Nübüvvet güneşi doğmadan evvel ruhlar kapkaranlıktı. Akıl, mecrasından şaşmıştı. Göz vardı ama görmüyordu, kulak vardı ama duymuyordu. Basiret nazarları körelmiş, hakikat darağacına asılmıştı. İnsanoğlu yaratılış gayesini çoktan unutmuştu. İsyan ve inkâr fırtınası, gönül ağacındaki son diri yaprağı da düşürmüştü yere. Gökler ve yerler bir müjdecinin yolunu gözlüyordu büyük bir iştiyakla… Küflenen zaman, yenilenmeyi ve tazelenmeyi bekliyordu.
Mehmet Akif’in deyimiyle “On dört asır evvel, yine böyle bir geceydi,/ Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!” O, âlemlere rahmet olarak gelince kâinat nurlandı, karanlıklar aydınlığa dönüştü. Dünya ve bütün âlem gerçek manasını buldu. Zira O, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Allah tarafından özel olarak, büyük bir ahlak üzere yetiştirilmişti o gül yüzlü yâr…. İnsanlar, aradığı en güzel modeli onun mübarek şahsında bulmuştu. O nur halesi her hususta en güzel örnekti bizim için… Bu hakikat Kalem Suresi’nin 4. ayetinde Rabbimiz tarafından şöyle dile getirilir: “Ey Muhammed sen elbette en yüce ahlâk üzeresin!…”
O, insanlığın medar-ı iftiharıydı, tavır ve davranışlarıyla canlı bir Kur’an’dı. Ona uyanlar hiçbir zaman ziyanda olmadı, manevî uçurumlardan hep uzak durdular. Hz. Ayşe validemize “Peygamberin ahlâkı nasıldı, bize anlatır mısınız?” diye soranlara o, şu cevabı vermiştir: “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an’dan ibarettir”
Hz. Muhammed(sav) Allah’ın “Habibim(sevgilim)” hitabına mazhardı, kâinatın yaratılışına sebepti; gökte Ahmed, yerde Muhammed’di. “Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” kutsi hadisi buna delildir. O; şairin deyimiyle Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülü, ümmetin gözbebeği, göklerin resulüydü. Kur’an’ın ifadesiyle o, nur saçan bir kandildi. Bizler o kandilin ışığıyla önümüzü görebildik. O, kâinatın solmayan gülüydü; ufuk peygamberiydi. O, ümmetine çok düşkündü. Doğduğunda bile “ümmeti, ümmeti” demişti.
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Resulullah, model alınması gereken şahsın kendisi olduğunu işaret etmiştir. Bugünkü Müslümanlar devlet ve fert olarak onu örnek al(a)madıkları için kargaşa ve kaos içerisinde balçıkta debelenmektedirler. Ahir zaman ümmeti, nimetler içerisinde yüzdüğü halde huzurlu değilse bunun nedeni Resulullah’ı unutmalarında ve ondan uzak, manevî açıdan içi boş bir hayat yaşamalarında aranmalıdır. Karar ve uygulamalarımızda peygamberî ahlakı ölçü edinseydik bunların hiçbiri yaşanmazdı.
Resulullah bizler için “üsve-i hasenedir” yani “en güzel örnektir.” Onun nurlu hayatı bizim için en güzel numunedir. Bizler sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, ahde vefayı, paylaşmayı, kardeşliği, adil olmayı, barışı, dayanışmayı, yardımseverliği, en sıkıntılı zamanlarda bile sabretmeyi, gerçek zenginliğin gönül zenginliği olduğunu, kanaatkârlığı, darda kaldığımız, bunaldığımız anlarda Hakk’a teslimiyeti, gülden terazi tutmayı, gülü gül ile tartmayı ondan öğrendik. O; sözüyle, özüyle ve davranışlarıyla uyulması gereken bir kılavuz ve muallimdir.
Resulullah Efendimiz, İslam’ın nasıl yaşanacağını sadece bildirmemiş, onun en güzel örneğini bizzat kendisi yaşayarak göstermiştir. İki cihan serveri olan Resulullah’ı sevmek kuru sözle olmaz. Onu sevmek, onun mübarek ahlakıyla ahlaklanmakla olur. Zira o, insanlık âleminin her hususta en güzel numunesidir. O büyük insan, peygamberlik vazifesi verilmeden evvel de hâl ve hareketleriyle örnek bir şahsiyetti. Doğumundan ölümüne kadar en güzel ahlak numunelerini bütün insanlara bizzat yaşayarak göstermiştir. O; örnek bir çocuk, örnek bir genç, örnek bir orta yaşlı, örnek bir baba, örnek bir koca, örnek bir tacir, örnek bir idareci, örnek bir komutandı. Onun hadis dediğimiz mübarek sözleri, sünnet dediğimiz kusursuz davranışları bütün müminlerin hayatlarına model olmalıdır. O varken başka model aramaya gerek yoktur. Şairin deyimiyle “Ona uymayanlar gider imansız”… Zira onun adı da, kendi de güzeldi. Onun sünnetine uyanlar kurtuluşa erenlerdir. Ne mutlu onun yolundan gidenlere!…
Hangi çağda olursa olsun “Çocuğumu nasıl yetiştireyim?” diye kara kara düşünenler, bu konuda son peygamberin çocuk yetiştirme hususundaki sözlerine ve uygulamalarına müracaat etmelidir. Zira peygamberimizin söz ve öğretileri bütün çağlara şamildir. Onun getirdiği son din olan İslamiyet tüm zamanları içine alır. O, evrensel bir davanın şanlı peygamberidir. Emin olun ki son Peygamber’in mübarek izinden gidenlerin ayağı taşa değmez. Onlar iki cihan saadetini kazanan, cennetle müjdelenen bahtiyar kimselerdir.
