehâdet getirerek onun Allah’ın kulu ve Resûlü olduğunu söyler.
Melekler ona “Biz senin bunu söylediğini daha önce de biliyorduk” derler. Sonra kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır.
Ona cehennemdeki yeri gösterilir: “Bak, senin yerin burasıydı. Allah Teâlâ burayı cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada gelin güvey uykusu gibi rahat uyu!” derler.
O Müslümanın kabrinden cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir.
O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenâb-ı Mevlâ’nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.
Kâfir veya Allah’a inanmış görünen kimse (münâfık) ise, meleklerin sorularına cevap veremez.
Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar.
Kabri daraltılır; kabrinden cehenneme bir kapı açılır; cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.[6]
Kabir azabı
Yukarıdaki hadiste de görüldüğü gibi, kabir azabı vardır.
Peygamber Efendimiz dualarında kabir azabından Allah’a sığındı; Müslümanların da sığınmasını tavsiye etti[7] ve bu konuda şöyle buyurdu:
Kabirlerinizde Deccâl fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi Allah bana bildirdi.[8]
Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim.[9]
Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için Allah’a dua ederdim.[10]
Kıyamet ne zaman kopacak
Kıyametin ne zaman kopacağını Peygamber Efendimize sordular. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti indirdi:
“Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Şöyle de:
"Onu sadece Rabbim bilir. Vakti gelince onu sadece O meydana getirecektir.
Onun ağırlığına gökler ve yer dayanamaz.
Başınızda ansızın patlayacaktır.
Kıyamet hakkında sanki bilgin varmış gibi sana soruyorlar. Şöyle de:
“Sen nereden bileceksin; belki de kıyamet yakında kopar.”[12]
Peygamber Efendimiz de kıyametin ne zaman kopacağını soran birine, “Bu konuda kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir" diye cevap verdi.[13]
Yine bir defasında, bu sual sorulunca, baş parmağıyla orta parmağını yan yana tuttu ve “Kıyametin kopması şu kadar yakınken ben peygamber olarak gönderildim” buyurdu.[14]
Kıyamet alametleri
Kıyamet kopmadan önce, kıyametin yaklaştığını gösteren bazı belirtiler ortaya çıkacaktır. Bunlara kıyamet alâmetleri denir.
Kıyamet alâmetlerinin bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmiş, çoğunu da Peygamber Efendimiz bildirmiştir.
Bunlar küçük ve büyük alâmetler diye ikiye ayrılır.
Küçük alâmetler
Dine bağlılığın azaldığını, ahlâkın büyük ölçüde bozulduğunu gösteren belirtilere kıyametin küçük alâmetleri adı verilmiştir. Bunların sayısı pek kabarık olup belli başlıları şunlardır:
Din ilimlerinin gerileyip cehâletin artması,[15]
İşlerin ehil olmayanlara verilmesi,[16]
İçki ve zinanın yaygınlaşması,[17]
Daha önceki milletlerin kötü yaşantısının adım adım izlenmesi,[18]
Annelerine, sanki onlar kendilerinin hizmetçisiymiş gibi kötü davranan çocukların doğması,
Zekât ve sadaka kabul edecek kimse kalmayacak derecede malın ve zenginliğin yaygınlaşması,[19]
Yalın ayak, baldırı çıplak deve çobanlarının yüksek ve mükemmel bina yaptırmada birbiriyle âdeta yarış etmesi.[20]
Erkek sayısının azalıp kadın nüfusunun anormal derecede çoğalması,[21]
Bir çok kimsenin peygamberlik iddiasında bulunması,[22]
Fitnelerin, savaşların ve adam öldürme olaylarının artması,[23]
Depremlerin çokça görülmesi.[24]
Büyük alâmetler
Kıyametin büyük alâmetleri on tane olup, kıyamet iyice yaklaştığında meydana gelecektir:
Gökten inecek bir dumanın bütün dünyayı kaplaması.
Deccâl denen ve olağanüstü yeteneklere sahip olan birinin ortaya çıkıp Tanrılık iddiasında bulunması.
Dâbbe diye anılan ve nasıl olduğu bilinmeyen bir yaratığın çıkması,
Güneşin batıdan doğması.
Hz. Îsâ’nın yeryüzüne inip herkesin İslâmiyet’e inanmasını sağlaması.
Ye’cûc ve Me’cûc denen yaratıkların yeryüzünü kısa zamanda istilâ edip düzeni bozması.
Doğu’da, Batı’da ve Arap yarımadasında yere batma (hasf) olaylarının meydana gelmesi
Ve Yemen’de bir ateşin çıkması.[25]
Kıyamet Nasıl Kopacak
Gün gelecek, Peygamber Efendimizin boynuza benzediğini söylediği[26] Sûr’a üflenecek.
Bundan sonrasını Kâinatın Rabbinden dinleyelim:
Sûra üflendiği anda korkunç bir sarsıntı hissedilecek,
yeryüzü ve dağlar birbirine çarpıp un ufak olacak,
o kocaman dağlar toz gibi savrulacak,
gökyüzü parçalanıp yarılacak, düzeni büsbütün bozulacak,
erimiş maden haline gelecek,
güneş karanlığa gömülecek,
yıldızlar kararıp birer birer dökülecek,
denizler alev alev yanacak ve birbirine karışacak,
bütün hayvanlar bir araya toplanacak,
yeryüzü inişsiz, çıkışsız dümdüz bir hale gelecek,
yerde, gökte ne varsa, Allah’ın diledikleri dışında, hepsi ölecek;[27]
o gün emzikli kadınlar emzirdiği çocuğu unutacak,
gebe kadınlar çocuklarını düşürecek,
çocukların bile saçı ağaracak,
dost dostun halini sormayacak,
ve bütün insanlar, sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi dolaşacaklar.[28]
Kısacası, evrende bulunan her şey yok olacak, sadece Allah kalacak.[29]
[2] Buhârî, Rikak 41; Müslim, Zikr 14; Nesâî, Cenâiz 10, Tirmizî, Cenâiz 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 316, 321; Dârimî, Rikak 43
[4] Müslim, Cennet 75; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 287-288; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 399
[5] Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 526, IV, 366; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 391.
[6] Buhârî, İlim 24, Cum‘a 29, Cenâiz 67, 86; Müslim, Cennet 65, 70-75; Ebû Dâvûd, Sünnet 23, 24; Tirmizî, Cenâiz 70; Nesâî, Cenâiz 230; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 287, 291-292; Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’s-sahîha, III, 379-380.
[13] Buhârî, Îmân 37; Müslim, Îmân 1, 5; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Îmân 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 27, II, 426
[14] Buhârî, Tefsîr 79/1, Talâk 25, Rikak 39; Müslim, Cum‘a 43; Fiten 133; Tirmizî, Fiten 39; İbni Mâce, Mukaddime 7; Fiten 25; Dârimî, Rikak 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 124, 130, 131, 193, 218, 237, 283, 319, V, 103, 108
[26] Ebû Dâvûd, Sünnet 20, 21; Tirmizî, Kıyâmet 8, Tefsîr 41; Dârimî, Rikak 79; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 162, 192; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, III, 408.
Yeni yorum ekle