Medine Müminleri Bekliyor
Onlar, yüce dağlardan daha ağır bir yükün altına girdiler. Ne verdikleri sözden döndüler ne şikâyet ettiler. En ağır sıkıntılara en derin acılara maruz kaldılar. Zulüm dört bir yanı sardığında onlar Allah dediler, acılarını, kederlerini Rablerine arz ettiler. Âlemlerin Rabbi, mazlum kullarının imdadına Medineli kahramanlarla yetişti. Akabe’de söz veren yiğitler Muhammed aleyhisselâm’ı ve Mekkeli mümin kardeşlerini Medine’ye davet ettiler.
Kureyş, Akabe Biati’ne mani olamamış, Medineli Müslümanları ellerinden kaçırmıştı. Bunun verdiği hırsla müminlere daha çok işkence ediyor, baskılarını her gün bir kat daha artırıyorlardı. Zulüm dayanılmaz bir hal alınca Nebi aleyhisselâm, çilekeş sahabilerine Medine’ye gitmelerini ve orada bulunan kardeşlerine katılmalarını emretti:
“Sizin Hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi. Orası Medine’dir.”[1] “Yüce Allah, onları size kardeş, Medine’yi de emniyet ve huzur bulacağınız bir yuva kılmıştır.”[2]
Müminler hicret için hazırlanmaya ve küçük kafileler halinde Medine’ye hicret etmeye başladılar. Ebû Seleme Abdullah b. Abdulesed Akabe Biati’nden bir sene evvel hüzün dolu bir yolculuğun sonunda Medine’ye varmıştı.[3] Mus’ab b. Umeyr ile Abdullah b. Ümmü Mektûm ise Birinci Akabe Biati’nden sonra Medine’ye gitmişlerdi.[4] Allah Rasûlü’nün emrinden sonra ilk hicret edenler ise Âmir b. Rebîa ve hanımı Leylâ binti Ebî Hasme oldu.[5]
Müslümanlar çok gizli hareket ediyor, Kureyş’in takibinden, yakalanıp hapsedilmekten korkuyorlardı. Yalnızca Hz. Ömer hicret ettiğini tüm Mekkelilere açıkça ilan etti. O, silahlarını kuşanmış bir halde gelmiş, Kâbe’yi tavaf edip iki rekât namaz kıldıktan sonra müşriklerin karşısına çıkarak onlara meydan okumuştu:
“Ben Medine’ye gidiyorum. Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa şu vadinin arkasında karşıma çıksın.”[6]
İki ay gibi kısa bir süre içerisinde Müslümanların büyük çoğunluğu Medine’ye hicret etmişti. Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir ile aileleri, Hz. Ali ve annesi Fatıma binti Esed ise henüz Mekke’deydi. Hicret edecek gücü olmayan, müşrikler tarafından yakalanıp zincire vurulan ya da hastalığı sebebiyle hicret edemeyenler de Mekke’de kalmışlardı.
Efendimiz aleyhisselâm gemisini en son terk eden kaptan misali, müminlerin tamamı Medine’ye varıp can güvenlikleri sağlanıncaya kadar Mekke’den ayrılmamıştı. Müminler Medineli kardeşlerinin yanına gelip canlarını kurtardıklarında O ve ailesi Kureyş cellatlarının tehdidi altındaydı. O’nun, kardeşlerine karşı derin bir sevgi ve merhameti vardı.
Kureyş Panik İçinde
Yesribli Müslümanlar yerini yurdunu terk eden, imanları uğruna sahip oldukları tüm dünyalıklarından vazgeçen Mekkeli kardeşlerine kucak açmış; evlerini, sofralarını onlarla paylaşmışlardı. Kuba kasabasında toplanan muhacirlere daha düne kadar basit bir köle olan Sâlim imamlık yapıyor[7], yeni bir dünyanın hayalleri kuruluyor, müminler hasret ve heyecanla en büyük muhacirin Medine’ye gelmesini bekliyorlardı.
