لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ
وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
“Gerçekten Allah, (kendilerine büyük bir lütuf, ihsan ve ikramda bulunmakla) müminleri minnettar kıldı. Zira kendilerinden bir peygamber gönderdi. (O Peygamber ki) Onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları tertemiz yapıyor, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretiyor; hâlbuki onlar bundan evvel apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân Sûresi, 164)
* * *
Hiç şüphesiz Cenab-ı Hakk, biz kullarına sonsuz ve sayısız nimetler ihsan etmiştir. Öyle ki, onları saymaya kalksak asla sayamayız. İşte Yüce Allah’ın yeryüzü halkına ihsan ettiği en büyük nimetlerden biri, tarih boyunca insanlara rehberlik yapacak peygamberler göndermesi, özellikle de insanlığın bütün yüce değerlerini yitirdiği bir zamanda Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi mümtaz ve seçkin bir şahsiyeti “En geniş rahmet timsali, en parlak fazîlet güneşi, en son ve evrensel peygamber” olarak göndermesi, O’nun vasıtasıyla bütün insanları maddî ve manevî huzursuzluklardan, ruhî bunalımlardan, kalbî sıkıntılardan ve aklî şaşkınlıklardan kurtarması ve yine O’nun vasıtasıyla insanları gerçek insanlık semasına çıkarması, cennete ve ebedî saadete namzet olacak eşsiz derecelere ve sonsuz nimetlere erdirmesidir.
Evet, Cenab-ı Hakk’ın insanlara olan en büyük nimetlerinden birisi tarih boyunca kendilerinden, yani insan cinsinden peygamberler göndermesi, özellikle de son olarak Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i yine insan cinsinden, İbrahim ve İsmail’in soyundan yani son derece seçkin ve büyük bir peygamber olarak göndermesi ve bizleri O’na ümmet eylemesidir.
Şayet Yüce Allah’ın insanlara gönderdiği peygamber, insanın dışındaki yaratıklardan biri olsaydı, insanlık adına bu derece büyük bir şeref olmaz ve insanlık âlemi peygamberlik kurumundan bu derece istifade edemezdi. Kaldı ki, insanlara yine içlerinden, “Ben de ancak sizin gibi bir beşerim.” (Kehf Sûresi, 110) diyen bir peygamber göndermesi, insan cinsinin Yüce Allah’a olan yakınlığına ve yeryüzünün şerefli halifesi kılınmasına en büyük bir delil, bir şeref, bir lütuf ve sonsuz bir nimettir.
Şüphe yok ki Allah’ın insanlara göndereceği elçi, İlâhî ve Rabbanî hikmetin gereği olarak her hâlde hem insanlardan hem de insanlar arasında en sadık ve en emin kimselerden biri olacaktır. Zira Allah ile insanlar arasında vasıta olacak birisinin bir taraftan beşer cinsinden olmaması, diğer taraftan da en sadık ve en emin olmaması düşünülemez. İşte Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle sağlam bir vasıta ve güvenilir bir peygamberdir. Şöyle ki:
Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) öncelikle insanlara ebedi bir mucize olan Kur’ân’ı, yani İlâhi ayetleri ve Rabbanî hakikatleri okumuş ve öğretmiştir. Ancak O’nun İlâhi ayetleri ve Rabbâni hakikatleri okuyup öğretmesi öyle belli bir zaman için gösterilen ve sonra da hükümleri etkisiz kalan gelip geçici mucizeler gibi nimetler ve mucizeler cinsinden değildir. O’nun o zaman okuduğu ve o günün insanlarına tebliğ ve talim buyurduğu Kur’ân ayetleriyle ve bu ayetlerin içerdiği hakikatlerle kıyamete kadar her zaman ve her asırda inkârcı ve inatçı kâfirlere meydan okunmuş; sonunda onlar ya ikna edilmişler veya susturulmuş, bir daha ağızlarını açamaz, karşı koyamaz ve cevap veremez hâle getirilmişlerdir. Çünkü Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’tan alıp getirdiği ve insanlara okuyup tebliğ ve talim buyurduğu Kur’ân-ı Azîmu’ş-şân, kafalardaki şüpheleri ortadan kaldıran, ruhlardaki endişeleri gideren ve gerek tabiat gerekse toplum olaylarını güzelce tahlil eden İlâhî bir kitaptır. Hem bu okunan İlâhi ayetler sayesinde güzel ahlâkın en büyük ve en kapsamlı ilkelerine erişilir.