Peygamberimiz krallar gibi köşklerde, saraylarda, tabir caizse fildişi kulelerde yaşayan, ulaşılmaz bir insan değildi. O, daima başkanı olduğu cumhurun(halkın) içindeydi. İnsanların dertleriyle dertlenir, mutluluklarıyla mutlu olurdu. Hemen hastanın, fakirin yanında biterdi. Peygamberimiz dostlarını ve akrabalarını sürekli ziyaret eder; hâl hatır sorardı. Sütannesi olan Halime’yi sürekli ziyaret eder, ihtiyaçlarını giderirdi. Muhabbet, şefkat, fazilet, ihlâs ve samimiyet o nur halesinin hayatını ifade edebilecek en güzel kavramlardır.
Efendimizin hayatında hiçbir zaman tezat ve çelişkiler göremezsiniz. O, ne yapmışsa Kur’an’ın emrettiği şekilde yapmıştır. İnananlar da, inanmayanlar da onun dosdoğru bir insan olduğunu kabul ediyordu. Onun içindir ki kendisine “Muhammedü’l-Emin” denmiştir. O “âlemlere rahmet” olarak gönderildiği halde hiçbir zaman kendisini başkalarından üstün görmemiştir. O sadece Allah’a yakın olmayı ve onun emirlerine uymayı üstünlük saymıştır.
Hz. Peygamber, elçi olmasının ötesinde hepimiz gibi bir insandı. O da bizim gibi acıkınca yer, uykusu gelince uyur, üzülünce gözleri nemlenirdi. Oğlu İbrahim ölünce onun da herkes gibi hüzünlenmesi, gözyaşı dökmesi buna bariz bir örnektir. Öte yandan onun da dostları ve düşmanları vardı. Bu gibi insanî özellikler onu bize yaklaştıran esas unsurlardı.
Kadınlara, kölelere, esirlere, çocuklara ve hayvanlara karşı daima merhametli olan son Peygamber, bu konuda da nasıl davranılması gerektiğini bizlere göstermiştir. O kolaylaştırıcı ve affediciydi. “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisi bu gerçeği dile getirmektedir. “Biliniz ki, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayan hiçbir kimsenin de bir Arap’a, hiçbir beyazın siyaha, hiçbir siyahın da beyaza asla üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” diyen o büyük Peygamber, kavmiyetçiliği reddetmiştir. Bu hususta bizlere de nasıl bir yol takip etmemiz gerektiği hususunda doğru yolu göstermiştir.
Peygamberimiz kendi işlerini kendi görmeye çalışırdı. Başkalarının kendisine hizmet etmesini tercih etmezdi. Yeri gelince elbisesini yamar, ayakkabısını tamir eder, koyunlarını sağardı. Günümüzde maddî gücü yerinde olanların bütün hizmetlerini başkalarına gördürmelerini göz önüne aldığımızda bu konuda takip edilen yolun yanlış olduğu görülür.
İmanı elde ve yürekte tutmanın, kor bir alevi elde ve yürekte taşımakla eşdeğer olduğu zor bir zamanda yaşıyoruz. Fitne fesadın kol gezdiği böyle hastalıklı bir çağda Peygamber Efendimizi model almaya çok ihtiyacımız vardır. Zira onun hayatının nurlu güzergâhı müminler ve bütün insanların kurtuluşu için gidilecek tek yoldur. Ancak bu kutlu yol, bunalımlarda yüzen insanlığı Hakk’a ve hakikate götürecektir. Bu çağda yaşayıp da, bir türlü Hakk yolu bulamayanların onun manevi önderliğine her zamankinden daha çok ihtiyaçları vardır. Onun gönüllerimizdeki tahtını dünyevî emellerle doldurduğumuzda huzursuzluklar baş gösterecektir. Zira o boşluk mutlaka imanla, izanla, Hakk ve hakikat aşkıyla doldurulmalıdır.
“Muhammed(sav) muhabbettir” diyenler ne kadar da haklıdır. Biz onun sohbet halkasına dâhil olamadık. Barut kokan ahir zaman bahçelerinde Gül’e hasret büyüdük biz… Dondurucu zemherilerde onun gül nefesiyle ısıttık yetim yüreğimizi. Onun ümmetinden olma şerefini bir bayrak misali daima yürek burçlarımızda taşıdık, gönderde dalgalandırdık.
Kurtuluşa erenlerden olmak için adres bellidir. O adres Resulullah’ın kusurlardan azade yaşantısıdır. Adresi yanlış olanların, aradıklarını bulmalarına imkân yoktur. Nitekim bir kısım şaşkınlar bu yüzden düz yolda bile şaşırıyorlar. Rabbim onların yolunu Hakk’a çevirsin.
Kimse kalkıp da ’Bu çağda Peygamberi model almak, onun gibi yaşamak mümkün değildir’ demesin. Bu, zihinlerimizde kendi kendimize oluşturduğumuz bir engeldir. Peygamberimizin kutlu davası çağlar üstüdür, o hayatın yaşanması bugün de mümkündür.
O, güllerin efendisiydi; aşk, rahmet ve hikmet peygamberiydi. Onun sevgi, şefkat ve rahmet soluğuna bugün dünden daha çok muhtacız. Salât ve selam ona ve ashabına olsun…
Nihat MALKOÇ
Siyer-i Nebi Kompozisyon Yarışması 1.si (2011)
Yeni yorum ekle