Hz. Ebû Bekir de hicret etmek için Efendimiz aleyhisselâm’dan izin istemiş, Mübarek Nebi kendisine “Acele etme. Umulur ki Allah sana bir arkadaş bulur.” buyurmuştu.[8] Hz. Ebû Bekir bu dostun Efendimiz aleyhisselâm olacağını umut etmiş hazırlıklara çoktan başlamıştı. Sekiz yüz dirheme satın aldığı iki deveyi, Semüre ağacının yapraklarıyla en yüce yolculuk için besliyordu.[9]
Kureyş liderleri panik içindeydi. Yıllar boyu işkence ettikleri insanlar şehri terk etmiş, Yesribli iman kardeşlerinin yanlarına gitmişlerdi. Kureyş korkuyordu. Güçlerini birleştiren Müslümanlar Medine’de iyice kuvvetlenebilir ve bir gün Mekke’yi ele geçirebilirlerdi. Ayrıca Medine, Mekke-Suriye ticaret yolunun tam üzerindeydi. Müslümanlar Kureyş kervanlarına zarar verebilir, bu durum Kureyş’in iflasına, Mekke ekonomisinin çökmesine neden olurdu. Yakın zamanda Muhammed aleyhisselâm da Medine’ye gidecek, Kureyş için asıl felaket işte o zaman başlayacaktı. Neyse ki Muhammed hâlâ Mekke’de ve oldukça korumasız bir haldeydi. Kureyş bu fırsatı değerlendirmeli, uykularını kaçıran tehlikeden bir an evvel kurtulmalıydı. Ecel korkusu yaşayan Kureyş, derhal toplanmaya karar verdi.
Onlar Tuzak Kurarlar, Allah da Tuzaklarını Bozar
Daru’n-nedve’de sabahın erken saatlerinde başlayan toplantıya tüm kabilelerin liderleri katılmış, Efendimizin kabilesi Haşimoğullarından ise Ebû Leheb dışında kimse çağırılmamıştı. Daru’n-nedve tarihindeki en önemli toplantı, sıkı güvenlik tedbirleri alındıktan sonra başladı.
İslam artık Mekke dışına yayılmış, durum Kureyş’in kontrolünden çıkmıştı. Yakın bir zamanda Müslümanlar Mekke’ye saldırabilirlerdi. Öyleyse hemen bir çare bulunmalıydı. İlk teklif Esedoğullarının lideri Ebû’l-Bahteri’den geldi. O, Peygamberimizin zincire vurulup hapsedilmesini ve ölünceye kadar zindanda tutulmasını teklif etti. Fakat bu teklif yerinde bulunmadı. Zira Muhammed aleyhisselâm’ın kardeşleri, onun uğruna her şeyi göze alabilecek sahabileri vardı. Kureyş iman dolu yürekleri durduramaz, Allah’ın sadık ve sevgili kulunu zindanda çok fazla tutamazdı.
Sonra Ebû’l-Esved Rebîa b. Amr’ın sesi yükseldi. Ona göre Muhammed aleyhisselâm sürgün edilmeli, Kureyş rahat bir nefes almalıydı. Fakat bu fikir de kabul edilmedi. Zira Allah Rasûlü samimi davranışları, tatlı sözleriyle insanların kalbini kazanabilir, bir başka yerde çok daha fazla güçlenebilir ve Kureyşli zalimlerin iktidarını ortadan kaldırabilirdi. Hayır, sürgün teklifi hiç de makul gözükmüyordu.
Nihayet sözü ümmetin firavunu Ebû Cehil aldı. Kureyş’in bu badireden kurtulmasının tek yolu Muhammed’in öldürülmesiydi. Her kabileden güçlü kuvvetli bir yiğit seçilecek, ellerine keskin birer kılıç verilecek, bu cellatlar hep birden Muhammed aleyhisselâm’ı öldüreceklerdi. Cinayeti işleyenler tüm kabileleri temsil ettiğinden Haşimoğulları intikam için tüm Mekke’yle savaşmayı göze alamayacak, bunun yerine fidye ödenmesine razı olacaktı. Kureyş fidyeyi ödeyecek ancak yıllardır başlarını ağrıtan, hâkimiyetlerini tehdit eden İslam Peygamberi’nden de kurtulmuş olacaktı.[10]
Toplantıya katılanlar Ebû Cehil’in teklifini büyük bir heyecan ve sevinçle karşıladı. Derhal cellatlar seçildi ve kılıçlar teslim edildi. Kur’an-ı Kerim bu korkunç planı bizlere şöyle anlatır:
“Hani kâfirler seni tutuklayıp hapsetmek, öldürmek veya yurdundan çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzaklarını bozar. Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.” (Enfâl 8/30)
