Müslüman Kimliği ve Sahabe

Kimlik Nedir?

Kimlik, kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların 'kimsiniz, kimlerdensiniz' sorusuna verdikleri "ben falanım, falanlardanım" diye ortaya koyduğu aidiyet merkezli bir tanımdır. Kimlik "ben şuyum ya da değilim demek özgürlüğünü de gerektirir. Kişisel kimlik, insanın değer yargılarıyla davranışlarının ahengine, uyumuna dayanır. Kişilik ve imaj, kişinin dışarıdan algılanması; kimlik ise kendi kendisini özgürce tanımlamasıdır.

Kimlik, daha genel çerçevede fiziksel nitelikler, karakter özellikleri, gayr-i şahsi davranışlar toplamından ibarettir diye de tarif edilebilir.

Kimlikte karşıtlık: Kimlik konusunun gizli boyutu bu karşıtlıkta yatar. Kimlik biraz da kimlere karşı olunduğu ile anlaşılır. Hz. Peygamberin, "Ben şöyle şöyle yapanlardan uzağım" beyanları bu konuya örnektir.

İnsanın kendine özgü dinî özelliklerinin tümüne dinî kimlik/şahsiyet denir. Müslüman kimliği bu anlamda müslüman şahsiyetinden ibarettir.


Müslüman Kimliği 

Bilindiği gibi Müslüman kimliği ya doğuştan ya da ihtida yoluyla sonradan elde edilir. Bunun için kelime-i şehadeti veya kelime-i tevhidi inanarak söylemek gerekmektedir. Şehâdet iki taraflı bir ikrardır: Şehadet ederken bir taraftan Allah'ın varlığı, diğer taraftan da şehadette bulunanın kendi varlığı tasdik edilmiş olur. Şehâdet; sosyolojik anlamda müslümanı, müslüman topluma (ümmete) katar.

Müslüman kimliği tezahürleri açısından, en özlü ve tartışılmaz şekilde -müfessirlerin öncelikle - Hz. Peygamber'i tanımladığında birleştikleri- "Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve 'Ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim vardır?" âyetinde ifadesini bulmaktadır.3

Öte yandan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ilk işi; İslâm'ın şahıslarında canlandığı bireyler yetiştirmek olmuştur. Sahâbiler de bu kıvamı temsil eden ilk müslüman nesildir. "Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Aziz ve Celil olan Allah'ın hatırlandığı kimselerdir"4 hadisi, hem Sünnet'in oluşturmak istediği kimlik/kişilik zirvesinin, ideal müslüman tipinin anlamı ve anlatımıdır, hem de sahâbe neslinin genel niteliğinin tescil ve tespitidir.

Kur'ân-ı Kerim'de "sebîlü'l-mü'minin = mü'minlerin yolu/hayat tarzı"5 diye bildirilen yol, öncelikle ilk İslâm nesli sahâbilerin yapıp ettikleri, yani onların Kitap ve Sünnet'e uygun düşen yaşayışlarıdır. Unutulmamalıdır ki, Sahâbiler, Kitap ve Sünnet ehli/bağlısı idiler. Bu sebeple sahâbileri izlemek, Kitap ve Sünnet'e uymak anlamına gelir.

Kitap ve Sünnet'in inşa ettiği/dokuduğu Müslüman kimliği, son tahlilde Kitap ve Sünnet bağlısı müslüman olmak demektir. Klasik ve tarihi ifadesiyle ehl-i sünnet ve'l-cemaat müslümanlığıdır. "Benim ve ashabımın yaşadığı Müslümanlık" beyânının6 ortaya koyduğu çerçeve budur. Bu beyân aynı zamanda, ehl-i sünnet müslümanı olmanın sahabe gidişatını takip etmekle yerine getirileceğini göstermektedir.

O halde, Müslüman kimliği, Kitap ve Sünnet bağılısı, vahiy öncelikli düşünce sahibi, nass bulunmayan konularda içtihad yanlısı, müslümanları kucaklayan, insanlığa derin şefkat duyan ve tüm insanlığın İslâm ile tanışmasını arzulayan ve bunun için çalışan, düşünce yöntemini, değer yargılarını, hayat modelini Sünnet'ten alan, konjonktürü değil,7 evrensel gerçekleri kollayan, hakka taraf, muvahhid, mu'tedil, müstakim, müstekarr, muhsin, muhlis, kısaca Hz. Peygamber ve ashâbının gidişatına uygun yaşamayı amaç edinmiş bir kimliktir, diye tanımlanabilir. "Ben müslümanlardanım" ikrarı, işte bu kapsamdakı müslüman kimliğini en özlü şekilde ifade etmektedir.

Bu çerçeveye girmeyen anlayışları, kimlik ikrarlarını, kabulleri ve uygulamaları dışlamak, kimlikte karşıtlık ilkesi uyarınca, müslüman kimliğinin hem hakkı hem de gereğidir. Zira Kitap ve Sünnete bağlılık; gelişmemek ve ilerlememek çağrısı değildir. Tam aksine çözülmemek, dökülmemek, kimlik kaybına uğramamak tedbiridir. Bu açıdan da Sünnet; Kitap ile birlikte müslüman kimliğinin hem yapıcısı hem de koruyucusu olmaktadır.