Hem Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün bilginlere ders verecek kıymetinde ve kuvvetinde olan bir kitabı ve bir hikmeti öğretmiştir. Şöyle ki: Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) okuma-yazma bilmeyen ümmî bir topluma gelmiş, gelir gelmez de onları okuyup düşünmeye ve hadiselerden ibret dersi almaya çağırmış. Onlara kitabı, hikmeti ve yazıyı öğretmiş, okuyup yazmayı ve kitapların en üstünü olan Kur’ân ayetlerini belletmiş, İlâhî ve nebevî hükümleri layıkıyla yerine getirmek için bilinmesi gereken naklî ve aklî ilimler yanında son derece önemli bazı hayatî işleri bildirmiştir.
Hem Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlığı tezkiye etmek için gelmiş bir peygamberdir. On beş asırlık tarih şahittir ki O, bu gönderiliş gayesini en güzel ve en mükemmel bir şekilde gerçekleştirmiştir. Öyle ki gerek akâidle gerekse ibadetle ilgili olarak getirdiği İlâhî ve Rabbânî esaslarla, insanlığı sefahete ve sefalete atan her türlü şirk, günah ve batıl inançlardan, insanlığın yüceliğini lekeleyen maddi ve manevi çirkinliklerden, pisliklerden ve kötü huylardan temizlemiş, sapık düşüncelerden kurtarmış, fikirlerini açıp berraklaştırmış, niyetlerini sıhhate kavuşturup feyizlendirmiş, amellerini sağlamlaştırıp güzelleştirmiş ve sonunda kendisine ittibâ ve iktidâ eden ümmetini Cenâb-ı Hakk’ın ve O’ndan alıp getirdiği yüce hakikatlerin tertemiz, en güvenilir ve en adaletli bir şahidi hâline getirmiştir. Hâlbuki bundan önce insanlar ne yapacaklarını bilemeyecek kadar apaçık bir sapıklık içinde ve gayet şaşkın bir hâlde idiler. Böyle iken Allah içlerinden onlara öyle bir Rasûl gönderdi. Bu, gerçekten anlayanlar için ne bereketli İlâhî bir lütuf, ne büyük Rabbânî bir ikram ve ne tükenmez Rahmânî bir ihsandır.
Hem Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), her türlü hikmeti içine alan hukuk ilmini ve bu ilmin özelliklerini, kanun koymadaki hikmetli gayeleri, insanların davranışlarını tanzim eden yüksek ahlâk esaslarını, toplumu huzurlu bir şekilde idare etmedeki temel prensipleri, insanlığın dünyevî-uhrevî menfaatlerini, dünya ve âhiret ilmini, kâinat nizamında geçerli ve hükümran olan tabiat kanunlarını ve tarih boyunca asla değişmeyen “sünnetullah”ın, yani İlâhî âdetlerin ve Rabbânî icrââtın iç yüzünü ve buna dayalı olarak meydana gelen tatlı ve acı neticeleri, İlâhî hükümleri ve nebevî düsturları ve bunları hayatta uygulama şeklini hem kavlî hem de fiilî sünneti ile öğretmiş ve göstermiştir.
Hem Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), insanların kendi gayretleriyle asla bilemeyecekleri, akıl ve düşünce ile de bilme imkânını bulamayacakları şeyleri yani gayba ait sırları ve ahiretle ilgili meseleleri Allah’ın kendisine vahyedip bildirmesiyle bilip öğrenmiş ve onları ümmetine bildirip öğretmiş, davetine kulak veren ve icabet eden insanların bakış açılarını düzeltmiş, onları ıslah edip hakikat ilmine ulaştırmış, amelî kuvvetlerini ve ahlâklarını olgunlaştırmış ve böylece başlarda ümmî olan ümmetini dünyanın üstadı ve cihanın hâkimi olacak ve bütün insanların örnek alacakları ve bu sayede “vasat bir ümmet” yani hak ve adalet, itidâl ve istikâmet yolunu tutan bir topluluk teşkil edecekleri bir kıvama ve bir konuma yükseltmiştir. İşte Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in peygamber olarak gönderilişinde, gerek dünya huzuru gerekse âhiret saadeti ile ilgili böyle büyük, küllî, çaplı ve kalıcı bir nimeti tamamlama vardır.