Firavun ve yandaşları Allah’ın salih ve sadık kulunu yurdundan çıkarmak, onu etkisiz hale getirmek için her şeyi yapıyorlardı. Fakat Rabbimiz, asıl onların bu mübarek şehirde fazla kalamayacaklarını haber veriyordu. (Bkz. İsrâ 17/76)
Âlemlerin Rabbi, Kureyş’in suikast planını Sevgili Peygamberimize haber vermiş, O’na Medine’ye hicret etmesini emretmişti[11]:
“De ki: Yâ Rabbî! Gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nasip eyle. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” (İsrâ 17/80)
Hz. Ebû Bekir’in Evinde
Hicret emrini alan Peygamberimiz, öğle saatlerinde Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. Allah Rasûlü her gün sabah ya da akşam vakitlerinde Hz. Ebû Bekir’i ziyaret ederdi. Efendimizin hiç gelmediği bir saatte yaptığı ziyaret, Hz. Ebû Bekir’i çok şaşırttı. Peygamberimiz Medine’ye hicret için Rabbinin kendisine hicret izni verdiğini söyledi. Hz. Ebû Bekir bu en zorlu yolculukta Allah Rasûlü’nün yanında olacağını öğrenince sevincinden ağlamaya başladı. Birlikte hicret etme ümidiyle satın alıp dört aydan beri beslediği develerden birini Efendimize hediye etmek istedi. Fakat Allah Rasûlü ancak ücretini ödemesi şartıyla bu teklifi kabul etti.[12] Peygamberimiz satın aldığı bu deveye Kasvâ ismini verdi.
Nebi aleyhisselâm hayatının hiçbir döneminde en yakın arkadaşlarına dahi yük olmak istemedi. Rabbinin rızası için yapacağı mübarek yolculuk için ne gerekiyorsa kendi imkânlarıyla karşılamak istedi. Kıyamete kadar gelecek tüm İslam davetçileri, kimseye yük olmamak ve Allah’tan başka kimseden bir şey istememek hususunda O’nu örnek edindi.
Bir adım ötede ne ile karşılaşılacağı belli olmayan, ölümle burun buruna yapılacak zorlu hicret yolculuğu için çok iyi bir kılavuza ihtiyaç vardı. Efendimizin Mekke’yi terk ettiğini öğrenen Kureyşliler, O’nun Medine’ye gittiğini anlayacak ve yakalamak için yollara düşeceklerdi. Öyleyse Medine’ye varmak için insanların bilmediği, kullanmadığı daha güvenilir ve tenha yolları kullanmak gerekiyordu. İşte bu sebeple Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir, henüz Müslüman olmayan fakat yolları gayet iyi bilen Abdullah b. Uraykıt’ı kılavuz olarak tuttular. Abdullah’a develeri teslim ederek üç gün sonra Sevr Dağı’nın eteğinde buluşmak üzere kendisiyle anlaştılar.[13]
Allah Rasûlü’nün insanlık tarihinde dönüm noktası olacak bu yolculuğu sırasında müşrik bir kılavuz kiralaması oldukça önemlidir. Müminler ehil insanlarla hareket etmeli, işlerini en güzel şekilde sonuçlandırmak için sahasında uzman olan, güvenilir kimselerle çalışmalıdır.
Zâtünnitâkayn
Hz. Ebû Bekir’in kızları Hz. Esmâ ve Hz. Âişe de bu mübarek faaliyetin içinde yer almış, zorlu yolculuk için erzak hazırlamışlardır. Hz. Esmâ bir torbaya azık koyup bir kırbaya da su doldurdu; ancak kapların ağızlarını bağlamak için ip bulamayınca belindeki kuşağı çıkarıp ikiye böldü; bir parçasıyla azık torbasının, diğer parçasıyla da su tulumunun ağzını bağladı. Bundan son derece memnun olan Hz. Peygamber’in, “Allah bu kuşağının karşılığında cennette sana iki kuşak versin.” diye iltifat etmesi üzerine Hz. Esmâ’ya “Zâtünnitâkayn” (iki kuşaklı) lakabı verildi.[14]
Yaman Bir Çelişki
Hazırlıkların tamamlanmasından sonra Peygamberimiz evine geldi ve Hz. Ali’yi yanına çağırdı. Kendisine bu gece Medine’ye hicret edeceğini ve Kureyş’in suikast planını haber verdikten sonra şöyle buyurdu:
“Bu gece benim yatağıma sen yat. Şu hırkamı da üstüne ört. Korkma, sana hiçbir şey yapamayacaklar.”