Yukarıda işaret edildiği gibi Kelime-i şehadet ve tevhid ile kazanılan müslüman kimliği pek tabidir ki -her kimlik gibi- sosyalleşmek suretiyle kendisini ispatlamak ister. Bu da onun yaşanması anlamına gelir. İslâm'da imanın sosyalleşme rehberi ise, Sünnet'tir. Zira inanılan ilkelerin yani dinin emirler, yasaklar ve şüpheliler olarak inananlarca nasıl uygulanacağı, İslâm'ın nasıl yaşanacağı Sünnet'in önderliği, Hz. Peygamber'in hayatı/yorumu olmadan bilinemez ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilemez. Sünnetin önüne geçen bir din yorumu ve yaşantısı olmaz, olamaz. "Ben müslümanlardanım" demek tam da bu noktadaki aidiyeti dile getirmektir.

Bilindiği gibi herhangi bir uygulamanın, amel ve ibadet olarak kabul görmesi için iki temel şart vardır: Birincisi sağlam/iyi bir niyet. Bu, işin görünmeyen yönüdür. "Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisi8 bu şartı ortaya koymaktadır. İkincisi, şekil/uygulama biçimi olarak, Sünnet'e uygunluk. Bu da görünen yönüdür. "Namazı benden gördüğünüz gibi kılın"hadisi ibadetlerin sünnete uygun olma zorunluluğunu; "Kim bizim dinimizde olmayan bir şey (inanç/amel) uydurursa o reddedilmiştir"10 hadisi, genel anlamda, yani prensip olarak Sünnet'in belirleyiciliğini ortaya koymaktadır.

Buradan hareketle şu sonuca varmak mümkündür: Sosyolojik anlamda müslüman kimliğini oluşturan, tespit eden ve tanımlayan Sünnet'tir. Bir başka deyişle Sünnet, dini kimlik ve kişilik için sıhhat ölçüsüdür. Bu durum Hz. Peygamber'e, bizzat dinin sahibi tarafından verilmiş olan "İnsanlara ne indirildiğini açıklama" yetkisinin11 doğal sonucudur. Nitekim ehl-i sünnet ve'l-cemaatin görüşü de Sünnet'in Müslümanlığın yaşanmasında sıhhat ölçüsü olduğu yönündedir: Söz ancak amel ile; amel ve söz ancak niyet ile; niyetli söz ve amel de ancak Sünnet'e uygun olmakla bir değer ifade eder ve fayda verir.12

Netice itibariyle unutulmamalıdır ki, zaman içinde ve bilhassa günümüz gibi sosyo-kültürel karmaşa ortamlarında müslüman kimliğini sürdürebilmek, olması gerekeni, olmuş olandan çıkarmakla ya da daha açık bir ifade ile söylersek, sahabilerin sünnet anlayış ve uygulamalarını iyi niyetle tahlil edip güne gündeme yansıtmakla, yani sünneti müslüman birey ve toplumların hayatlarını tanzim edebilir konuma getirmekle mümkün olacaktır.

Globalleşen dünyada kimlik kaybına uğramamak için, ulaşılması gerekli hedef budur ve bu uğurda sarfedilecek her çeşit gayret, "çağın cihadı”na katkıda bulunmak anlamına gelecektir. Hiç kuşkusuz bu da yukarıda çerçevesini çizmeye ve ne anlama geldiğini açıklamaya çalıştığımız müslüman kimliğine sahip olan alimlerin görev ve sorumluluğudur.

 

 

 

 

1. Fussilet (41), 33

2. Kimlik açısından ana niteliklerine böylece işaret edilmiş olan Hz. Peygamber'in çağrısında ve sünnet'inde kimlik inkârı yoktur. Yeni ve üst kimlik inşası vardır. Onun adı Islâm kimliğidir. Medine sözleşmesinde, sözleşmeye taraf olan kabilelerin her biri tek tek sayılmıştır. Yahudi ve hristiyanların kimlikleri ve dinlerinin emirleri istikametinde hayatlarını sürdürmeleri imkanı getirilmiştir.

Barış içinde bir arada yaşamanın temel şartı, hiçbir grubun kimligini inkar etmemektir. Hz. Peygamber kendisine gelen elçilere, meni'l-kavm = gelenler kim? Hangi kabile elçileri? diye açıkça kimliklerini belirtmelerini isteyen sorular yöneltiyordu. Kendisi de gerektikçe, "Ben Peygamberim, yalan yok. Ben Abülmuttalib'in torunuyum. Bunu övünmek için söylemiyorum" diye hem elçilik hem de kişisel kimliğini açıklıyordu. Yine O, kişinin, milletini sevmesini değil, haksızlığına rağmen milletine yan çıkmasını, destek vermesini kavmiyetçilik (asabiyye) olarak tanımlıyordu (Bk. Ebu Dâvûd, Edeb 112).

3. İbn Mace, Zühd 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 409.

4. Nîsâ Suresi (4), 115.

5. Tirmizi, İman 18.

6. "Çünkü Kur'an ve Sünneti bazı siyasi ve ideolojik görüşler doğrultusunda yorumlamaya çalışmak ehli bidatın doğuş sebeplerindendir." Bkz. Yavuz, "Ehl-i Bid'at", DİA, X, 502.

7. Buhârî, Bedu'l-Vahiy 1, İman 41.

8.İbn Hibbân, Sahih, IV, 541, V, 503.

9. Buhârî, İ'tisam 20, Büyu' 60.

10. Nahl Sûresi, 16/44.

11. Humeydi, Müsned, II, 546. (Usulü's-sünne risalesi)

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.