Evet, Yüce Allah sırf fazlının, rahmetinin ve hikmetinin gereği olarak ilkel hâlde bulunan ve henüz cehalet devrini yaşayan ve aynı zamanda ümmî olan Araplar içerisinde, ölülerden hayat fışkırtır gibi iman ve hidayet, ilim ve hikmet kaynağı olan bir peygamber gönderdi. Ve böylece insanlar o cehalet, gaflet ve sapıklık vadilerinde şaşkın bir vaziyette bocalarken, onların o korkunç cehalet, gaflet ve dalaletleri birden bire yüksek marifetlere, huzurlu hidayetlere ve kapsamlı hikmetlere dönüşüverdi ve kısa zamanda geçmişteki karanlık asırlar tarihi kapanıverdi.
Bundan dolayıdır ki, “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlığa ne getirdi?” diye sorulacak olursa, cevap olarak Âl-i İmrân Sûresi’nin 164. ayetini okumak yeterlidir.
Evet, Yüce Allah Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla bize cihanlardan daha büyük ve baha biçilmez kıymetler, eşsiz değerler ve sonsuz şerefler kazandırmış, O’nun getirdiği esaslar ve temsil ettiği hakikatler sayesinde bizim değerimizi artırmış ve bizleri bütün yaratıkların üstüne çıkarmıştır. Çünkü insanlık, ancak Kur’ân-ı Kerim’de bulunan emir ve yasaklara riayet etmek ve Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ittibâ etmekle esfel-i safilînden âlây-ı illiyyîne yükselmiştir.
Evet, Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’tan alıp getirdiği iman ve tevhid hakikatleriyle, İslâm ve istikamet prensipleriyle, talim ve terbiye esaslarıyla ve bizleri kulluk tasmasıyla Yüce Rabbimize bağlamasıyla, bizleri esfel-i safilînden; yani aşağıların aşağısında bocalamaktan, perişanlıktan, derbederlikten, başıbozukluktan, kopukluktan, kıymetsizlikten, başkalarının oyuncağı durumuna düşmekten, şeytanın maskarası olmaktan, cehenneme odun olmaktan, faydasızlıktan, ortalığı cehenneme çevirecek şekilde zararlı, fitneci ve fesatçı bir yaratık olmaktan, her hâdise karşısında titremekten, zilletten, meskenetten, sefaletten, nefret ve vahşetten, gaflet ve cehaletten kurtarmış; âlây-ı illiyyîne yani iman ve tevhide, İslâm ve tevekküle, kıymet ve hürmete, Yüce Yaratıcı’ya tazim ve bütün yaratıklara şefkat gibi lüzumlu ve ulvî vazifeye, marifet ve muhabbete, izzet ve haysiyete, hikmet ve basirete, vifak ve ittifaka, birlik ve beraberlik ruhuna, yardımlaşma ve dayanışma bilincine, kâmil ve salih insan olma mertebesine çıkarmış, bizleri cennete ehil olacak yüksek bir seviyeye çıkmaya, Cenâb-ı Hakk’ın mukaddes cemaliyle müşerref olmaya ve O’nun Yüce Rıdvanı’na erme ve sonsuz saadete ulaşma mertebesine yükseltmiştir.
Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki, Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasa idi; kâinatın da, insanın da; hatta hiçbir şeyin değeri anlaşılmayacaktı. Diğer bir ifade ile O, olmasaydı bütün değerler yok hükmünde olacak ve her şey değersiz ve önemsiz bir duruma düşecekti.
Bütün insanlık âlemine getirdiği iman ve hidayet, takva ve istikamet esaslarıyla kurtuluş ve huzur dolu parlak bir tarih açan, İlâhi rahmetin mücessem bir şekli olan ve âlemlere sırf rahmet peygamberi olarak gönderilen bu derece yüksek şanlı bir Peygamber’in ümmeti olanlara, özellikle de O’nun sohbetinde bulunma veya getirdiği yüce hakikatlere elindeki imkânlarıyla sahip çıkma şerefiyle şereflenmiş bulunan müminlere ne mutlu! Allah’ın kendilerine yaptığı bu sonsuz ihsan ve ikramları karşısında sonsuzlara kadar sevinseler, övünseler ve teşekkür etseler acaba yine de az kalmaz mı? İşte bizler bu yüzden Allah için Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’e çok medyûn ve minnettârız ve gerçekten O’na çok müteşekkiriz.
Yeni yorum ekle