Efendimiz ayrıca Kureyşlilerin kendisine güvendikleri için emanet ettikleri değerli eşyaları Hz. Ali’ye teslim ederek bu eşyaları sahiplerine vermesini, sonra kendisinin de Medine’ye hicret etmesini emretti.[15]
Kureyş hem Muhammed aleyhisselâm’ı öldürmek istiyor, hem de koca şehirde ondan daha güvenilir, emanetlerini teslim edebileceği emin bir kimse bulamıyordu. Allah’ın Rasûlü’nü öldürmek için bir araya gelenler, aslında birbirlerine karşı ne bir samimiyet ne de güven duyabiliyorlardı. Ama ne gariptir ki koca şehir toplanmış herkese huzur ve güven veren kişiyi öldürmek istiyordu. Düşmanlarına güven veren, katil ve canilere emniyet aşılayan sevgili Peygamberimiz ile ümmeti ile arasında ne büyük bir uçurum var.
Bu Putlar İçin mi Rabbinize İsyan Ediyorsunuz?
Rivayete göre o gün insanların evlerinde dinlendiği bir saatte Allah Rasûlü, Hz. Ali ile birlikte Kâbe’ye gitti. Efendimizin omuzlarına çıkan Hz. Ali Kâbe’nin üzerindeki putları kırıp parçaladı.[16] Belki de Efendimiz Kureyş’e son bir mesaj vermek, onları bir kez daha uyarmak istedi. “Ey kavmim bu taşlar için mi Allah’a iman etmiyor, Rasûlü’nü öldürmek istiyorsunuz!” diyerek onlara tıpkı atası İbrahim gibi hakkı gösterdi.
Gözleri Var Ama Göremezler
Gece olduğunda Nebi aleyhisselâm, Hz. Ali’yi yatağına yatırdıktan sonra üzerine Hadramevt kumaşından yeşil hırkasını örttü. Bu sırada Kureyş’in eli kanlı cellatları evin etrafında toplanmaya başlamışlardı. Allah Rasûlü Mekke’deki mübarek hanesinde son dakikalarını yaşıyordu. Hz. Hatice ile bu evde yirmi beş yıl mutlu bir evlilik sürmüş, çocukları bu evde doğmuş, nübüvvetin pek çok hatırası burada yaşanmıştı. Efendimiz bir süre bekledikten sonra kapıyı açtı. Evin etrafı katiller ve bu katillerin işleyeceği cinayeti izlemek için toplanmış Kureyş’in elebaşlarıyla doluydu. Muhammed aleyhisselâm yerden bir avuç kum alarak kendisini öldürmek isteyen katillerin üzerine attı. Hem yürüyor hem de Yâsin Suresi’nden ayetler okuyordu:
“Önlerine bir duvar, arkalarına bir duvar çekip onları öyle bir kuşattık ki artık göremezler.” (Yasin 36/8) Allah’ın salih kulu Kur’an okuyor, düşmanlarının ortasından korkusuzca geçiyor ve kimse kendisini göremiyordu. Kalpleri kör olanların gözleri de kör olmuştu.
Muhammed aleyhisselâm evinden ayrıldıktan sonra hemen Hz. Ebû Bekir’in evine geldi. İki arkadaş evin arka kapısından çıkarak Mekke’nin dört kilometre kadar güneyinde bulunan Sevr Dağı’na doğru hareket ettiler.
Müslüman Gençlerin Önderi
Hz. Peygamber’i öldürmekle görevli cellatlar evin içini gözetlemişler ve Peygamberimizin yatağında yattığını görmüşlerdi. Arap geleneğinde bir kimseyi evinde öldürmek en büyük korkaklık ve utanç sebebi sayılırdı. O sebeple katiller eve girmeyi değil Efendimizin evden çıkmasını beklediler. Ayrıca Peygamberimizi tek bir kişinin değil, tüm Kureyş sülalelerinin ortaklaşa öldürdüğünü herkese göstermek istiyorlardı. Bu şekilde Haşimoğulları, Efendimizin intikamını almak için tüm Mekke’yi karşısına alamayacak ve fidye ödenmesine razı olacaktı. Kusursuz planlarından son derece emin olan Kureyşliler nihayet yolun sonuna geldiklerini, işin burada biteceğini düşünüyorlardı. Sabah olup Nebi aleyhisselâm’ın yatağında Hz. Ali’nin yattığını anladıklarında ise büyük bir panik yaşandı.
Kureyş’in gözü dönmüş liderleri Hz. Ali’yi dövüyor, Efendimizin yerini öğrenmek istiyor fakat ne olursa olsun Hz. Ali’yi konuşturamıyorlardı. Ali gözaltına alınmış[17] fakat vazifesini hakkıyla yerine getirmişti. O, Allah’ın rızasına ermek için canından vazgeçen, davanın lideri için nefsini feda eden, Nebi aleyhisselâm’ın kurtuluşu için kılıçlara, mızraklara kafa tutan cesur ve fedakâr bir yiğitti. O, bizzat Rasûl-i Ekrem’in yetiştirdiği Allah’ın aslanı, Müslüman gençlerin önderiydi. Rasûlün yatağında ölüme meydan okuduğunda henüz yirmi üç yaşındaydı.
Firavunun Karşısında Cesur Bir Kadın
Kureyş telaş içinde Muhammed aleyhisselâm’ı arıyor, onu sağ ya da ölü getirip teslim edene yüz deve ödül vadediyordu. Tüm Mekke ayaklanmış evleri ve sokakları aramaya başlamışlardı. Ebû Cehil’in aklına gelen ilk yer Hz. Ebû Bekir’in evi oldu. Adamlarıyla birlikte hemen oraya gitti. Evin her tarafını aratıp bir şey bulamayınca Hz. Esmâ’ya babasının ve Peygamberimizin nerede olduklarını sordu. Hz. Esmâ yerlerini bilmediğini söyleyince Ebû Cehil tüm gücüyle Hz. Esmâ’ya bir tokat attı. Tokadın şiddetinden Hz. Esma’nın küpesi kopmuş, yere düşmüştü. Ebû Cehil bir kadına vuracak kadar alçalmış fakat bir netice alamamıştı.[18] Ama aramaktan vazgeçmeyecekti.
Sevr Mağarasında
Muhammed aleyhisselâm gece vakti Sevr Mağarası’na gidiyordu. Bugün pek çok kimsenin tırmanamadığı mağaraya çıkarken Efendimiz elli üç yaşındaydı. Karanlıkta batan taşlar dikenler Rasûlün ayaklarını kana boyadı. Hz. Ebû Bekir mağaraya varıncaya kadar Efendimizin bir önünde bir arkasında yürüdü. Önden bir tehlike geleceğini hissettiğinde öne, arkadan bir tehlikenin yaklaştığını düşündüğünde hemen arkaya geçiyor, Allah Rasûlü’nü korumanın mücadelesini veriyordu. Nihayet mağaraya geldiklerinde muhtemel tehlikeleri önlemek amacıyla önce Hz. Ebû Bekir içeri girdi. Vahşi hayvanlar, yılanlar, zararlı pek çok şey olabilirdi. Hz. Ebû Bekir mağarayı temizledikten sonra Efendimizi içeri buyur etti.
Hz. Ömer, Ebû Bekir radıyallahu anh’ın hicret gecesi yaptığı fedakârlıkları anarken şöyle derdi:
“Ebû Bekir’in bir gecesi Ömer’in ailesinin tamamından daha hayırlıdır. Ebû Bekir’in bir günü Ömer’in ailesinin tamamından daha hayırlıdır.”[19]
Üzülme, Allah bizimle beraberdir
Sevr Mağarasında bunlar olurken Mekke’de tam bir kargaşa yaşanıyordu. Evler, sokaklar, tüm köşe başları, vadiler ve dağlar didik aranıyor; çöldeki kabilelere haberler salınıyordu. Yüz develik ödülün iştahıyla harekete geçen bedeviler, çölü karış karış tarıyor, Medine’ye giden tüm yolları kontrol ediyorlardı.
Efendimizin Medine’ye gideceğini bilen Mekkeliler araştırmalarını bu bölgeye yönlendirmekle birlikte içlerinde iz sürmekte mahir olan Kürz b. Alkame’nin de olduğu bir grup, Sevr Dağı’nın eteğine kadar geldi. Kürz, izlerin bittiği yeri gördüğünde Kureyşlilere aradıkları adamın dağın tepesindeki mağarada olduğunu söyledi. Müşrikler mağaraya yaklaştıklarında Hz. Ebû Bekir, Nebi’ye bir zarar geleceği endişesiyle ağlamaya başladı. Muhammed aleyhisselâm sevgili arkadaşına “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” buyurdu. Müşrikler mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Hz. Ebû Bekir “Ey Allah’ın Rasûlü, aşağı baksalar bizi görecekler!” dediğinde Son Peygamber’in cevabı “Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında neden endişe ediyorsun?” olmuştu.[20]
Bir Çift Güvercin ve Örümcek Ağı
Allah, Rasûlü’nü korumuş, zalimlerin tüm planlarını boşa çıkarmıştı. Kureyşliler mağaranın ağzına geldiklerinde bir örümceğin yaptığı yuvayı gördüler. Ümeyye b. Halef “Bu örümcek daha Muhammed doğmadan önce ağını örmüş.” dedi. Örümcek ağı ile mağaranın önündeki çalılığın arasına bir çift güvercin yuva yapmıştı.[21] Muhammed aleyhisselam bu mağarada değildi. Öyle olsaydı örümceğin ağı bozulur, güvercin yuvası dağılırdı. Burada çok vakit kaybetmişlerdi. Kuzeye, Medine yoluna bakmaları gerekliydi. Rabbimiz, kitabında Rasûlü’nü ve ona samimiyetle inananları koruyacağını şöyle haber veriyordu:
“Şüphesiz ki Biz; peygamberlerimize ve iman etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şahidlerin şehadet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.” (Mümin 40/51)
Katillerle Allah Rasûlü arasında yalnızca bir örümcek ağı ve bir çift güvercin vardı. Bir adım ilerleseler ya da biraz eğilseler Efendimizi göreceklerdi. Bir örümcek ağı ve bir çift güvercin şeytan ve dostlarını mağlup etmişti. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilemezdi. (Müddessir 74/31)
Kur’an-ı Kerim bu hadiseyi bizlere şöyle anlatır: “Eğer Peygamber'e yardım etmezseniz, Allah O’na bir zamanlar yardım ettiği gibi yine edecektir. Hani kâfirler O’nu yurdundan çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken yanındaki arkadaşına: Üzülme! Allah bizimle beraberdir, diyordu. Nitekim Allah, O’na gönlünü rahatlatan iç huzuru verdi, O’nu görmediğiniz ordularla destekledi ve kâfirlerin davasını alçalttı. Çünkü yüce olan dava yalnız Allah'ın davasıdır. Allah karşı konulmaz bir kuvvete sahiptir ve her şeyi yerli yerince yapandır.”(Tevbe 9/40)
Allah Rasûlü ve Hz Ebû Bekir Sevr Mağarası’nda üç gün kaldı. Bu süre içinde Ebû Bekir’in oğlu Abdullah, gün boyu Mekke’de yaşananları gece olduğunda mağaraya gelip Rasûlullah’a haber veriyor, sabah olmadan mağaradan ayrılıp Mekke’ye dönüyordu. Âmir b. Füheyre ise Hz. Ebû Bekir’in koyunlarını dağın çevresinde güdüyor, bu şekilde hem Abdullah’ın ayak izleri ortadan kaldırılıyor, hem de Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir’in süt ihtiyacı karşılanmış oluyordu.[22] Rasûl’ün yanında yer almak, düşmanlar etrafını sardığında O’nu koruyabilecek tek kişi olmak, mağarada üç gün sohbetinde bulunmak ne büyük bahtiyarlıktı! Efendimizin Yâr-ı gâr’ı (mağara arkadaşı) Hz. Ebû Bekir, kimselerin hayal edemeyeceği nimetlere nail olmuştu.
Üç günün sonunda ortalık bir nebze de olsa yatışmıştı. Dördüncü günün sabahında kılavuz Abdullah b. Uraykıt daha önce anlaşıldığı üzere develerle birlikte dağın eteğine geldi. Hira Dağı’nda başlayan kutlu yürüyüş, Sevr Mağarası’nda yeni bir döneme giriyor, Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir pazartesi sabahı Medine’ye doğru yola çıkıyorlardı. Âmir b. Füheyre’nin de katıldığı kafileyi büyük sıkıntılar, ciddi tehlikeler bekliyordu.
[11] Bazı kaynaklarımız Peygamberimize Kureyş’in suikast planını akrabalarından birisi olan Rukayka binti Sayfi’nin haber verdiğini belirtmektedir. Bkz. İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII,52.
Yeni yorum ekle